İnsan kütüphanesini özlüyor

Benim İSAM Kütüphanesi ile ilk tanışmam gıyaben olmuştu.
Benim İSAM Kütüphanesi ile ilk tanışmam gıyaben olmuştu.

Yüksek lisansıkazandığıma mı yoksaİSAM Kütüphanesi’ni rahatçakullanacağıma mı daha çoksevinmiştim,hâlâ tam bilemiyorum.

"O mekâna girenlerin ortak paydası, paylaştıkları zaman dilidir. Okuru olduğu Kütüphane’den ölünce ayrılır insan." Enis Batur

Türkiye’de ilk koronavirüs vakasının tespit edildiği günün ertesinde, öğleden sonra Üsküdar’da, Boğaz kıyısındaki Balaban Tekkesi’ndeydim. “Osmanlı Saray ve Şehir Seminerleri” kapsamında hocam Prof. Dr. Zeynep Tarım’ın zarif davetiyle yüksek lisans tezimde ele aldığım Osmanlı padişahlarının şehir içinde yaptıkları gezilere dair sohbet etmiştik.

Şu anda kapalı olan kütüphanenin açılacağı günü heyecanla bekliyorum. Aslında “bekliyoruz” demem daha doğru.
Şu anda kapalı olan kütüphanenin açılacağı günü heyecanla bekliyorum. Aslında “bekliyoruz” demem daha doğru.

Zaruri ihtiyaçlar haricinde evden çıkmadığım ikinci ayın sonundan bakınca, o gün konuştuğumuz konu ne kadar da manidar değil mi? Sohbet bitip de dışarı çıktığımızda hava iyice soğumuştu. Bu tür toplantıların ardından mutadımız olduğu üzere, hocamız ve arkadaşlarımızla hemen az ilerideki Yalı Kıraathanesi’ne geçtik. Böylece hem bir türlü bitmeyen bahisleri tamamlamak mümkün oluyordu hem de hocamızın sohbetinden biraz daha istifade ediyorduk. Bu güzel muhabbete eşlik eden çay ve çıtır çıtır akşam simitleri de cabası…

Tezler, sınavlar, belgeler

O gün de doktora tezleri, yeterlilik sınavları, arşivde rastladığımız belgeler, yeni çıkan kitap ve makaleler derken söz, -hakkında şimdiki kadar bilgi sahibi olmadığımız- koronavirüse geldi. Çin’den, İtalya’dan, İran’dan, hastalığın belirtilerinden, etkilerinden bahsettik. Ne yalan söyleyeyim sanki bize uzak bir şeylerden konuşuyor gibiydik ya da ben öyle hissediyordum.

Vakit ilerleyince vedalaşıp dağıldık. Evli evine, köylü köyüne, biz de birkaç arkadaş Bağlarbaşı’na, İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM) Kütüphanesi’ne gitmek üzere otobüs durağına yöneldik.

Kütüphaneye geçip çalışmaya henüz başlamıştık ki, koronavirüs tedbirleri dolayısıyla okulların tatil edildiğini öğrendik. Hemen arkadaşlarla çay ocağında toplandık. “Madem okullar tatil, kütüphanede çalışacak bol bol vaktimiz olacak” diye sevindik. Tabii “Acaba burası da kapanır mı?” diye bir soru da aklımıza gelmedi değil. Ama nedense buna pek ihtimal vermedik o akşam.

  • 13 Mart Cuma günü kütüphaneye gidenler, kütüphanenin koruyucu tedbirler nedeniyle 14-23 Mart arası kapalı olacağı ilanıyla karşılaştılar. Bunu bilmeme rağmen -her zamanki gibi- Pazar günü kütüphaneye gitme fikriyle uyandım.

