Hayvanları sevmek insanları iyileştiriyor

​Hayvanları  sevmek  insanları  iyileştiriyor
​Hayvanları sevmek insanları iyileştiriyor

At, köpek, kedi, yunus gibi bazı hayvanların insan sağlığının iyileştirilmesinde kullanıldığını biliyor muydunuz? Son yıllarda stres, depresyon, yalnızlık duygusu gibi psikolojik gelişimsel bozuklukların yanı sıra hipertansiyon, kardiyovasküler rahatsızlıklarla kanser ve AIDS gibi kronik hastalıkların tedavisinde de hayvan destekli uygulamalar kullanılıyor. Peki, nasıl oluyor da bir hayvan bir insanı iyileştirebiliyor? Bu sorudan yola çıkarak “Hayvan DestekliTedavi” yi Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Sibel Cevizci Oymak ile konuştuk.

Bebeklere tahammül edemeyeceğini düşünen ve anne olmak istemeyen arkadaşıma, doktoru kedi beslemesini önermişti. Kediyle yaşamaya başladıktan sonra çocuğa bakış açısı değişen arkadaşım sonrasında anne de oldu. Nasıl oluyor da bir kedi bir insanı iyileştirebiliyor?

Arkadaşınızın durumu biyofili teorisine güzel bir örnek. Biyofili, yaşam sevgisi demek. Hiçbir canlı bir diğer canlıdan yaşam döngüsünde bağımsız değildir aslında. Canlılık kavramını da geniş düşünelim lütfen. Plazalarda çalışmak zorunda kalan beyaz yakalı çalışanları düşünelim veya kendimizi birazcık fazla evde ya da iş ortamında kapalı kaldığımızda hayal edelim. Ne istemeye başlıyoruz? En basiti, hemen bir cam açmak ihtiyacı duyuyoruz, içeri temiz hava gelsin istiyoruz, bazılarımız yeşile dokunmak istiyor, bazılarımız da deniz kenarına doğru gitmek, ormana gitmek, hayvanlara dokunmak…

Doç. Dr. Sibel Cevizci Oymak
Doç. Dr. Sibel Cevizci Oymak

Yani gördüğünüz gibi yaşamsal ihtiyaçlar bunlar. İnsan-hayvan etkileşimi de bu bağlardan bir tanesi ve çok özel bir bağ çünkü sözel olmayan bir iletişimle başlıyor. Muhtemelen sözel olarak defalarca kez bu konularda konuşulmasının arkadaşınızda başlatacağı birtakım kaygı, stres artışı gibi psikolojik ve fizyolojik etkilerin, yavru bir kediyle karşılaştığı ilk andan itibaren onunla kuracağı sözel olmayan bu özel iletişimde hiçbir zaman yeri olmayacağını tahmin edebilirsiniz. Hayvanlar doğaları gereği her şeyi olduğu gibi kabul ederler ve bunu bu şekilde karşı tarafa yansıtabilirler. Ancak bizler üstelik profesyonellik derecelerimiz arttıkça öğrenilmiş, kazanılmış şablonları beynimizde görmeye ve kullanmaya başlarız.

Arkadaşımızla daha ilk karşılaşmamızda hem kendi beynimizde onun anne olmak istememesi durumu belirir hem de bunu beden dilimize farkına varmadan yansıtarak, ona da davranışlarımızla duygularımızı geçirmiş oluruz ve daha ilk karşılaşmada onda kaygıyı, stres düzeyini artırmış oluruz. Oysaki hayvanlar bizim gibi iletişim kurmazlar. İnsan-hayvan etkileşimi, hayvan destekli tedavilerde de aktivitelerde de bu nedenle kilit rol oynar. Otizmli çocukların hayvan destekli tedavi seansları da bu noktadan hareketle başlar ve sözel olmayan bu kıymetli iletişim gün gelir tedavi süresi sonunda o güne kadar anne babasına dahi bir kelime söylememiş bir çocuğun konuşmaya başlamasını sağlayabilir.

Kedilerle yaşayanların diğer insanlara göre kalp krizi riskinin azaldığı, kas ve kemik sağlıklarının daha iyi olduğu doğru mu? Nefes darlığı ve astım riskini düşürdüğü de söyleniyor. Bu kısım diğerlerinden daha ilginç. Çünkü kedi tüyünün hep alerji ve astımı tetiklediğini düşünürüz.

