İnsan sonrası dönemde cinsiyet, beden, varlık

​İnsan sonrası dönemde cinsiyet, beden, varlık
​İnsan sonrası dönemde cinsiyet, beden, varlık

“Cinsiyetsizlik” konusunun hangi bağlamda ele alınması gerektiğine emin değilim. Belki sorunu “cinsel çeşitlilik” ya da “cinsiyet çeşitliliği” olarak isimlendirmek daha doğru olabilirdi. Dahası, insanın kendisinin bir varlık kategorisi olarak tartışmaya açıldığı posthümanist dönemde, cinsiyet ve cinselliğe ilişkin konuları, sorunun kendisinden daha çok, semptomu olarak görmek gerekiyor. Semptomdan yola çıkarak, soruna ilişkin bir fikir edinmek mümkün yine de.

"Cüppeyle papaz olunmuyorsa eğer, giysiyle kadın ya da erkek olunabilir mi? " Agacinski,
"Cüppeyle papaz olunmuyorsa eğer, giysiyle kadın ya da erkek olunabilir mi? " Agacinski,

“Cinsiyetsizlik” konusunun hangi bağlamda ele alınması gerektiğine emin değilim. Belki sorunu “cinsel çeşitlilik” ya da “cinsiyet çeşitliliği” olarak isimlendirmek daha doğru olabilirdi. Dahası, insanın kendisinin bir varlık kategorisi olarak tartışmaya açıldığı posthümanist dönemde, cinsiyet ve cinselliğe ilişkin konuları, sorunun kendisinden daha çok, semptomu olarak görmek gerekiyor. Semptomdan yola çıkarak, soruna ilişkin bir fikir edinmek mümkün yine de.

“Cüppeyle papaz olunmuyorsa eğer, giysiyle kadın ya da erkek olunabilir mi?” diye sorar Agacinski, Cinsiyetler Siyaseti kitabının ilk bölümünde. Giysi, “topuklu ayakkabı” ya da “fötr şapka” ile sınırlı değildir: Önemli olan ruhların cinsiyetidir, buna uygun bir “bedeni giyinmek” mümkündür.

Agacinski’ye göre, biçimlerle oynamanın zevki, doğada belli bir esneklik/ “plastiklik” bulunmasından kaynaklanır; beden de müdahaleye izin veren bir esneklik taşır. Cinsiyet ayrımı sorunu, “bilim adamları” ya da “filozoflar”dan çok, “sanatçılar” tarafından daha iyi işlenmiştir ona göre.

Plastik sanatlara göndermede bulunan yazar, şöyle der: “İnsan plastikliğinin doğal ikiliği, sanatın biçimsel çeşitlemelerinin icat edildiği başlangıç teması gibidir.” Beden, bu ikiliği kullanarak ortaya çıkarılacak çeşitlemelerin malzemesidir. Bu yüzden, bedenin kırılganlığının, sınırlarının, elastikiyetinin ve dönüştürülebilirliğinin örneklerini gördüğümüz alanlardan biri, “body art” (beden sanatçılığı) ya da diğer bir ifadeyle performans sanatçılığıdır.

  • Body art’ın yaşayan efsanesi olarak kabul edilen Marina Abramoviç 1979’da gerçekleştirdiği “Rythm 0” ismini verdiği performansta 6 saat boyunca hareketsiz durmuştur. Gösterinin iki ana parçası vardır. Biri Abramoviç’in bedeni, diğeri de bir masanın üstünde yer alan çeşitli alet ve eşyalardır: zincir, kuş tüyü, bıçak, diken, testere, çiçek, jilet, parfüm... Hatta masada bir mermi ve silah bile vardır. Masanın üzerindeki notta izleyicilerin bu nesneleri kullanarak Abramoviç’in bedenine istediklerini yapabilecekleri yazmaktadır. Abromoviç kıpırdamaksızın, kendi bedenine yapılacak müdahaleyi, gösterisine gelen izleyicilerin tercihlerine bırakır. Performansını; soyulmuş, vücudunun çeşitli yerleri yaralanmış, kanatılmış, dövülmüş ve hatta bir ara kafasına silah dayanmış bir şekilde bitirir.