Yataktan kalktığımda, “Yolum uzun, öğlene kalmadan gideyim, sonra ayakta kalıp boş yer bulmak için katları turlamayayım” diyerek oyalanmamaya karar verdim. Tam evden çıkmaya hazırdım ki, bir an bilgisayarımı yanıma alıp almakta tereddüt ettim. İyi ki de etmişim: Kütüphane kapalıydı. Üstelik bugün bayram da değildi. Zira burası sadece bayram günleri kapanırdı.

O gün de doktora tezleri, yeterlilik sınavları, arşivde rastladığımız belgeler, yeni çıkan kitap ve makaleler derken söz, -hakkında şimdiki kadar bilgi sahibi olmadığımız- koronavirüse geldi.
O gün de doktora tezleri, yeterlilik sınavları, arşivde rastladığımız belgeler, yeni çıkan kitap ve makaleler derken söz, -hakkında şimdiki kadar bilgi sahibi olmadığımız- koronavirüse geldi.

Yıl içinde üç gün Ramazan, dört gün de Kurban bayramları olmak üzere toplam yedi gün kapalı olan kütüphane, Türkiye’nin en uzun süre açık kalan ihtisas kütüphanelerinin başında geliyor. Gelin de Cemal Süreya’nın Günler’de, araştırma yapmak için gittiği bir kütüphaneye dair izlenimlerini kaydettiği şu notu hatırlamayın: “Bu nasıl kitaplık? Öğle tatilinde sizi dışarı çıkartıyorlar. Cumartesi, Pazar günleri kapalı; akşam saat beşten sonra çalışma yapamazsınız.”

İSAM'la ilk tanışma

Benim İSAM Kütüphanesi ile ilk tanışmam gıyaben olmuştu (“İlk tanışma” diyorum, çünkü ileride göreceğiniz gibi birkaç defa daha tanışacağım). Burasının adını ilk kez lisede, okul kütüphanesinden sorumlu öğretmenimden duymuştum. Teneffüslerde sınıftan bozma kütüphanemize koşup kitaplara hayran hayran bakar, acaba bu sefer hangi kitabı alsam diye düşünürdüm. Tabii ben karar veremeden de ders zili çalardı. Bir sonraki teneffüs yine soluğu kütüphanede alırdım. O zamanki halime bugünden bakınca Cemil Meriç’in Jurnal’in birinci cildinde sorduğu sorunun cevabını arıyor gibiydim sanki biraz:

Bu kâğıt okyanusunda boğulmamak, bu Babil Kulesi’nde sükûnetle dolaşabilmek için hangi kılavuzun peşinden koşacak, hangi pusulaya güveneceğiz?

Kitaplara ilgim öğretmenimin dikkatini çekmiş olacak ki, yüksek lisans yaptığını ve bundan dolayı sık sık yolunun düştüğü İSAM Kütüphanesi’nden bahsetti bana. Burası evvela Türkiye Diyanet Vakfı tarafından çıkartılan İslâm Ansiklopedisi’ne destek olmak maksadıyla mütevazı şekilde kurulmuş fakat yıllar içinde gelişip büyüyerek dinî ilimler, İslâm ve Türk tarihi, kültürü ve medeniyeti başta olmak üzere zengin bir “sosyal bilimler kütüphanesi”ne dönüşmüş. Haftanın yedi günü sabah 9 akşam 11 saatlerinde açık olan kütüphaneye sadece üyeler girebiliyormuş. Üyelik şartı yüksek lisans ya da doktora öğrencisi ya da öğretim üyesi olmak. Okuyucu ihtiyaç duyduğu kitap ve dergiyi raftan alıp inceleyebiliyor, ilgili kısmın fotokopisini çektirebiliyormuş. Üstelik aradığı bir kitabı bulamadığı çok nadir oluyormuş…

Okuma hummasına tutulduğum o yaşlarda öğretmenimin anlattıkları karşısında içimden, işte cennet böyle bir yer olmalı demiştim. O sırada henüz Borges’in meşhur “Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir” sözünü duymamıştım, gerçekten… Bu arada anlattığım yıllarda, yani 2000’lerin başında bugün hemen her semtte bulunan kütüphanelerden eser yoktu.