Kedilerin, köpeklerin çıkardıkları bazı sesler, atların yürüme hareketleri, bazı hayvanların fizyolojik hareketleri, salgıları, vücut ısıları elbette kendimizi iyi hissetmemizi sağlayabilir. Her şeyden önemlisi bizi mutlu eder, mutluluk hislerimizi artırır, kaygı düzeyimizi azaltır, stres düzeyimizi azaltır, özellikle kedi ve köpeklerle yapılan hayvan destekli tedavi çalışmaları bunları göstermiştir. Psikosomatik iyileşmelerin olmaya başlaması da tansiyonu düşürebilir.

Kedi ile yapacağınız oyun aktiviteleri bedeninizde hareket etmeyen veya daha az hareket eden bireylere göre elbette kas-kemik yapılarında da iyileşmelere yardımcı olur. Yalnız, yapacağımız her aktivite hastalıklarımızı iyileştirir gibi bir yanlış yargıya varmayalım lütfen. Hastalıkların tedavisi kanıta dayalı tıp uygulamalarının yetkilendirilmiş kişileri yani hekimler tarafından sunulan hizmetlerle mümkündür. Hayvan destekli tedaviler hastaların devam eden tedavi süreçlerini daha insancıl bir ortamda destekleyici ve evet, tedavi başarısını da artırıcı etkiye sahiptir.

Alerjen konusu bugün tıp bilimi dünyasında da tartışma konusudur. Ancak, ben bir halk sağlığı bilim doktoru ve veteriner hekim olarak kendi gelişimimde bana yol gösteren hem veteriner hem de tıp bilimleri içinde mikrobiyoloji, parazitoloji, entomoloji ve enfeksiyon hastalıkları ile ilgili hocalarımdan edindiğim tecrübeye göre şu düşüncelere sahibim: Kendinizi yaşamdan ne kadar soyutlarsanız, bebeğinizin, çocuğunuzun, yavru bir hayvanın dış ortamla diğer canlılarla temasını ne kadar keserseniz onu o kadar çok yabancılaştırmış olursunuz. Sonunda, bedeninizin hiç tanımadığı bir etken, mikrop vücudunuzda bomba etkisi yaratabilir.

Çocuk kaldırımda sürünebilir, elbette çöpten uzak tutacağız, aslında düşünürseniz çöp diye bir şey yoktur. Çöpü de bizler henüz atıklarımızı ayrıştırmayı tam olarak beceremediğimiz için kendimiz üretiyoruz. Sokaktaki çevreyi de yaşayan diğer canlıları da gene biz tehdit ediyoruz. Çöp ürettikçe karasinek mücadelesi vermek zorundayız veya atık sularımızı yönetemezsek sivrisineklerle mücadele etmek zorundayız.

Dolayısıyla sokakta yaşamak zorunda bırakılan kedi ya da köpek tüylerinde alerjenle, mikropla dünyaya gelmiyor. Ama sokakta kalmış olan bu hayvanları katı ya da sıvı atıklarla karşılaştırırsak elbette onların da bizlerin de sadece alerjen değil, çok şiddetli hastalık etkenleri ile karşılaşma ve hasta olma riskimiz de artar. Bir de bu açıdan düşünelim.

Sonuç olarak, lütfen bebeğimiz veya çocuğumuzun evde bir hayvanla yaşayıp yaşayamayacağına önce kendi aile hekimimize, kendi veteriner hekimimize danışarak karar verelim. Her şey sağlıklı ise, hem insan hem de hayvan açısından bir sorun yoksa ondan sonra evde birlikte yaşayabileceğimiz, sorumluluğunu alabileceğimiz, mizacı uygun olan bir kedi veya köpekle birlikte yaşamaya başlayalım.

Evimizde kedi beslemek onunla duygusal ve fiziksel temasta bulunmak tedavi için yeterli mi? Bir doktor gözetiminde mi olmak gerekir?

Burada biraz dikkatli olmamızı öneriyorum. Sağlık ve hastalık kavramları günümüzde ne yazık ki çok basite indirgenmeye çalışılıyor. Bir hastalık bedende normal dışı patolojik, fizyolojik reaksiyonlara yol açarak, yaşamı tehdit edecek noktaya gelebilir. Hastalıkların tedavisi kanıta dayalı tıp bilimlerinin pratisyen hekimler veya gerektiği durumlarda da konusunda uzmanlaşmış hekimler tarafından uygulanmasıyla yapılabilir.