Beden sadece müdahaleye açık olmasıyla değil, müdahaleye ihtiyaç duyması sebebiyle de sorunsallaştırılır. Le Breton, “bedenden nefret”in uzun bir geçmişi olduğunu söyler. Corbin,Courtine ve Vigarello Orta Çağ’da bedenden “ruhun o iğrenç giysisi” olarak bahsedildiğini yazar. Gerçekten de Batı düşünce geleneğinde nakıslığı, sakatlığı, günahkârlığı, dayanıksızlığı, hastalanabilir olması, kokması ve çürümesi sebebiyle bedene duyulan öfke aşikârdır. Ama asıl sebep, verili olan bir şeyin içine hapsolmaktır.

Beden bir yazgı mıdır? Böyle olmaması gerekir; doğaya hâkim olunmuşsa, doğa dize getirilmiş, terbiye edilmiş ve teslim alınmışsa doğanın bir parçası olarak beden de aynı şeye rıza göstermeli değil midir?

 Asıl adı “Mireille Suzanne Francette Porte” olan Orlan için beden bir hasımdır; “keyfe göre dizaynı değiştirilen bir tereke”dir.
Asıl adı “Mireille Suzanne Francette Porte” olan Orlan için beden bir hasımdır; “keyfe göre dizaynı değiştirilen bir tereke”dir.

Bedene duyulan nefretin günümüz temsilcilerinden biri Orlan’dır. Abromoviç, bedenine müdahaleyi seyircisinin fantezilerine bırakırken, Orlan, bedenine ilişkin fantezilerini kendi kurgular, seyircilerden değil, cerrahlardan yardım alır. Asıl adı “Mireille Suzanne Francette Porte” olan Orlan için beden bir hasımdır; “keyfe göre dizaynı değiştirilen bir tereke”dir. Sadece 1990-1993 yılları arasında 9 ameliyat geçiren Orlan için bu operasyonlar cerrahi bir müdahale değil, sanattır.

Cerrahlar bu gösteride, sanatını gerçekleştirmesi için Orlan’ın kiraladığı asistanlardır. Orlan bu operasyonlardan bazılarını izleyicisi karşısında canlı performansa dönüştürür. Akman’ın da söylediği gibi ameliyathane Orlan’ın stüdyosudur, bedeni de “yalnızca yapıtı için kullandığı bir araç ve materyal değil, aynı zamanda yapıtın ta kendisi”dir.

En son yanaklarından alınan kemiklerle alnının iki tarafına boynuz yaptıran Orlan, “sanatı”nın gayesini şöyle açıklar: “Benim çalışmam, o doğuştan olana, kaçınılmaz olana, doğaya, -temsil sanatçısı olarak doğrudan rakibimiz olan- DNA’ya ve Tanrı’ya karşı verilen bir mücadeledir.”

Agacinski,Orlan’ı doğrularcasına, “Doğa yok, cinsiyetler de yok” der; “Ayrım, bir tarih, kültür, giysi sorunu”na dönüşmüştür. Feminizmi “queerleştiren” çalışmasında Judith Butler, sadece toplumsal cinsiyetin değil, cinsiyetin de bir kurgu olduğunu öne sürer: “... ‘Cinsiyet’ denen bu inşanın da toplumsal cinsiyet denli kültürel bir inşa olduğu; hatta belki de ‘cinsiyet’in aslında zaten başından beri toplumsal cinsiyet olduğu, yani cinsiyet ile toplumsal cinsiyet arasındaki ayrımın aslında ayrım falan olmadığı ortaya çıkar.” Feminizmin bunca yıldır mücadelesini verdiği “kadın” cinsiyetini sorunsallaştıran Butler, feminizmi de queer’e çağırır. Queer; beden, cinsiyet ve cinsellik bağlamında bir “olasılıklar alanı” olarak tanımlanmaktadır. Erdem “anormal, kötü ve gayr-i tabii olarak yaftalanan” bütün cinsel pratikleri queer kimliğin bir parçası olarak değerlendirir. Beden, cinsiyet ve cinsellik akışkan, devingen yapılardır; normlaştırılamaz, sınıflandırılamaz, sabitlenemez.

