Japonya'nın bağımsız çocukları

Japonya’da özgür ve bağımsız çocuklar yetiştirmek yalnızca ailenin görevi değil, toplumsal bir sorumluluk olarak da görülüyor.
Japonya’da özgür ve bağımsız çocuklar yetiştirmek yalnızca ailenin görevi değil, toplumsal bir sorumluluk olarak da görülüyor.

Bağımsız ve özgür çocuklar yetiştirebilmek için bu kadar cesur girişimlerde bulunulmasının en önemli nedeni elbette Japonya’nın çok güvenli bir ülke olması. Dünyanın en az suç oranına sahip ülkelerinden biri sayılan Japonya’da aileler çocuklarının başına kötü bir şey gelmeyeceğinden, herhangi bir risk ve aciliyet durumunda topluluğun yardımını alabileceklerinden emin.

Tokyo metro ağı dünyanın en karmaşık ve kalabalık ağlarından birisi sayılıyor. Özellikle Shinjuku Metro İstasyonu günde 3 buçuk milyondan fazla yolcunun geçişiyle Guinness Rekorlar Kitabı’na adını yazdırmıştı. Eğer bu istasyonda aktarma yapacak olursanız hatlar arası yürüyüşünüz kilometreleri bulabiliyor. Bu denli kalabalık ve karmaşa içerisinde yönünüzü tayin edebilmeniz bir tarafa, insanlara çarpmadan yürümek bile zorlaşabiliyor bazen. Böyle bir karmaşanın arasında okul kıyafetlerini giymiş, çantaları kendilerinden büyük, altı yedi yaşlarında olduğunu tahmin edebileceğiniz öğrencilerle karşılaşmanız da yüksek bir ihtimal. Ben bu duruma ilk kez şahit olduğumda çocukları dikkatle gözlemlemiş, çanta ya da yakalarına isim, telefon numarası ve adreslerinin olduğu kartların iliklenmiş olduğunu görmüştüm. Ayrıca herhangi bir kaybolma durumunda ailelerine ulaşabilmeleri için yalnızca arama yapabildikleri cep telefonları taşıyorlardı.

Çocuğunuzu bir yolculuğa gönderin

Küçük Japon çocukların tek başlarına metro ulaşımını kullanabilmeleri aslında genel bir yetiştirme algısının tezahürü. Esasen öyle köklü bir algı ki bu Japon atasözlerinde bile yer edinmiş; “Kawaii ko ni wa tabi saseyo” yani “Kıymetli çocuğunuzu bir yolculuğa gönderin.” Japonlar bu atasözünü şu şekilde açıklıyorlar:

Eğer çocuğunuzu çok seviyor ve daha iyi olmasını istiyorsanız onlara sizin korumanız olmadan başarabilecekleri görevler verin.

Japon toplumu kendi kendilerine yetebilen, bağımsız, özgür çocuklar yetiştirmeyi hedefliyor ve küçük yaşlardan itibaren çocuklara sorumluluklar veriyor. Ebeveynleri tarafından odalarını ve oyun alanlarını temizlemeleri, akşam yemeğine yardım etmeleri, markete gidip alışveriş yapmaları isteniyor. Okullarda ise bu model yochien yani anaokulundan itibaren uygulanmaya başlıyor, öğrencilerin sınıflarını temizlemek, yemeklerini servis etmek, büfeden sebzeleri getirmek gibi görevleri var.

Herhangi bir kaybolma durumunda ailelerine ulaşabilmeleri için yalnızca arama yapabildikleri cep telefonları taşıyorlardı.
Herhangi bir kaybolma durumunda ailelerine ulaşabilmeleri için yalnızca arama yapabildikleri cep telefonları taşıyorlardı.

Yirmi beş yılı aşkın süredir yayınlanmaya devam eden televizyon programı Hajimete No Otsukai [İlk Görevim] ülkede popüler yayınlardan biri sayılır. Beş altı yaş civarındaki çocuklardan ebeveynleri tarafından verilen görevleri yerine getirmeleri isteniyor. Bu görevleri markete gidip süt almak, daha önce yemek yedikleri restorantta unuttukları cüzdanlarını geri getirmek, komşuya yemek götürmek gibi düşünebilirsiniz. Çocuklar verilen görevi yerine getirmeye çalışırken kamera ekibi tarafından gizlice kaydediliyor. Annelerinden ve evden ilk kez tek başına ayrılan çocuklardan bazılarının ağladığını ama görevi eksik veya hatalı da olsa tamamlayınca ailesinin takdiri ile yaşadığı gururu açıkca görebiliyorsunuz. Bu çocuklar kendilerini aile bütünlüğüne katkı sağlayan, bir şeyleri başarabilen birer “birey” gibi hissediyorlar.

  • Japonya’da yaşayan yabancı aileler ise bu durumu ilk başta garipseseler de onların da zamanla kendi çocuklarında “bağımsızlık becerisini kazanmaları” adına girişimlerde bulunduklarını söyleyebiliriz.

İki yaşındaki çocuğunun kreş öğretmenleri tarafından “gizli gezi”ye çıkarılmasını dehşetle karşılayan bir Amerikan anne bloğunda şöyle yazıyor: “Kreş öğretmenleri tarafından bütün sınıftaki öğrenciler otobüse bindirildi ve bize nereye gittiklerini asla söylemediler. Diğer Amerikalı annelerle birbirimize bakıp bu durumun Amerika’da asla yaşanmayacağını düşündük. Dehşete düşmüştük. Ama gizli olmasının nedeni basitti: ‘Bu gezi çocukların ilk ebeveynsiz gezileriydi ve kreş yönetimi gezi sırasında ailelerin ortaya çıkmasını istemiyordu.’ Gelecek sene, oğlum üç yaşındayken, tek başına otobüsle kreşe gidiyor olacaktı.”

