Herkes kendi adına hasar tespiti yapmalı

Depremin gerçekleştiği ilk günden bugüne kadar devam eden çalışmaları, bundan sonra yapılması gerekenleri İHH Mütevelli Heyeti Üyesi Serkan Nergis’le konuştuk.
Depremin gerçekleştiği ilk günden bugüne kadar devam eden çalışmaları, bundan sonra yapılması gerekenleri İHH Mütevelli Heyeti Üyesi Serkan Nergis’le konuştuk.

Kahramanmaraş merkezli depremler maalesef 10 ilde çok büyük bir hasar bıraktı. Depremin hemen ardından ilk etapta yapılması gereken ise arama kurtarma çalışmalarıydı. Diğer STK’lar gibi İHH da çok sayıda vatandaşımızı bu çalışmaları sayesinde enkazlardan sağ olarak kurtardı. Depremin gerçekleştiği ilk günden bugüne kadar devam eden çalışmaları, bundan sonra yapılması gerekenleri İHH Mütevelli Heyeti Üyesi Serkan Nergis’le konuştuk.

Kahramanmaraş merkezli ilk deprem 6 Şubat günü, sabaha karşı oldu. İHH olarak siz bu afetten ne zaman, nasıl haberdar oldunuz?

Biz o gün yaklaşık olarak saat 4.30-5 gibi bölgedeki arkadaşlarımız vesilesiyle durumdan haberdar olduk. Sonrasında depremin büyüklüğü ve gerçekleştiği bölge hakkında bir değerlendirme yaptık. Afetin boyutlarından ötürü çok büyük bir yıkıma sebep olacağını tahmin ettik ve derhal Türkiye’deki bütün arama-kurtarma ekiplerimizi teyakkuza geçirdik. Ekiplerimizin büyük bir kısmı 5.30’da hareket etmeye hazırdı. Reyhanlı ve Kilis’teki lojistik merkezlerimiz depremden çok etkilenmemişti. Böylece onları hem gözlem yapmaları hem de çalışmaları başlatmaları için hemen sahaya yönlendirdik. O sabah 6-6.30 gibi oradaki ekiplerimiz çalışmaya başladı. Gelen bilgiler doğrultusunda yaklaşık bin 500 kişilik ekibimizle iletişime geçerek hazır olanların yakın illere doğru yola çıkması talimatını verdik.

Hâlâ hazırlanmakta olan ekipleri de hazırlıkları bittiğinde benzer şekilde bölgeye yönlendirdik. Bu esnada koordinasyon merkezimizi kurduk. Saat 7’de arkadaşlarımız ekiplerin koordinesini gerçekleştirmek üzere çalışmaya başlamışlardı. 7.30-8 gibi, yaklaşık 90 kişiden oluşan birinci sınıf eğitimli arama-kurtarma ekibimiz AFAD’ın koordinasyonunda İstanbul’daki ekiplerin bölgeye sevki için hazırlanan uçaklardaydı. Biz de buradan başkanımız Bülent Yıldırım’la birlikte 7-7.30 gibi kara yolundan Hatay’a doğru yola çıktık.

“Artık Antakya diye bir yer yok!” dediğimi hatırlıyorum

Deprem bölgesine vardığınızda ilk olarak nereye gittiniz ve nasıl bir tabloyla karşılaştınız?

Biz ilk gün akşam saatlerinde, görece daha az hasar almış olan Adana’ya vardık. Otobanda, Niğde tarafında birkaç kez kar fırtınasına yakalandık. Kazalar vardı, tırlar yolu kapatmıştı. Biz arabada 1 saate yakın oturup bekledik. Bölgeye ulaşamayacağımızı düşünmeye başladık. Daha sonra polisler bize ve oradaki ambulanslara bir koridor açtı, oradan gittik.

Adana’da önce enkaz bölgelerine gittik. Bir enkazda Muğla arama-kurtarma ekibimizin çalışmaya başlamış olduklarını gördük. Oradaki ekiplerin bir kısmını, yetkililerle görüşerek daha fazla ihtiyacın olduğu Adıyaman’a sevk ettik.