Üç büyük kütüphane

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni kazandığımda etrafım bir anda kütüphanelerle çevrilmişti: Fakültenin kütüphanesi, üniversitenin merkez kütüphanesi ve onun karşısındaki Beyazıt Devlet Kütüphanesi. Bu üç büyük kütüphane başımı döndürmeye yetip artmıştı ama benim aklım hâlâ “cennet”te, yani İSAM Kütüphanesi’ndeydi. Şimdi düşündüğümde bu cazibede, lisedeki hocamın bana çizdiği görkemli tablonun yanı sıra üniversitede daha ilk dersten itibaren maddeleriyle tanıştığımız İslâm Ansiklopedisi gibi hayranlık uyandırıcı ve abidevî bir yayının merkezi olmasının da katkısı vardı zannederim. Ama kurallar açıktı: Lisans öğrencileri bu kütüphaneyi kullanamıyordu.

İstanbul Üniversitesi İkitsat Kütüphanesi (Fotoğraf: Ali Şükrü Çoruk)
İstanbul Üniversitesi İkitsat Kütüphanesi (Fotoğraf: Ali Şükrü Çoruk)

İkinci sınıftayken internette İSAM’da “Bahar Seminerleri” adıyla bir program ilan edildiğini gördüm. Haftada bir gün olmak üzere iki ay boyunca sürecek olan bu seminerler lisans seviyesine de açıktı. Dahası seminerlere katılan öğrencilere kütüphaneden de yararlanma imkânı sağlanıyordu. Arayıp da bulamadığım fırsat ayağıma gelmişti. İlk seminere girdiğimde aklımda, tahmin ettiğiniz gibi, bir an önce kütüphaneye gitmek vardı. Seminerden çıkıp kendimi koşar adım kütüphaneye attığımda bir şaşkınlık yaşadım. Açık raf sistemiyle çalışan böylesi büyük bir kütüphaneyi daha önce hiç kullanmamıştım. Şaşkınlığım kütüphanecilerin de dikkatini çekmiş olacak ki, hemen bir görevli burada “yeni” olduğumu anlayıp işleyişe dair beni bilgilendirdi ve bir sıkıntım olursa hiç çekinmeden kendisine danışabileceğimi söyledi.

  • Hemen boş masalardan birine geçip oturdum (O zamanlarda daha rahat boş masa bulunuyordu tabii). Burada zamanın nasıl geçtiğini anlamıyordum. Okuduğum kitapların dipnotlarında atıf yapılan, daha çok güncel kitapları ve süreli yayınları karıştırıp notlar alıyor, bol bol da fotokopi çektiriyordum.

İstediğim bütün yayınları bir an önce görmeliydim. Vaktim kısıtlıydı. Bu yüzden de bahçenin, yemekhanenin ve çay ocağının keyfini tam çıkaramadığımı söylemeliyim.

Ödül olarak bahçe

2012’de yüksek lisansa başladığımda artık kütüphaneye üyelik şartını da yerine getirmiştim. Yüksek lisansı kazandığıma mı yoksa İSAM Kütüphanesi’ni rahatça kullanacağıma mı daha çok sevinmiştim, hala tam bilemiyorum. Beyazıt’taki Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde öğrenci kaydımı yaptırdıktan sonra doğruca Üsküdar’ın yolunu tuttum. Danışmaya öğrenci belgemi ve fotoğrafımı verip üye kartımı aldığımda cebime limitsiz bir kredi kartı koyduğumu hissetmiştim. Artık ben de buranın bir üyesiydim, kütüphaneyi ve etrafı tanımak için yeterince zamanım olacaktı.