  • Queer teorinin öncü metni olarak kabul edilen Cinsiyet Belası’nın sahibi olarak Butler, “bela”dan kaçınmanın mümkün olmadığını, yapılması gerekenin “belaya en iyi nasıl çatılacağını bulmak” olduğunu belirtir. Butler, bu belayla baş etmek için Drag’ları1 yardıma çağırır. Esther Newton’dan şu alıntıyı yapar: “En karmaşık hâliyle [drag] ‘Görünüm yanılsamadır’ diyen çifte bir tersyüz etmedir. Drag şöyle der: [Newton’un tuhaf kişileştirmesiyle] ‘Benim ‘dış’ görünümüm dişil, ama ‘iç’ [bedenimin içindeki] özüm eril.’ Aynı anda bir de tam karşıtı olan tersyüz etmeyi simgeleştirir: Benim ‘dış’ görünümüm [bedenim, toplumsal cinsiyetim] eril ama ‘iç’ özüm [kendim] dişil.’”

Drag, yine de istenilen kafa karışıklığını tam anlamıyla yansıtamaz. İzleyici, giysilerinin ve makyajının gerisinde onun bir “erkek” ya da “kadın” olduğunu bilir. Trans kimlikler bu “belayla” baş etmenin daha esaslı bir yoludur. 2013 yılında düzenlenen 8 Mart gece yürüyüşünde İstanbul LGBT ve gazeteci Ayşe Düzkan arasında yaşanan gerginlik bunun ilginç bir örneğidir.

  • Ayşe Düzkan transkadın birini “biyolojik kadın” olmadığı gerekçesiyle yürüyüş kortejinden çıkarmak istemiştir. İstanbul LGBT ertesi gün yaptığı basın açıklamasıyla Ayşe Düzkan’a çok sert bir cevap verir. Onu “transfobik” ve “özcü” olmakla suçlar. Açıklamaya queer teorinin anahtar kavramları serpiştirilmiştir: “Evet, bizler tüm cinsiyet kimliklerinin politik zemin dışında ‘metafizik’ olduğunu, kurgusal olduğunu, performans olduğunu ve kimsenin tekelinde olmadığını biliyoruz... Ve bir kere daha: Sakallı, penisli kadınlar vardır!”

2016 yılında Independent’ta yayımlanan haber “cinsiyet belası”yla çatışmanın daha uygun bir örneği gibidir. Erkek olup Fernando ismini alan bir transerkek, kadın olup Diane ismini alan sevgilisinden çocuk sahibi olur; çocuğu “babası” doğurmuştur.

Rosi Braidotti insan sonrasını tanımlarken sorunumuzun semptomatik değil, ontolojik olduğunu hatırlatır bize: “İnsan sonrası durum, organik ve inorganik, doğmuş olan ve imal edilmiş olan, et ve metal, elektronik devreler ve organik sinir sistemleri gibi yapısal farklar ve ontolojik kategoriler arasındaki ayrım çizgilerini yerinden eden bir kuvvettir.”
Rosi Braidotti insan sonrasını tanımlarken sorunumuzun semptomatik değil, ontolojik olduğunu hatırlatır bize: “İnsan sonrası durum, organik ve inorganik, doğmuş olan ve imal edilmiş olan, et ve metal, elektronik devreler ve organik sinir sistemleri gibi yapısal farklar ve ontolojik kategoriler arasındaki ayrım çizgilerini yerinden eden bir kuvvettir.”

17 Şubat 2018 tarihli BBC’nin haberi ise, bir transkadının eşinin dünyaya getirdiği bebeği emzirdiğini bildirmektedir. Altı yıldır hormon tedavisi gören transkadının çocuğu emzirebilmesi için 3,5 aylık bir tedavi uygulanmış. Günde 240 gram süt üreten transkadının 6 hafta boyunca çocuğu emzirmesi mümkün olmuş.

Trans kimlikler bedenin sınırlarını bulanıklaştırmanın çarpıcı bir örneğidir. Le Breton da Agacinski gibi, “bedenin plastikliği”ne vurgu yapar ve trans bedenin bir kurgu olduğunu söyler: “Transeksüelin bedeni teknolojik bir yapıntıdır, cerrahi ve hormonal bir kurgu-yapıdır, kesin bir isteme dayanan plastik bir şekillendirmedir.”

Bedene yapılan müdahaleler o denli çeşitlidir ki, mevzu artık sadece “ikili cinsiyet rejiminin” çözülmesi olarak kalmaz. Kendisini feminist bir posthümanist olarak tanımlayan Rosi Braidotti insan sonrasını tanımlarken sorunumuzun semptomatik değil, ontolojik olduğunu hatırlatır bize: “İnsan sonrası durum, organik ve inorganik, doğmuş olan ve imal edilmiş olan, et ve metal, elektronik devreler ve organik sinir sistemleri gibi yapısal farklar ve ontolojik kategoriler arasındaki ayrım çizgilerini yerinden eden bir kuvvettir.”