Hava biraz kararırken İskenderun’a geçtik ve açıkçası şok oldum. Yıkım bekliyordum ama bu tarz bir yıkım değil. Şehre girdiğinizde içinize bir ürperti geliyordu. Hava soğuk, elektrik yok, insanlar enkaz başında ateş yakmış. Hayalet şehir gibiydi. İletişim yok, enkazdan dolayı yollar kapalı, bir yandan çalışmalar yapılıyor. Orada olan Antalya ekibimizle irtibat kurup yerlerini öğrenip, yanlarına gittik. İskenderun’da koordinasyon merkezi ve depo olarak kurulan yeri ziyaret ettik. Yapılacak işlerin koordinasyonunu gerçekleştirdik. Sonra arama-kurtarma ekipleriyle tekrar enkazlara geçtik. Sabaha karşı Hatay Reyhanlı’daki ana koordinasyon merkezine ulaşıp, durum değerlendirmesi yapmamız gerekti. Reyhanlı nispeten iyi durumdaydı.

Sabah saatlerinde direkt Antakya’ya gittik. Antakya’ya gittiğim zaman… Bunu anlatmakta çok zorlanıyorum. Bombalanan şehirleri görmüş birisi olarak Antakya’ya girdiğimde bir şok yaşadım. Antakya’yı tanıyorum çünkü biz o bölgelerde yoğun çalışmalar yapıyoruz. O kadar hayret içerisindeydim ki… Neresi neresiydi, burada ne vardı, bu yol hangi yoldu? Enkazlar birbirine karışmış, hasar almayan bina neredeyse yok... Arama-kurtarma çalışmaları devam ederken arkadaşlarımız aş evi kurmuşlar, yemek dağıtıyorlardı. Herkes koşturuyordu. İnsanlar enkazlarda yakınlarını arıyor veya enkazda olup olmadığını öğrenmeye çalışıyordu. Bir noktada kendi kendime şunu söylediğimi hatırlıyorum: “Artık Antakya diye bir yer yok!” Depremin dokunmadığı bina yoktu, durum çok ciddiydi. Bir yandan ekiplerimizle istişare ederek çalışmalar hakkında bilgi alıp bir yandan da bölgeye gelen yeni ekipleri koordine ettik. Depremin vurduğu 10 ilin tamamında da ilk gün koordinasyon merkezleri ve depolar hazırlandı. Antakya’daki arkadaşlarla oraları gezip arama kurtarma çalışmalarına katıldıktan sonra Kilis’teki ana koordinasyon merkezimize geçtik. Orası da nispeten daha iyi durumdaydı. Durum değerlendirmeleri yapıp Gaziantep’e geçtik. Gaziantep merkezde diğer bölgelerden daha az yıkım vardı ama ilçelerdeki yıkım çok büyüktü. Kahramanmaraş’a geçince başka bir şok daha yaşadım. Özellikle eski Maraş denilen bölgenin nerdeyse tamamı yıkılmıştı. Ardından Adıyaman... Maalesef burası da Maraş ve Hatay gibi büyük bir yıkımla karşı karşıyaydı. Dördüncü günden itibaren artık koordineden ziyade ekiplere moral verme telaşına düştük. Çünkü çok büyük bir yıkım vardı, yapılan iş çok zordu, herkes canhıraş çalışıyordu. Düşünün bir sürü enkaz var, bunlardan ses geliyor ve siz hepsine yetişemiyorsunuz. Dolayısıyla burada çalışan insanların morallerinin de yüksek olması gerekiyordu. Son olarak Malatya’yı dolaşarak 8. günde İstanbul’a döndük. Bu süre zarfında Suriye tarafında Cinderes ve Azez bölgelerine de geçip yıkımı görüp durum değerlendirmesi yaptık. Depremin vurduğu bölgenin tamamını dolaşmış gözlemlemiş olduk.

İHH, arama-kurtarma dışında bugüne kadar neler yaptı?

Bu tarz afetlerde çeşitli çalışma alanları vardır. İlk organize etmeniz gereken şey arama-kurtarma faaliyetleridir. Biz ilk iş olarak yaklaşık bin 500 kişiden oluşan, tamamı eğitimli arama-kurtarma ekiplerimizi bölgeye sevk ettik. İkinci aşama depremden kurtulanların acil ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Onun için de ayrı bir ekibin çalışma yapması gerekiyordu. Kilis ve Reyhanlı başta olmak üzere aşevlerimizde sıcak yemek, özellikle de çorba üretmeye başladık. İstanbul, Tuzla’da bulunan tır şeklindeki gezici aşevimizi de ilk gün bölgeye sevk ettik. Türkiye’nin her yerindeki bağışçılarımıza bir bilgilendirme geçerek her türlü yardıma ihtiyaç olduğunu, her türlü bağışı kabul ettiğimizi duyurduk. Burada şuna da dikkat ettik. Biz İHH olarak depremin birinci gününde binlerce insanı deprem bölgesine getirebilirdik. Ama bu çok mantıklı bir şey olmazdı, avantaj değil dezavantaj sağlardı.