Önce bahçe: Kütüphanede çalışmaktan yorgun düştüğümde hem zihnimi dağıtmak hem de oturmaktan uyuşan bacaklarımı gevşetmek için bahçede birkaç tur atmak kadar insana iyi gelen çok az şey var. Çok defa, “Şu sayfayı tamamlayayım”, “şu dipnotu yazayım” der, sonra da kendime ödül verip yürüyüşe çıkarım. Mevsimlerin değiştiğini, biraz da bu bahçedeki renklerin değişmesinden anlarım.

"Şu dipnotu yazayım” der, sonra da kendime ödül verip yürüyüşe çıkarım.
"Şu dipnotu yazayım” der, sonra da kendime ödül verip yürüyüşe çıkarım.

Kütüphanenin kuruluş aşamasında önemli katkılarda bulunan ve hâlen ilmî danışmanlığını yürüten Prof. Dr. İsmail Erünsal bir sohbetimiz esnasında anlatmıştı: Yurt dışında doktora yaptığı sırada araştırmacının aradığı her kitabı bulabildiği, huzurlu, ferah, yeşillikler içindeki kütüphaneleri gördükçe bizim memleketimizde böyle kütüphanelerin olmadığını düşünerek hayıflanır ve “Ya Rabbi, bize öyle büyük bir hizmet nasip et ki, boyumuzu aşsın!” diye dua edermiş. Neticede ortaya tam da İsmail Hoca’nın hayalini kurduğu bu kültür adası çıkmış işte.

Türkiye’de kitap ve okuma tarihine dair ilk ciddi araştırmaları yapan Selim Nüzhet’in bir yazısında naklettiği şu söz sanki burası için söylenmiş gibi:

Bir kütüphanede sokakta rastlanılandan ziyade yaşam vardır.

Buraya yakın oturan arkadaşlarıma hep imrenmişimdir. Sırf İSAM Kütüphanesi’ne yakın olmak için Üsküdar’dan ev tutan ya da evini buraya taşıyan o kadar çok tanıdığım var ki…

Bana gelince, benim evimle kütüphane arasında katedilmesi çok uzun bir yol ve kocaman bir boğaz var. MÖ 2. yüzyılda yaşayan tarihçi Polybios’un nasihatine kulak vermemin vakti geldi de geçiyor: “Kitaplarla beslenen kişinin büyük zahmetlere girmesine, kendini tehlikeye atmasına gerek yoktur. Çok sayıda eserin bulunduğu ya da bir kütüphanenin yer aldığı bir kent seçmek yeterlidir.”

Koleksiyonlar

Lisedeki öğretmenimin hakkı varmış: Nasıl oluyordu da her aradığım kitabı burada bulabiliyordum. İşin sırrı kütüphanenin kuruluş hikâyesinde saklıymış meğer.

Ansiklopedi çalışmaları 1983’te “Her medeniyetin bir ansiklopedisi vardır” parolasıyla Bağlarbaşı’ndaki üç katlı bir binada başladığında (şimdiki binaya 1997 yılında geçilecek) öncelikli hedef hızlıca bir kütüphane oluşturmak şeklinde belirlenmiş. Yerli ve yabancı kataloglar sistemli bir şekilde taranarak yurt içinden ve dışından kitaplar temin edilmiş. Ayrıca ilim adamlarından gelen talepler değerlendirilerek akademik düzeyi yüksek yayınları toplayan bir sistem kurulmuş. Bunun yanında yeni ve mahalli yayınları almak üzere Kahire, Tahran, Şam gibi ünlü kitap fuarlarına uzmanlar gönderilmiş. İSAM adına Avrupa ve Amerika’da doktora yapan gençler de acil ihtiyaç duyulan bazı kitapları tedarik etmiş. Tabii bağış ya da satın alma yoluyla çok değerli koleksiyonlar da kütüphaneye dahil edilmiş.