Hayvan destekli aktivitelerde bir sağlık sorunu veya hastalık olmak zorunda değildir. Yani herkes kedileri, köpekleri sevebilir; tabii doğru iletişim kanallarını kullanarak. Onlarla vakit geçirebilir, oynayabilir, yürüyebilir, koşabilir. Yalnız, hayvan destekli tedaviler başka bir alandır. Bir tedaviden söz ediyorsak hasta vardır, hastanın hekimi vardır, hastalık vardır, o hastalığa özgü kullanılan ilaçlar vardır, hasta yakını, hasta bakıcı, hayvan destekli tedavi uygulayan uzmanlar, veteriner hekim vardır. Bu nedenle hayvan destekli tedaviler herkes tarafından her yerde ve her hayvanla asla yapılamaz, sonuçları da çok ağır olabilir. Bunun altını iyi çizmemiz gerekiyor.

Diyelim ki siz hayvanlara yaklaşamayan, korkan bir çocuğu alıp, hastalığına veya ona iyi gelebileceğine karar verip, onu gelişigüzel bir ortamda bir at çiftliğine götürüp, hiç uygun olmayan bir atın üzerine bindirmeye zorladığınızda çocuk yaralanabilir, at yaralanabilir, ortamdaki diğer insanlar zarar görebilir. Dolayısıyla bu tarz uygulamaların -ki dikkatli olunmadığı sürece sağlıklı kişiler için de at binme aktiviteleri tehlikeli olabilir- uzmanlar eşliğinde iyi planlanması gerekir. Bakın burada hasta-hastalık-tedavi yoktur.

Hayvan destekli aktiviteler başka bir konudur. Lütfen tedavi ile aktiviteleri karıştırmayalım. Hayvanla birlikte yaşamanın sayısız olumlu yanları vardır. Başta oyun aktiviteleri olmak üzere, eğlenceli, hem onu hem de sizi mutlu edebilecek, psikolojik, sosyolojik ve fizyolojik olumlu reaksiyonlar elde edebileceğiniz çok sayıda aktivite olabilir.

Elbette sağlığımızın korunmasına ve geliştirilmesine çok katkısı vardır. Ancak unutmayalım ki, bunlar tedavi değildir. Hayvan destekli aktiviteler sağlıklı olan bireyleri psikolojik, sosyal, fizyolojik açıdan rahatlatan, iyi olmamızı, yüksek stres, kaygı yalnızlık ve mutsuzluk duygu durumları gibi olumsuz durumları azaltmamıza destek olan aktivitelerdir.

“Hayvan Destekli Tedavi”de kedi dışında kullanılan hayvanlar hangileri? Uygulandığı alanlardan bahsedebilir misiniz?

Hayvan destekli tedavilerde eşliğinden sıklıkla yararlanılan hayvan köpektir. Çünkü köpekler mizaç ve özellikle fiziksel rehabilitasyon, meşguliyet-beceri geliştirilmesi gereken hastalıkların tedavisinde terapilerde uygulanan yöntemleri destekleyici uygulamaları terapistler eşliğinde komut alarak yapabilen hayvanlardır. İkinci sırada at destekli tedavi gelmektedir.

Bu tedavi modelinde de ağırlıklı olarak serebral palsi gibi hastalıklarda motor becerilerin geliştirilmesi ve rehabilitasyonu amacıyla atların yürüyüş ve kas aktivitelerinden yararlanılmaktadır. Bu nedenle, hiçbir şekilde bu tedavi modelleri gelişigüzel, her at çiftliğinde her at eşliğinde uygulanamaz. Bu tedavi modellerinde köpek, at, kedi, yunus, akvaryum vb. eşliklerinden yararlanılacak hayvanlar önce sertifikalandırılır. İyi bir eğitim sonrasında terapistleri ile çalışır seviyeye geldikten sonra terapi süreçlerine dâhil olurlar.