Koordinasyonu sağlayamazsanız gönüllüler artı değil eksi olur

Bu noktada şunu soralım; Bölgeye gidip yardımlara dahil olmak isteyen ama “Acaba orada ayak bağı mı olurum” diyen insanlar oldu. Sizce eğitimsiz gönüllülerinin bölgeye gitmesi doğru mu?

Eğitimsiz gönüllüleri oraya götürebilirsiniz. Çünkü insan gücüne ihtiyaç duyulan noktalar var. Önemli olan burada koordinasyonu sağlamak. Söylediğim gibi ben ilk günlerde birden on bin kişiyi bölgeye sevk edebilirdim ama bu doğru bir planlama olmazdı. Afetin ilk günlerinde ön plana çıkması gereken şey arama kurtarma çalışmalarıdır. O ekiplerin bölgeye yönlendirilmesidir. Yemek ve su dağıtımını, barınmayla alakalı çalışmaları koordine edecek ekiplerinizi geri planda tutarsınız. Yani arama-kurtarma ekibiyle bu ekibi ayrı çalıştırmanız gerekiyor. Bu koordinasyonu sağlayamazsanız o gönüllüler size artı değil eksi olur. Şöyle düşünün; bir afet bölgesi, her yer yıkılmış, arama kurtarma çalışması yapıyorsunuz. Oraya binlerce insan getirdiniz. Belli bir noktadan sonra bu insanların barınma, yemek, dinlenme ihtiyaçlarını da karşılamanız gerekecek. Bunun için de koordinasyon şart olacak. Bu nedenle biz gönüllüleri ikinci günde getirmeye başladık. İlk önceliğimiz 48 saatte arama kurtarma ekiplerinin tamamının bölgeye sevki ve bunun koordinasyonuydu. AFAD’ın bölgeye gönüllü götürmesi doğru bir adımdı çünkü insan gücüne ihtiyaçları vardı. Ben İHH olarak gönüllülerimi tasnif ettim. İlk gidenler de teşkilatlarda su dağıtıp yemek dağıtacak, aşevinde çalışıp işin ucundan tutacak, tecrübesi olan arkadaşlardı. Tecrübesiz gönüllüleri daha sonraki günlerde bölgeye sevk ettim.

Okurlarımızın kafa karışıklığı yaşamaması adına şöyle sormak istiyorum: Bugün takvimler 24 Şubat 2023’ü gösteriyor ve arama-kurtarma çalışmaları artık maalesef azalmış ya da sonlanmış görünüyor. Peki, İHH şu an bölgede neler yapıyor?

Şu an AFAD ve devlet yetkilileri belirli açıklamalarda bulundu. İllerin bir kısmında arama kurtarma çalışmaları son buldu. Biz oradaki ekiplerimizi çektik. Kahramanmaraş’ta ve Hatay’da parça parça devam ediyor. Onun ne zaman biteceğini bilmiyorum. Bölgede bulunan arama kurtarma ekiplerindeki arkadaşlarımın şu an yaptığı iş cenazelere ulaşmak. Onun haricinde, dediğim gibi bu çalışmaları ikiye ayırıyoruz: Bin 500 kişiden oluşan arama kurtarma ekiplerimiz ve diğer tarafta sayısı 10 bini bulan geri plan hizmetlerindeki gönüllülerimiz var. Çadır kurulumdan yemek, battaniye dağıtımına, ihtiyaçların belirlenmesinden ulaşılamayan köylere ulaşılmasına kadar ilk günden itibaren çalıştılar. Bu çalışmalar hâlâ devam ediyor.

Arkadaşlarım tükenene kadar çalıştı

Bölgede uzun süre kalan arama- kurtarma ekiplerinin psikolojik olarak çok etkilendiği söyleniyor. Sizin arkadaşlarınız kaç gündür bölgedeler? Dönüşümlü mü çalışıyorlar?

Normal şartlarda, mesela Elâzığ yahut İzmir depreminde, arama kurtarma ekiplerimi bölgeye sevk ettikten sonra onlar orada vardiyalı olarak çalışmıştı. Yani 24 saatin içinde 8’er saatten 3 ekip çalışıyordu. Fakat burada böyle bir şey hiç kimse için söz konusu değildi maalesef.

Çok büyük bir yıkımla karşı karşıyaydık. Arkadaşlarım tükenene kadar, belirli bir saat sınırı olmadan çalıştı.