Sadece kadın ve erkek kategorileri değildir yerinden edilecek olan; insan ve hayvan, canlı ve makine arasındaki sınırlar da belirsizleşecek, bulanıklaşacaktır.

Stanley Kubrick’in unutulmaz filmi 2001: Bir Uzay Macerası’nda 1968 yılından bunun işaretini verir. Filmde uzay gemisini “Hal 9000” adı verilen bir “yapay zekâ” yönetir. Hal, filmin bir yerinde “bilinç sahibi” olduğunu, “hatasız” olduğunu ve bir hata varsa bunun “insandan kaynaklandığını” söyler. Yine mürettebattan biri Hal’in mükemmelliğinden bahsederken “Sesinde ‘gurur’ hissettim” der. Dave’in, Hal’ı devre dışı bırakırken Hal’ın pek çok kez “Korkuyorum”, “Aklımı kaybediyorum, bunu hissediyorum” deyişi seyircide “makine”ye karşı bir acıma hissi de uyandırır. Hal’in tepkileri hiç de mekanik değildir; “gurur”u, “korku”su, “his”leri vardır. Seyirci aynı hissi I am Mother filminin finalinde de yaşar.

  • Richard Yonck’un Makinenin Kalbi kitabının ismi ve alt başlığı, Hal’i hatırlatır bize: “Yapay Duygusal Zekâ Dünyasında Geleceğimiz”. Yonck, yapay duygusal zekâ çağında insan olmanın anlamının değişeceğini söyler. Kalbi olan makineler hayatımıza girecek ve “arkadaş, dost ve hatta sevgili olarak bize eşlik” edeceklerdir. MIT’de fizik profesörü olan Max Tegmark ise sadece duyguları değil, donanımı da -bedeni de- tasarlayacak, içine alacak bir “Yapay Genel Zeka”dan bahsederek, insan olmanın anlamının değişeceğine işaret eder.

Transhümanizmin öncü ismi Ray Kurzweil’in “Bu evre, iş modellerimizden insanın yaşam döngüsüne, hatta ölüme kadar, yaşamımızı anlamlı kılmak için bel bağladığımız kavramları dönüştürecektir” derken, “bu evre”den kastettiği “Tekillik” (Singularity) dönemidir. Tekilliği şöyle açıklar: “Tekillik, biyolojik düşüncemiz ve varlığımız ile teknolojimizin birleşmesinin doruğunu temsil edecek, yine insani olan biyolojik köklerimizin ötesine geçen bir dünyayla sonuçlanacaktır. Tekillik sonrasında, insan ile makine ya da fiziksel olan ile sanal gerçeklik arasında ayrım olmayacaktır.” Ona göre teknoloji “üssel büyüme hızı”na sahiptir ve 2029 yılında 1000 dolar değerinde bir bilgisayar insan beyninden bin kat daha güçlü olacaktır. Bunlar bilim kurgu filmlerindeki eğlencelik fanteziler olarak görülmemektedir. Avrupa Birliği şimdiden robot haklarını gündeme aldı bile. AB Parlamentosu yayımladığı bir raporda robotlara “elektronik insan kimliği” verilebileceğini açıklayalı 3 yıl oldu.2

Peter Singer, Will Kymlica, Sue Donaldson, Tom Regan gibi isimler ise, insanın hayvanla arasına çizilen kategorik ayrıma itiraz eder. Beyazı zenciden üstün görmek nasıl ki ırkçılık ise, erkeği kadından üstün görmek nasıl ki cinsiyetçilik ise insanı hayvandan üstün görmek de “türcülük”tür hayvan hakları savunucularına göre. Örneğin “hayvanları koruma kanunu”nun ismine itiraz edip, “koruma” yerine “hakları” kavramının getirilmesini talep ederler. Çünkü oradaki “koruma” kavramı “insanmerkezci kibir”den kaynaklanmaktadır. Artık hedefte “insan hakları” kavramı vardır. İnsan hakları kavramı, insanın kendisini varlık âlemi içinde imtiyazlı bir konuma oturtan “türcü” bir kavramdır. Üstelik türcülük fark edilmesi en zor, en derinlere işlemiş, en tehlikeli ayrımcılık olarak kodlanır hayvan hakları savunucuları tarafından.