Bu süreçlerde de mutlaka hayvan haklarının, refahının ve etiğinin korunması gereklidir. Bu çok geniş bir alan, ancak özetle örnekler verecek olursam köpek destekli tedaviler daha çok otizm, down sendromu gibi yaygın gelişimsel bozuklukların tedavisinde ve rehabilitasyonunda; kanser, nörodejeneratif hastalıklar, psikiyatrik sağlık sorunları gibi pek çok kronik hastalıklarda; konuşma bozuklukları, şizofreni, depresyon vb. pek çok sağlık sorununun tedavi ve rehabilitasyonunda destekleyici olarak uygulanır.

At destekli tedaviler madde bağımlılığı, serebral palsi gibi motor becerilerin, kas aktivitelerinin geliştirilmesinde, şiddet görmüş kişilerin rehabilitasyonunda uygulanır. Kedi destekli tedaviler son yıllarda özellikle psikolojik sağlık sorunlarının rehabilitasyonunda uygulanır. Akvaryum destekli tedavi modelleri ise Alzheimer, demans, gibi nöropsikiyatrik sağlık sorunlarında, yunus destekli tedaviler yaygın gelişimsel bozukluklar ve bazı kronik dejeneratif hastalıklarda kullanılmaktadır. Bu uygulamalar, kanıta dayalı tıp çalışmaları ile incelenmekte ve gelişmeye devam etmektedir. Dünyada her yerde yapılan uygulamalar değildir.

Özelleşmiş ve uzmanlaşmış merkezlerde ve sağlık otoriteleri eşliğinde planlı ve programlı yapılan uygulamalardır. Hayvan destekli tedavi (HDT), hasta-hekim-hastalıkHDT uzmanı-terapi hayvanı ile birlikte iyileştirilmesi veya geliştirilmesi önceden he deflenen bir hastalığa-sağlık sorununa yönelik olarak planlanan aktivitelerin belirli bir sürede (bir günde veya bir hafta sonu değil) uzman sağlık ekibi eşliğinde (bu ekibe zaman zaman bir psikolog, sosyolog, veteriner hekim, fizyoterapist, psikiyatrist, nörolog, vb. uzmanlar katılabilir) yapılır. Her seans kayıt altına alınmak zorundadır. Fizyoterapistler ve meşguliyet-beceri geliştirme terapistleri çoğunlukla HDT uzmanı olurlar.

Hastalığa göre değişen bir yöntem mi, yoksa tüm hastalıklar için genel bir uygulama mı söz konusu? Bu tedavi yöntemi ülkemizde ne zamandır uygulanıyor?

Hayvan destekli tedaviler hasta-hekim-hastalık üçgeni varsa uygulanabilir. Bu ihtiyacı hastanın hekimi ve hasta yakınları belirtebilir. Hasta yakınları hiçbir zaman hekimlerine danışmadan hareket etmemeli, hastalarını alıp aktivite yaptırmak adına onları hayvanlarla uygun olmayan ortamlarda buluşturmamalıdır. Hayvan destekli aktiviteler ise sağlıklı bireylerin birlikte yaşadıkları kedi, köpek, at, kuş, balık vb. hayvanlarla hayvan haklarına, refahına ve etiğine uygun olacak şekilde yapabilecekleri faaliyetlerdir.

Türkiye’de hayvan destekli tedavi genel olarak uygulanan bir yöntem değildir. Hastalık tedavi sürecinde de hekimlerinin onayı olmadan ailelerin bu tarz aktivitelere yönelmesi doğru olmayacaktır. Ancak, hekimlerine danışarak, bilgi paylaştıkları takdirde hekimleri de onların bu tedavilerden nasıl yararlanabilecekleri yönünde doğru bilgilendirip yönlendirdikleri takdirde çok güzel sonuçlar alınabileceği unutulmamalıdır.

Ülkemizdeki tek örneği Antalya’da İlgi Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi’nde görebiliriz. Köpek destekli tedavi zihinsel, ruhsal engeli olan, yaygın gelişimsel bozuklukları olan, serebral palsili çocuklara profesyonel olarak uygulanmaktadır. Dilek Hanım ve eşi Cumhur Bey, Amerika’da bu konuda eğitim almış olup, Cumhur Bey’in at destekli tedavi konusunda da çalışmaları bulunmaktadır. Ve bu arkadaşlarımız yaptıkları hizmeti öğrenmeye hevesli olan, bu işi yapmak isteyenlere de öğretiyorlar.