Mesela Antalya ekibimiz, İskenderun’daki enkazda aralıksız 20 saat çalıştı. Normalde ekip olarak dinlenilir. Burada insanlar birer birer dinlendi. 10 kişiden oluşan ekipler, 7. saatte hem fiziksel hem de psikolojik olarak tükeniyor. Bunlardan üçü ayrılıp, yarım saat, bir saat gibi kısa sürelerde dinlenip geri geliyor. Sonra başka bir üçlü dinlenmeye gidiyor. Bu şekilde çalışıyorlar. Hiçbir şekilde ekibin tamamı aynı anda dinlenemiyor çünkü o ekibin yerine başka bir ekip gelemiyor. Beş kişilik bir ekip varsa onlar da birer birer dinleniyor. Özellikle ilk iki gün boyunca, günlük 3-4 saatlik uykularla ve birebir insan gücü gerektiren enkazlarda çalışmalar yürüttüler.

Çözülmesi gereken asıl problem insanların psikolojileriyle alakalı Şu an daha ziyade acil yardımlar üzerinde duruyoruz. Peki 3 -6 ay ve önümüzdeki bir yılda, yani bu akut durum geçtikten sonra bölge için neler yapmak gerekiyor?

En önemli unsurlardan biri barınma. Devlet ve sivil toplum kuruluşları konteynerlerle orta vadeli bir çözüm ürettiler. Bu çok faydalı olacak. Devlet oranın yeniden inşası noktasında da gayret gösteriyor. Doğrusu biz çok büyük bir milletiz. Devletimizle, STK’larımızla, halkımızla işin maddi kısımlarıyla alakalı şeylerin üstesinden geliriz. Fakat çözülmesi gereken asıl problem oradaki insanların psikolojileriyle alakalı. Çok yoğun bir şekilde psiko-sosyal desteğe ihtiyaç olacak. Özellikle çocuklar ve kadınlar için. Biliyorsunuz biz Marmara bölgesinde 1999 depremini yaşadık. Üzerinden geçen onca zamana rağmen insanlar hâlâ onun psikolojisini üzerlerinden atabilmiş değiller. Burada daha büyük bir yıkımdan ve nüfustan bahsediyoruz. Yaklaşık 15 milyonu etkileyen bir afet söz konusu. Bu 3 ayda, 6 ayda, 1 senede, 2 senede olur ama olur, bundan şüphem yok. Çok uzun bir süre evlere giremeyecekler. Girseler bile rahat edemeyecekler. En ufak harekette deprem oluyor hissi yaşayacaklar. Size şöyle bir örnek vereyim; ben bugüne dek yardım çalışmalarını organize etmek, koordinasyon ve raporlamayı gerçekleştirmek yahut bizzat yardım yapan ekibin içerisinde yer almak için 80’den fazla ülkede bulundum. Gazze, Suriye, Libya gibi savaş bölgelerine; 20 bin kişinin vefat ettiği deprem ve tsunami afetleri için Filipinler’e, deprem gerçekleşen bir başka ülke olan Haiti’ye gittim. 2011’de Japonya’da gerçekleşen depremdeyse koordinasyon ekibinin içerisindeydim. Maalesef bu kadar büyük bir afet, bu kadar geniş alana yayılmış bir yıkım görmedim. Ama bu kadar büyük bir yardım da görmedim. Hem maddi hem manevi olarak halkımız her türlü desteği verdi.

Devletimiz de aynı şeyi yaptı. İşin psikolojik tarafı önümüzdeki aylarda üstünde çok fazla durulması gereken bir mesele. İHH olarak biz çocuklara yönelik psiko-destek çalışmalarına başladık. Çadır kentlerde çocuklara etkinlikler düzenleniyor ve hayat normal seyrinde devam ediyor hissi verilmeye çalışıyorlar. Uzman psikologlarımız da aynı şekilde bölgedeki insanların sıkıntılarını gidermeye yönelik çalışmalar gerçekleştiriyorlar.

“Orada devlet yoktu, geç kalındı” söylemi afeti küçümsemek olur

Sürece bugünden dönüp bakarsak doğrularımız ve yanlışlarımız neydi? Yaşadıklarımızdan sizce ne ders çıkarmalıyız?