  • Orhan Şaik Gökyay, Nejat Göyünç, A. Ragıp Akyavaş, Mehmet Kaplan, Hidayet Nuhoğlu, Kasım Küfrevi, İlber Ortaylı, Kemal Beydilli, Kathleen R. F. Burrill, Tayyar Altıkulaç, Ziyad Ebüzziya, Tahsin Yazıcı, Nihat M. Çetin, Albert Hourani bugün koleksiyonlarından istifade ettiğimiz isimlerden bazıları.

Kütüphanede elinizi attığınız herhangi bir kitapta yukarıda saydığım isimlere ait bağış kaydını görmek mümkün. Her biri sahasında üstat olan bu isimlerin kütüphanesinden çıkan bir cilde dokunmak, sayfalara alınan notları ve karalamaları görmek, kitabın arasından çıkan konuyla ilgili gazete kupürlerine göz atmak. “Okumanın üstadı” Alberto Manguel’in “okurun kendi çıktığı yolculuğun izini satırı satırına sürmek” dediği tastamam bu işte! İnsana yaşattığı tarifsiz mutluluğu ise tatmayan bilemez.

Orhan Şaik Gökyay
Orhan Şaik Gökyay

Notlar demişken bu konuda, benim gözlemlediğim kadarıyla, üçüncü katta bulunan Orhan Şaik Gökyay koleksiyonu hayli zengin. Bilhassa “destursuz bağa girenler”in kitaplarının üzerine rahmetlinin aldığı notları okumak çok öğretici. Bu arada Tanpınar’dan Salah Birsel’e kadar Türk edebiyatının ustalarının Gökyay’a imzaladıkları kitapların ithaflarını okuyarak bir tam gün geçirdiğimi hatırlıyorum.

Çaya güzelleme

Evde kalmak zorunda olduğumuz bu günlerde kütüphanedeki kitaplar kadar çay ocağında içtiğimiz nefis çayları ve çaylar eşliğinde yapılan sohbetleri de özledim. Bu ortamın aşinası olmayanlar için Prof. Dr. Mahmut Kaya’nın ocağın duvarını da süsleyen “Çaya Güzelleme”sinden iki dörtlük:

  • Gel neşemiz tam olsun
  • Kesme bardaklar dolsun
  • Felekten gün çalalım
  • İç a dostum aşk olsun
  • İlim dostları gelsin
  • Gönül gönüle versin
  • İSAM’da çaylar nefis
  • İçtikçe neşelensin

En az çay kadar önemli olan yemek bahsine gelirsek: Kütüphanede çalışırken bir yandan da öğlen yemeği saatinin gelmesini beklemek insanı motive ediyor.

Mahmut Kaya
Mahmut Kaya

Çalıştığınız kütüphanenin yemekhanesinin olması insanı hem “bugün ne yiyeceğim” derdinden kurtarıyor hem de sağlıklı beslenmeyi sağlıyor. Ayrıca menü oluşturmada da oldukça mahirler. İlginçtir, burada yediğim yemeklerin porsiyonu başlarda gözüme az geliyordu. Ama vakit geçtikçe anladım ki, tam kararında. Ne az ne çok. Yani son lokmayı ağzınıza attığınızda doymuş oluyorsunuz çok şükür.

Kapalı kütüphane

Şu anda kapalı olan kütüphanenin açılacağı günü heyecanla bekliyorum. Aslında “bekliyoruz” demem daha doğru. Çünkü arkadaşlarımla vatsap gruplarında “İSAM açık olsa şu kitaba bakabilirdim, aradığım makalenin yayınlandığı dergi bir tek burada varmış” gibi cümleler kurmadığımız bir günümüz yok neredeyse.

 “İSAM açık olsa şu kitaba bakabilirdim, aradığım makalenin yayınlandığı dergi bir tek burada varmış” gibi cümleler kurmadığımız bir günümüz yok neredeyse.
“İSAM açık olsa şu kitaba bakabilirdim, aradığım makalenin yayınlandığı dergi bir tek burada varmış” gibi cümleler kurmadığımız bir günümüz yok neredeyse.