Antalya’da katılımcılara, terapi seanslarını izleme ve gözleme fırsatı sunan ve deneyimlerini paylaşmaya çok açık olan, çalışmalarına sadece bizi değil, yurt dışından stajyerleri de kabul ederek dünyaya kanıtlamış olan, bu işi gerçek anlamda hakkını vererek yapan, hastalarının, o küçücük çocukların gözlerinde sevgi, umut ışığı olmuş fizyoterapist, köpek destekli HDT uzmanı Dilek Tunçay Elmacı ve rehabilitasyon merkezinde kendisini bu işe adamış diğer terapist, psikolog, eğitimci arkadaşları da takdire şayan işler yapıyorlar.

Bu konuda Türkiye’de araştırmaları bulunan Uludağ Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi Veteriner Hekimlik Tarihi ve Deontoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Türel Özkul Hocam da kanıta dayalı hayvan destekli tedavi uygulamalarının artması yönünde önemli bilimsel çalışmalar ve projeler yürütmektedir. Bizler bu konunun Türkiye’de titizlikle ve dikkatli ele alınması ve doğru anlatılması yönünde önemli bir çaba gösteriyoruz. Bu amaçla, yaptığımız bu söyleşi de daha kıymetli oluyor bizim için. Çünkü konunun kamuoyuna doğru anlatılması, insan-hayvan etkileşiminden başlayarak hayvan destekli aktivitelerin ve tedavilerin ne olduğunun iyi sunulması çok önemli.

Sayımız az olmakla birlikte ekip olarak bu konuda akademik ortamda dünyada söz sahibi de olduğumuzu belirtmek isterim. Uygulamalara geçiş konusunda, evet mevcut ekonomik alt yapı, suistimallere hem insan hem hayvan hakları açısından çok açık bir konu olması sebebiyle, diğer ülkelere göre daha yavaş ve temkinli adımlar atıyoruz.

Ancak, uygulamaları yapanlar Fransa, İtalya, İngiltere, Slovenya, Slovakya, Çek Cumhuriyeti gibi ülkelerden hayvan destekli tedavilerin etki mekanizmaları konusunda bizleri ziyaret ederek konunun bilimsel zemini hakkında bilgi almak isteyip, “Ülkelerimizde bu uygulamaları yapıyoruz ama sizin anlattıklarınızın hiçbirini bilmiyorduk, teşekkür ederiz” deyip ülkelerine dönüyorlar. Dolayısıyla bizler de diğer ülkelerdeki akademisyenleri ve uzmanları bu konuda eğitebiliyoruz.

Bu yöntem yalnız hayvanlarla iletişimi iyi insanlar için mi geçerli? Kediye, köpeğe hiç dokunmamış, dokunmaktan ürken birinin tedavisinde de uygulanabilir mi?

Bu soru için ayrıca teşekkür ederim. Hayvanla iletişimi iyi olmayan bir insanın insanla iletişimi de iyi olmaz bence. Şöyle ki, sevmek zorunda değiliz. İnsanı da sevmek zorunda değiliz. İnançlarımız gereği de düşünürsek bizler her canlıya saygı duymak zorundayız. Mesela bir hayvandan huylanabiliriz, bu doğal bir duygudur, korkabiliriz… Tiksinmek, işte burada duralım lütfen! Bu güzel bir duygu değildir. Topraktaki solucandan, kurttan ürkebiliriz ama lütfen içimizden yükselmeye çalışan o “iyyyy” sesini artık yok edelim ve tiksinmeyelim.

Dolayısıyla farkına varmayız ama güzel olmayan, doğal olmayan duygular her zaman şiddeti de besler. Peki biz hayvanlarla iletişim kurmayı becerebiliyor muyuz? Her hayvanı fiziksel temas kurarak sevmeye çalışmak gibi bir problemimiz var, bunu çocuklara da yapıyoruz. Bu da doğru değil. Hayvan doğasında ilk karşılaşmada tokalaşma gibi fiziksel bir temas yoktur. Kendi güven alanları, yaşam alanları vardır.

Önce durarak bizleri o alanların içine dâhil edip etmeyeceklerini anlamamız gerekir. Isırık vakalarının çoğunun öyküsüne baktığınızda duran, yatan, uyuyan, kendi hâlindeki bir köpeği sevmeye çalışırken ısırılma vardır. Dolayısıyla, aslında ilk aşamada insan-hayvan etkileşimi bağının gelişmesi o ilk karşılaşma anında sözel, fiziksel olmayan iletişimle başlar. Terapi bir süreçtir. Terapinin bir uygulama ortamı vardır. Materyaller vardır.