Öncelikle ben “Orada devlet yoktu”, “AFAD yoktu” tartışmalarına katılmıyorum. Bunu da onları savunmak ya da korumak için söylemiyorum. Biz gittiğimiz zaman devlet de AFAD da asker de oradaydı. Yeterli olup olmadığı ayrı olarak tartışılabilir. Bunun da kendince sebepleri var. Mesela göz ardı etmememiz gereken şeylerden bir tanesi hava muhalefetiydi ve bölgeye ulaşımı ciddi anlamda zorlaştırdı. İş makinası gibi büyük araçların bölgeye gitmesi hemen mümkün olmadı. Biz dahi ilk gün binek aracımızla kar fırtınasına yakalanıp otobanda mahsur kaldık.Aynı şekilde uçak ve helikopterler de sağlıklı şekilde kullanılamadı. Mesela bölgeye uçak göndereceksiniz ama havaalanlarının durumunu bilmiyorsunuz. Bazı pistler hasar almış oluyor. Hangi havaalanı elverişli, hangisi değil bunları bilemiyorsunuz. Her şeyi AFAD organize ediyordu fakat bölgedeki AFAD çalışanları da enkaz altında kaldı. Bu işlerin planlaması normalde şöyle gerçekleşir: Kahramanmaraş’ta bir afet olduysa oradaki AFAD birimleri bununla ilgilenir. Yetersiz kalındığı noktada daha önceden belirlenen komşu il müdahale eder. Ama bu tabloda hepsi enkaz altındaydı. Kimse kimseden yardım isteyemiyordu. Adana Hatay’dan yardım isteyecek, Hatay da enkaz altında. Hatay Antep’ten isteyecek, onlar da enkaz altında. Dolayısıyla “Orada devlet yoktu, geç kalındı” söylemi afeti küçümsemek olur. Ancak düşünmemiz gereken meselelerden biri iletişim konusudur.

GSM şirketleri resmen sınıfta kaldılar. Şapkalarını önüne koyup durum değerlendirmesi yapmaları gerekiyor.

Afetlerde en önemli iki unsur iletişim ve koordinasyondur. Orada iletişim çökünce doğal olarak koordinasyon da çöktü. Bazı bölgelerde mobil baz istasyonları gördüm fakat çok yetersizlerdi. Birkaç gün boyunca kimi şehirlerden hiç haber alınamadı. Biz kendi ekiplerimize dahi ulaşamadık. Van’daki ekibimiz Adıyaman’a gitti ve onlara uzun süre ulaşamadık. Kendileri inisiyatif alıp çalışmaya başladılar ama biz orada ne olup bittiğini öğrenemedik. Bu noktada belirtmem gerekiyor ki AFAD’in koordinasyonu deprem bölgesi dışından, Ankara’dan yönetmesi doğru bir hareketti. Fakat iletişim çöktüğünden koordinasyon aksadı. Bundan sonra iletişim problemiyle alakalı devletin birçok alternatif üretmesi gerekiyor. İletişimi sağlayabilirseniz koordinasyon da onunla gelir. Özetle şu an hepimizin hasar tespiti yapması lazım.

Mesela ben bir hafta sonra oturup yanlışımı ve doğrumu bulmalıyım. Benim Van’daki ekibim Adıyaman’a gidip enkaz çalışmaları yaparken ben ona niye, nasıl ulaşamadım? Bir daha böyle bir şey yaşanırsa ulaşmak için ne yapmam lazım? Bunu büyük ihtimalle devlet de yapacak. Ancak şunu da kaçırmamak gerek: hiçbirimiz bu kadar büyük bir afet beklemiyorduk. İlk etapta 6 binin üzerinde binanın yıkıldığına dair resmi bir açıklama vardı. Bunların 2 bin tanesinde arama kurtarma çalışması yaptığınızı düşünün. Her ekipte 10 tane arama kurtarmacı olsa, bu 20 bin eğitimli insan demek olur. Bu eğitimli insanlar da kendi içerisinde ayrılıyor. Örneğin bizim bin 500 kişilik eğitimli ekibimizdeki herkes derin enkaza giremez, tahkim yapamaz, tünel açamaz. Hesabımıza geri dönecek olursak bu 20 bin insanın yanı sıra yüzlerce iş makinasının da bölgeye gelmesi gerekiyor. Tabii iş makinaları da kendi içerisinde ayırılıyor. Mesela biz Antakya’daki enkazda çalışırken büyük tabyalar yolu kestiğinden arkadaşlarımız ilerleyemediler. O tabyaların kaldırılması için vinç gerekiyordu. Vinç bulup çağırdık fakat gelen vincin sürücüsü tonajının yeterli olmadığını, kaldırmaya çalışırken yıkıp daha çok zarar verebileceğini söyledi. Buna ek olarak yıkılan binalarla ilgili de şunu söylemek gerekiyor. Onların arasında 10-15 katlı binalar da mevcut. Eğer böyle bir enkaza 10 kişilik bir ekip gönderirseniz o ekibin bir hafta boyunca orada çalışması gerekiyor. O yüzden oraya bazen 30 bazen 40 kişi yollamanız gerekecek. Mesela bir tane site enkazından 800’e yakın cenaze çıkarıldı. Bunun yanında 20 saat aralıksız çalışıldığını söylediğim enkazdan da 5 kişi kurtarıldı. Bakın burada oturduğumuz yerden yaptığımız basit bir hesapla dahi olayın büyüklüğünü ve zorluğunu görebiliyoruz. Şunu çok net söyleyebiliriz ki bu büyüklükte bir enkaza, bırakın ilk 24 saati ilk 48 saat içerisinde kusursuz müdahale edebilecek tek bir devlet yok dünyada. Bunu bugüne kadarki tecrübeme dayanarak söylüyorum. Aksine Türkiye gerek devletiyle gerek sivil toplum kuruluşuyla gerekse de halkıyla birçok ülkenin yapamayacağını yaptı.