Ana hatlarıyla özetlemeye çalıştığım bu tablo neyi ifade ediyor?

İlk ütopyalardan biri olan Yeni Atlantis’te Francis Bacon -aynı zamanda modern bilimin kurucuları arasında kabul edilir- tam dört yüz yıl önce, bu tablonun amacına ilişkin çok açık bir ifade kullanır: “Kurulumuzun gayesi olayların sebepleri ve gizli saikleri hakkında bilgi edinmek, mümkün olan her şeyi yapabilmek için, insanın tabiat üzerine hâkimiyetinin sınırlarını genişletmektir.”

Anlaşıldığı kadarıyla, adım adım bugünlere kadar gelen gerçek bir ilahlık iddiasıyla karşı karşıyayız; verili olan, sabit olan, özde olan hiçbir şeyin kabul edilmediği, varlık hiyerarşisinin arasındaki sınırları, ayrımları belirsizleştirip bulanıklaştıran ve yeniden inşa etmeyi amaçlayan bir ilahlık iddiası...

Hedefte kevni ayetler var. Dinler programa, kevni ayetler de programların üzerinde çalıştığı yazılıma benzetilebilir. Kevni ayetlerin ifsadı, ilahî olan hükümleri geçersiz kılacaktır.

Cinsiyetin, insanın, hayvanın ve maddenin varlık hiyerarşisi içindeki yerlerinin değiştirilmesi ‘hackleme’ anlamına geliyor. Harari’nin 2018’deki Davos konuşmasında “Öyle bir noktaya ulaştık ki, sadece bilgisayarları hacklemiyoruz, insanlığı ve diğer organizmaları da hackleyebiliyoruz” sözünü öylesine söylenmiş bir söz olarak göremeyiz.

Şüphesiz asıl sorunumuz bizim bu hacklemeye müsait olup olmayışımızdır.

Dipnotlar

Drag: Karşı cinsin kıyafetlerini giyerek, makyaj ve farklı aksesuarlarla kendini karşı cinse benzeterek şov yapan kişilere verilen isim. Kadın taklidi yapan erkeklere “Drag Queen”, erkek taklidi yapan kadınlara “Drag King” deniliyor.

https://www.bbc.com/turkce/hab...

Kaynakça

Agacinski, S. (1998). Cinsiyetler Siyaseti, Dost Yay., Ankara.

Akman, K. (2006). “Orlan: Kırılan Ten”, Cogito dergisi, Sayı: 44-45

Braidotti, R. (2015). İnsan Sonrası, Kolektif Yay., İstanbul.

Butler, J. (2014) Cinsiyet Belası Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmesi, Metis Yay., İstanbul.

Corbin, A., Courtine, J. J., Vigarello, G. (2013). Bedenin Tarihi: Rönesanstan Aydınlanma’ya, Yapı Kredi Yay., İstanbul.

Erdem, T. (2012). “Hizadan Çıkmaya, Yoldan Sapmaya ve Çıkıntı Olmaya Dair: Kimlik Değil, Cinsellik! Tektip Cinsellik Değil, Cinsel Çeşitlilik!”, (Cinsellik Muamması Türkiye’de Queer Kültür ve Muhalefet, içinde, Editör: Cüneyt Çakırlar ve Serkan Delice), Metis Yay., İstanbul.

Harari, Y. N. (2017). Hayvanlardan Tanrılara Sapiens, Kolektif Yay., İstanbul.

Harari, Y. N. (2016). Homo Deus: Yarının Kısa Bir Tarihi, Kolektif Yay., İstanbul.

Kurzweil, R. (2016). İnsanlık 2.0 Tekilliğe Doğru Biyolojisini Aşan İnsan, Alfa Yay., İstanbul.

Kymlica, W., Donaldson, S. (2016). Zoopolis Hayvan Haklarının Siyasal Kuramı, Koç Üniversitesi Yay., İstanbul.

Le Breton, D. (2014). Bedene Veda, Sel Yay., İstanbul.

Tegmark, M. (2019). Yaşam 3.0 Yapay Zeka Çağında İnsan Olmak, Pegasus Yay., İstanbul.

Yonck, R. (2019). Makinenin Kalbi Yapay Duygusal Zeka Dünyasında Geleceğimiz, Paloma Yay., İstanbul.