Terapist ve belki hastanın hekimi terapi öncesinde ortamda yapılacak çalışmaları hedefe yönelik olarak planlar, önceden kontrol eder, ilk aşamada terapi köpeği olmadan hasta izlenir, çalışmalara yönlendirilir, daha sonra zamanı geldiğinde terapist eşliğinde terapi köpeği de ortama dâhil edilir ve süreç başlar. Korku yönetilebilir bir duygudur. Burada önemli olan hekimin hastası için istediği kazanımların neler olduğunun, hangi çalışmaların yapılabileceğinin ve beklenen sonuçların iyi belirlenmesi. Örneğin el becerisinin geliştirilmesi hedef ise yapılacak aktivite çocuğun makasla mama kesip köpeğin mama kabına koyması olabilir; köpek için resim yapıp ona sunması olabilir, dokunma ve temas gerektirecek fizyoterapi çalışmaları olabilir...

Hastanın ajite davranışları, ağlama, bağırma, fiziksel hareketlilik vb. davranışlarının yönetilmesi gereklidir. Dolayısıyla daha önce hayvanla temas etmemiş veya ona dokunmamış olması problem değildir. Önemli olan bütün bu süreçlerin ilk andan tedavi bitimine kadar, (bu uygulamalar çoğu zaman hayat boyu sürebilir) tüm tedavi sürecinin riskler açısından hem hayvan hem insan sağlığı ve refahı gözetilerek kontrol altında tutulmasıdır.

Tedavide insan-hayvan etkileşimi güçlü duygusal bir bağ oluşturduktan sonra hayvanın kaybolması veya ölümü durumunda ne yapılıyor? Bu durum o zamana kadarki çalışmaları boşa çıkarmaz mı?

Elbette bu olabilecek üzücü bir durum; ki dünyada pek çok terapistin ve Dilek Hanım’ın da başına gelen bir durumdur aynı zamanda. Hastayla paylaşılması çok önemlidir. Hiçbir zaman profesyonel bir terapist HDT uzmanı tek hayvanla çalışmaz. Çalışamaz, çünkü hayvan haklarına ve refahına aykırıdır. Bakın, bu tedavi süreçlerinde eşliklerinden yararlanılan hayvanlar da tıpkı terapistleri gibi belirli sürelerde seanslara katılmakta ve gün içinde bir iş üretmektedir, çalışmaktadır.

Dolayısıyla sürekli aynı hayvan birden fazla sayıda seansa dâhil edilemez. Yorulur, hiçbir hayvanın, hiçbir insanın sürekli çalışmak gibi bir gücü yoktur. Bu nedenle, dinlendirilerek eşliklerinden yararlanılabilir. Bu amaçla, birden fazla sayıda, hatta profesyonel merkezde en az 3-4 terapi köpeği olmalıdır. Ölüm ne yazık ki her canlıyı bulmaktadır.

Terapi köpeğinin kaybolması tabii başka bir sorundur. Bu gibi sorunların olmaması için zaten hayvan hakları, hayvan refahı ve etiği sağlanmadan terapilerde hayvanların eşliğinden yararlanılamaz. Köpeğin ölümünün, rehabilitasyon merkezine terapiye gelen hastalarla paylaşılması ayrıca önemli. Mümkünse tüm çalışanların, hasta yakınlarının ve diğer köpeklerin katılımıyla bir veda yemeği verilerek ya da bir pasta kesilerek ölen köpeğe saygı sunulması, teşekkür edilmesi terapi hastaları için bundan sonraki adımları kolaylaştıracaktır.

Devam eden terapilerde diğer köpekler rahatlıkla süreçlere dâhil edilebilir ve çalışmalara devam edilir. Elbette, başından itibaren bir plan ve program dâhilinde çalışan ekip profesyonel ise bu durum devam ettirilebilir.

Dediğim gibi, hiçbir zaman tek köpek ile bu çalışmalar yürütülmez. Aralıklı olarak hastalar diğer köpeklerle de bir araya getirilir, grup çalışmaları ve aktiviteleri ile hem diğer köpeklerin hem de hastaların etkileşimleri planlı olarak sağlanır.