Bu boyutta bir felakete müdahale edebilecek gücün olmadığı aşikâr. Madem afetlere gebe bir ülkede yaşıyoruz, yaşam alanlarımız ve yapılarımız hakkındaki bilincimizi artırmamız gerekmiyor mu?

Ben bu konunun uzmanı değilim ama şunu söyleyebilirim, Maraş, Malatya, Adıyaman’a gittiğim zaman yıkılanların daha ziyade eski evler olduğunu gördüm. Fakat Hatay ve Antakya’da böyle bir ayrım yoktu. Mesela 2 yıl önce yapımı tamamlanmış bir site tamamen çökmüştü. Geriye doğru yatmış ama olduğu gibi duran, neredeyse çatlak bile olmayan binalara da şahit olduk. Uzman arkadaşlarımız onların da yanlış zemine yapıldığını söyledi. Tekrar edeyim konunun uzman değilim ama birçok yerde yıkılan binaların betonunu avucumuzla kırabildiğimizi gördük.

Bir İstanbul depremine karşı eylem planımız hazır

Sizin İHH olarak İstanbul depremi için bir planınız var mı?

Biz öncelikle kendi binalarımızı düzenli bir şekilde depreme hazırlıklı hâle getirdik. İkinci olarak Tuzla’da çok büyük bir koordinasyon merkezi kurduk. Devasa bir merkez. İçerisinde koordinasyon, depo ve lojistik için farklı alanlar mevcut. Zemin etüdünden binanın sağlamlığına kadar tüm kontrollerini gerçekleştirdik. 8-9 şiddetindeki depremlere kadar dayanıklı çok güçlü bir merkez bu. Bunun yanı sıra Bursa’da bir koordinasyon ve lojistik merkezimiz mevcut. Bunun bir benzerini Konya’da inşa ediyoruz. Aynı şekilde Ankara’da da bir merkez açmayı planlıyoruz. Ayrıca genel merkezimizi taşıma konusunda bazı düşünceler var. Bu çalışmalarının haricinde bizim her ilde eğitimli arama-kurtarma ekiplerimiz var. Normal şartlarda biz bütün koordinasyonu İstanbul’dan sağlıyoruz. Fakat muhtemel bir İstanbul depreminde -bu depremdeki gibi- bizimle iletişimleri koparsa nasıl bir yol izleyeceklerine dair eylem planları hazır. Her ilin arama-kurtarma ekiplerinin İstanbul’da olası bir deprem durumunda hangi bölgeye gideceği bile bellidir. Koordinasyon merkezini nereye kuracakları, İstanbul’dan kimseye ulaşamazlarsa süreçleri nasıl yürüteceklerine dair planlama da hazırlıyoruz.

Afet anında nasıl hareket etmemiz gerektiğini bilmiyoruz

Deprem bölgesinde çalışmalara dahil olmuş biri olarak sizin bireysel olarak hayatınıza dahil ettiğiniz ya da herkesin yapması gerektiğini düşündüğünüz bir şey var mı?