İSAM Kütüphanesi sadece zengin koleksiyonlarıyla, araştırmacıya sağladığı imkânlarıyla özlenmiyor. Yüksek lisans tezimi yetiştirmeye çalıştığım o sıkıntılı günlerde hocamın “Sen bu hikâyeden yenik çıkmamalısın” cümlesiyle içim bu bahçede ferahladı. Tezimin son kontrolünü yine bu bahçede yaptık. Pek çok ünlü romancı, gazeteci ve öğretim üyesiyle burada, fotokopi sırasında, yemekhane kuyruğunda, çay ocağında tanıştım, bazılarıyla dostluklar kurdum. Bir hocanın yıllar boyu topladığı arşiv malzemesini, tezine katkı olsun diye hiç tanımadığı bir doktora öğrencisine tereddütsüz verdiğine burada şahit oldum. Uzun e-posta serüvenimizden sonra Sabri Koz’un elini ilk kez bu kütüphane öptüm. Hayranlıkla gezdiğim ancak kataloğuna erişemediğim bir serginin kitabını Beşir Ayvazoğlu bana burada hediye etti. Hocası Ord. Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan’ı Kadıköy’deki köşkünde ziyaret eden Abdullah Uçman’ın hatıralarını burada dinledim. Rahmetli Mehmed Niyazi ile Çanakkale Mahşeri’nin yazılış sürecini bir yaz günü bahçedeki çardağın altında konuşmuştuk. Benim listem uzar gider. Bu kütüphaneyi kullananlar arasında bu yazıyı okuyanlar varsa onların da listesinin benimki kadar uzun olduğuna eminim.

Kütüphanelerle dost olmak böyle bir şey herhalde. İnci Enginün’ün neredeyse bütün hayatını geçirdiği kütüphanelere dair şu satırlarını birlikte okuyalım:

Oralarda kendimi hiç yabancı hissetmedim. Hiç bilmediğim kişiler, yerler ve zamanlarla oralarda tanıştım. Kütüphanelerde o kadar uzun saatler geçirdim ki şimdi geriye dönüp bakınca sanki kütüphaneler dışında hiçbir yerde bulunmamışım gibi geliyor.

Tabii böyle keyifli ve rahat bir çalışma ortamının oluşmasına zemin hazırlayan kütüphane çalışanlarını da unutmak olmaz. Umberto Eco, bir kütüphane müdürünün okuyuculara iki şeyi göstermekten mutlu olacağını söyler: Derin bilgisiyle hafızasının gücünü ve kütüphanesinin zenginliğini. İSAM Kütüphanesi’nin müdürü dünyanın en mutlu insanlarından biri olabilir.

HÂMİŞ:

1. Sâmih Rifat’ın “Gönül pür-girye hâl-i inzivadan” mısraının dilimden düşmediği bu günlerde kütüphaneye gidemiyorsak da veri tabanları imdadımıza yetişiyor. Benim en sık kullandığım ise “Türk Tarih, Edebiyat, Kültür ve Sanat Makaleleri” veri tabanı. Başta akademik dergiler olmak üzere, çeşitli yayınevi ve kurumlar tarafından basılan ilmî yayımlarda yer alan makalelerle sempozyum ve kongrelerde sunulan tebliğleri kapsayan bu

veri tabanında 50 bin makalenin tam metin PDF’leri yer alıyor. Bağlantıyı buraya bırakıyorum: http://ktp.isam.org.tr/?url=ma...

2. Evliya Çelebi’nin Urfa seyahati esnasında Bâzâr değirmeninin duvarına yazdığı bu beyit dua yerine geçerse, biz de en kısa zamanda kütüphaneye döneriz inşallah:

“Âsiyâb-ı felek âhir öğüdür dânemizi

Çün gelir nevbetimiz etmese devrân acele”