Helikopter ebeveynlik

Bütün bu “bağımsızlık” girişimlerini düşününce akla “helikopter ebeveynlik” kavramı geliyor. 1969 yılında Psikolog Haim Ginott'un küçük bir danışanı annesini tanımlarken helikopter benzetmesini kullanır ve psikoloji literatürüne bir kavram kazandırır. Helikopter ebeveynlerin özelliklerine bakacak olursak çocuklarının üzerinden asla ayrılmayan, çocukların sorumluluklarını ellerinden alıp kendileri gerçekleştiren anne babalar görürüz. Çocuklarıyla o denli bütünleşmişlerdir ki onları kendilerinden ayrı bir varlık olarak düşünemez, hatta cümlelerinde bile “Karnımız ağrıyor, sınavımız var” gibi çoğul ifadeler kullanırlar.

Çocuğuna aşırı odaklı, sürekli tetikte ve kaygılı bu tip anne babaları düşününce Japonya’daki bağımsızlık girişimleri bu duruma karşıt bir uç olarak görülebilir. Bunun tam karşılığı ise bizi “free-range parenting” yani “serbest dolaşan-özgür ebevenlik”e götürüyor. Helikopter ebeveynliğe karşı, pediatrist Benjamin Spock tarafından ortaya atılan bu kavram, sınırlı ebeveyn gözetimi altında çocukları bağımsız bir biçimde yaşamaya yüreklendirerek büyütmeyi ele alıyor. Bu ebeveynlik modeli Amerika’da yasalarla sınırlandırılıyor. Eyaletlere göre değişen yaş sınırlandırmasına sahip bu yasalar, çocukların kaç yaşındayken okula yalnız yürüyebilecekleri, evde tek başlarına bırakılabilecekleri konusunda kesin kural ve yaptırımlara sahip. Örneğin Kuzey Carolina yasaları 8 yaşın altındaki çocukların evde tek başına bırakılmalarını yasaklıyor. Maryland’deki bir aile 2014-2015 yıllarında, çocukları parktan eve tek başına yürüdüğü gerekçesiyle soruşturma geçiriyor.

Helikopter ebeveynlerin özelliklerine bakacak olursak çocuklarının üzerinden asla ayrılmayan, çocukların sorumluluklarını ellerinden alıp kendileri gerçekleştiren anne babalar görürüz.
Helikopter ebeveynlerin özelliklerine bakacak olursak çocuklarının üzerinden asla ayrılmayan, çocukların sorumluluklarını ellerinden alıp kendileri gerçekleştiren anne babalar görürüz.

Tüm bu örneklerin yanında Japonya’da “özgür ve bağımsız çocuklar” yetiştirmek yalnızca ailenin görevi değil, toplumsal bir sorumluluk olarak da görülüyor. Bir çocuğun başına sokakta beklenmedik bir durum gelirse diğerlerinden yardım alabileceğine emin oluyor. Okul yollarında genellikle gönüllü geçiş görevlileri bulunuyor ve çocuklara karşıdan karşıya geçerken göz kulak oluyor. Acil durumlarda sığınabilecekleri güvenli ev ve dükkânlar işaretlerle belirlenmiş oluyor. Hatta karanlık olmadan evlerine dönmelerini hatırlatacak mahalle çanları belirli saatlerde, genelde akşam beş gibi çalıyor. Çocuklara daha küçük yaştan itibaren sosyal güven, iş birliği kurma ve takım çalışması becerileri kazandırılmaya çalışılıyor.

Güvenli bir ülke

Bağımsız ve özgür çocuklar yetiştirebilmek için bu kadar cesur girişimlerde bulunulmasının en önemli nedeni elbette Japonya’nın çok güvenli bir ülke olması. Dünyanın en az suç oranına sahip ülkelerinden biri sayılan Japonya’da aileler çocuklarının başına kötü bir şey gelmeyeceğinden, herhangi bir risk ve aciliyet durumunda topluluğun yardımını alabileceklerinden emin.

  • Elbette her ülke, şehir güvenlik konusunda Japonya gibi bir düzeyde değil, bu sebeple “bağımsız çocuklar yetiştirmede” Japonya’yı örnek almak uç bir nokta olabilir. Ancak çocuğun her adımından haberdar, onları aşırı derecede kısıtlayan, sorumluluklarını ellerinden alan anne baba tutumundan kurtulup ülke ve kültür şartlarına göre çocukların ayaklarının yere bastığı, özgüvenlerinin geliştiği, sosyal becerileri erken yaşta kazandığı bir ebeveynlik modeli düşünmeliyiz.

Serbest dolaşan, özgür ebeveynlik modeli de bu anlamda geleneksel Türk kültürü ve aile yapısına aykırı bir tutum olarak görülebilir. Sanırım çocuklarımızın kendilerine yetebilen bireyler hâline gelebilmeleri için orta noktayı bulmalı, ne helikopter gibi üstlerinde dönmeli ne de onları bir başlarına bırakmalıyız. Yaşlarına uygun düzeyde sorumluluklar vererek onları yüreklendirmeli, görevin sonucu eksik ve hatalı da olsa olumlu geri bildirimlerle daha iyisini yapabileceği konusunda onları cesaretlendirmeliyiz.

Önce yolu gösteren, sonra tek başına yürüyebileceği noktasında onları yüreklendiren ve daima destek alıp danışabileceği bir “rehber” niteliğinde anne baba modelini hayata geçirebilmeliyiz.