Öncelikle insanlar bir deprem ülkesinde, sürekli bu tedirginlikle yaşamalarına rağmen maalesef afet anında nasıl hareket etmeleri gerektiğini bilmiyorlar. Mesela bu afette bizim en fazla cenaze çıkardığımız yerlerden biri merdiven boşluklarıydı. Deprem esnasında 10 katlı bir binadan kaçmaya çalışmak mantıklı değil, merdiven boşluğu en korunmasız olduğunuz yerdir. Evde depreme yakalandığınızda yapabileceğiniz en temel şey yatak yahut koltuğun kenarına uzanmaktır. Sizi koruma potansiyeli olan ilk hareket budur ve size yaşam üçgeni oluşturabilir. İkincisi deprem çantasıdır. Bu çantanızı evin ulaşılabilir bir yerine koymalı ve içerisindeki pilli cihazlarınızın çalışıp çalışmadığını, yiyeceklerin durumunu, 6 ayda yahut senede bir düzenli olarak kontrol etmelisiniz. Bunun yanında deprem anında çantanın içindekileri de dikkatli kullanmalısınız. Örneğin olası bir enkaz altında kalma durumunda elektronik cihazlarınızı ilk anlarda fazla kullanırsanız daha sonrasında kullanamayabilirsiniz. Yahut düdüğünüz varsa ilk saatlerde çok çalarak nefesinizi tüketmemelisiniz zira ilerleyen zamanlarda o düdüğü üfleyemeyecek duruma gelebilirsiniz. Bireysel olarak bilinçlenme buradan başlıyor. Tüm bunların yanında kendi mahallenizle alakalı bir planınız olması gerekiyor. İlk adım toplanma merkezlerini öğrenmek. Ayrıca evlerinizin çok yakın olmadığı akrabalarınızla iletişiminizin kesildiği durumlarda bir araya gelebilmek için ortak buluşma alanı belirlemeniz gerekiyor. Ve muhtarların mahalleler açısından -şu an ne kadar dahiller bilmiyorum ama- afet planlarına daha fazla dahil edilmeleri gerektiğini düşünüyorum. Çünkü o mahalleyi ve insanları en iyi bilenler genellikler muhtarlar oluyor.

Arama kurtarma fiziken ve psikolojik açıdan kolay bir şey değil

Biraz önce bahsettiğiniz gibi depremden sonra pek çok kişi arama kurtarma eğitimleri almak için araştırmalar yapmaya başladı. İnsanlar deprem eğitimi almak için İHH’ya nasıl başvurabilirler ve burada nasıl bir eğitim alırlar?

İHH olarak biz insani yardım vakfıyız. Bugüne kadar kimse bizden arama-kurtarma beklemedi. Arama-kurtarma başlı başına başka bir iştir. Ama biz hem ekonomik olarak büyüklüğümüzden hem de insan gücümüzden dolayı bu alanda bir eksiklik olduğunu görüp 2009 yılından sonra -öncesinde de bir ekibimiz vardı fakat amatör işliyordu- arama-kurtarma birimimize AFAD’dan eğitimlerini aldırıp çeşitli tatbikatlarını yaptırdıktan sonra teçhizat eksiğini de gidererek daha profesyonel hâle getirdik. Takip eden süreçte yine AFAD’dan eğitmen eğitimi de aldık. Yani ekibimiz içinde profesyonel eğitim verebilecek kişiler de mevcut hâle geldi. Bunlar belli başlı eğitimler: yüksek irtifa, alçak irtifa, su altı vs. Mesela dalgıçlardan oluşan su altı arama-kurtarma ekibimiz de var. Ayrıca yıl içinde düzenli olarak tatbikatlarımızı gerçekleştiriyoruz. Bugüne kadar 2 binin üzerinde insanı arama kurtarma çalışmaları için yetiştirdik. Aktif olarak bin 500 kişiyi bu alanda kullanıyoruz. Bu insanları nasıl seçtiğimize gelirsek iş orada biraz karışıyor. Her depremden sonra bize bir sürü talep gelir, arama-kurtarma eğitimi almak isteyen insanlar başvurur. İyi niyetli bir şekilde insanlar işin ucundan tutmak istiyor. Bir şey yapamıyor olmanın kendilerini çıldırttığını söyleyerek başvuruyorlar. Ama belli bir süre geçtikten sonra maalesef unutuluyor. Eğitim alma kısmına gelince de iş değişiyor. Zira arama kurtarma kolay bir şey değil. Hem fiziken hem de psikolojik açıdan zorlayıcı bir iş bu. Dolayısıyla biz gelen başvuruların ardından adaylarla mülakat yapıyoruz. Daha sonraki süreç içerisinde kimilerini eliyoruz. İşin zorluğunu anlatmak için şöyle bir örnek verebilirim. Diyelim ki bir enkazda çalışıyorsunuz. Ses geliyor. Sesi cihazla kontrol edip nereden geldiğini aşağı yukarı belirleyip yaşam koridoru açmaya başladınız. Kazıyorsunuz, cenaze çıkıyor. Onu alıp dışarı çıkarıyorsunuz. Kazıyorsunuz, yine aynısı oluyor. Üstelik bu cenazeler iyi durumda da olmayabiliyor. Bir tane, iki tane olsa belki dayanabilirsiniz ama bu kadarla kalmıyor. Maalesef 11. gün oluyor, hâlâ cenaze çıkartabiliyorsunuz. Bu psikolojik olarak herkesin kaldırabileceği bir şey değil. Eğer bunu kaldırabilecek durumda değilseniz bu işlere girmeyeceksiniz.

Peki eğitimler ne kadar sürüyor?

Çeşitli eğitim programları var. Eğitim süresi, alanınıza göre 1 aydan 1 yıla kadar değişiklik gösterebilir. Fakat önemli olan bunu devam ettirebilmek ve tatbikatlar yapabilmektir. Biz bu tatbikatları sürekli gerçekleştiriyoruz.

Maalesef tüm bu acı olayın içinde sosyal medya da hepimizin imtihanı oldu. Yalan haberler, yanlış bilgiler sürekli önümüze düştü. İHH da bundan nasiplendi. Bu süreç içindeki sosyal medya kullanımları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki sosyal medyada ailesi enkaz altında kalmış kişilerin şikâyetlerini duydum, gördüm. O insanlara hiçbir şey söylemeye hakkımız yok. Enkazın altında canı var ve onun mücadelesini veriyor. Sahada da benzer olaylar oluyor. Kimisi enkazdan ses geliyor diyor ama gidip baktığınızda ses duymuyorsunuz. Belki psikolojik olarak ses duyduğunu zannediyor, belki de gelip bir bakılsın, bir ümit sevdiklerine ulaşır diye yalan söylüyor.

Bunlar dışında bir de tabii tamamen kötü niyetli yalan haberler vardı. Haberi yapan kişiyi arayıp doğrusunu anlatıyorsunuz. Fakat hiçbir düzeltme yapılmıyor. Çünkü onun derdi o haberi ulaştırmak değil, karşı olduğu ideolojiye vurmak. İHH’nın tarikat olduğunu iddia eden birine zaten doğruyu anlatamazsınız ki! Şu bir gerçek, 1992’de yola çıkıp her geçen gün kurumsallaşarak büyüyen İHH’nın bir duruşu, dünya görüşü var. Biz “İslami hassasiyetleri yoğun olan” insanlarız. Bunun için kimseden özür dileyecek halimiz de yok. Ama bunu hiçbir zaman çalışmalarımıza yansıtmadık. İnternet sitemizin hakkında kısmında da yazdığı gibi; biz din, dil, ırk ayrımı yapmıyoruz. Bu bir cümleden ibaret değil, biz bunu yaşıyoruz. Ben Filipinler’e gittiğim zaman Budistlere, Hindulara da yardım yapıyorum, Müslümanlara da. İdeolojik olarak benimle bir olmayan insanları da ikiye ayırıyorum. Hayata bakışı benden çok farklı olan ama bana da bir düşmanlık beslemeyenler var. Aynı şekilde düşünmesek de gayretli adamlar, çalışıyorlar diyorlar. Diğerleri de ideolojik olarak seninle aynı düşünmeyip, hareket sahanı zayıflatmak için yalana, iftiraya başvuranlar.

Onların derdi haberin doğruluğu değil, insanların gözündeki itibarını zedelemek. Doğrusu biz ve bizim gibi muhafazakâr organizasyonların örgütlenmeleri çok güçlüdür. Bununla rekabet edebilecek durumda olmayan insanlar sana yetişmek yerine seni aşağı çekmeye çalışır. Yaptığın her işin arkasında bir şey olduğunu iddia ederler. Örneğin İHH depremzede çocukları kaçırdı diye haber yaptılar. İşin aslı, bizimle doğrudan alakası olmayan hayırseverler evlerini açmış, bu çocukların resmi olarak kayıtları mevcut, yanlarında refakatçileri var. Annesi babası olmayan yalnız çocuklar değil bunlar. Biz açıklama yapıyoruz, böyle bir şey olmadığını anlatıyoruz ama onlar hiçbir şey olmamış gibi devam ediyor. Bir de sosyal medyada etkileşim sarhoşluğu diye bir şey var. Çok fazla etkileşim aldığı tweeti silmek bile zoruna gidiyor. Çünkü onun derdi görünür olmak.