Kapitalizm: Eşitsizliklerin ve aile servetlerinin medeniyeti

Kapitalizm ve Aile Değerleri
Kapitalizm ve Aile Değerleri

Kapitalizm bir değerler şeması, hayat karşısındabir tutum, bir medeniyet demektir: Eşitsizliklerin ve aile servetlerinin medeniyeti.

n Balzac, romanı bir nevi “insandaki hayvanı tanıma” sanatı olarak görüyor,İnsanlık Komedyası külliyatını ilk tasavvur edişinden 13 yıl sonra yaptığı o muhteşem değerlendirmede (1842), ana fikrinin “insanlıkla hayvanlık arasındaki karşılaştırma” olduğunu söylüyordu. “Yalnızca bir tek hayvan söz konusudur.
n Balzac, romanı bir nevi “insandaki hayvanı tanıma” sanatı olarak görüyor,İnsanlık Komedyası külliyatını ilk tasavvur edişinden 13 yıl sonra yaptığı o muhteşem değerlendirmede (1842), ana fikrinin “insanlıkla hayvanlık arasındaki karşılaştırma” olduğunu söylüyordu. “Yalnızca bir tek hayvan söz konusudur.

Kapitalizmin en özgün tanımlarından birini Schumpeter’e borçluyuz: Eşitsizliklerin ve aile servetlerinin medeniyeti. “Kapitalizm sadece ev kadınının bezelye ile fasulye arasında yapacağı tercihle üretimi etkilemesi; genç adamın fabrikada mı yoksa çiftlikte mi çalışacağını seçmesi yahut fabrika müdürlerinin neyin üretileceğine dair kararlarda etkili olabilmesi değildir. Kapitalizm bir değerler şeması, hayat karşısında bir tutum, bir medeniyet demektir: Eşitsizliklerin ve aile servetlerinin medeniyeti.”1

Servetler yükselir, değerler düşer! Romanın tarihe üstünlüğü, kapitalist çağda “değerlerdeki dönüşümün tarihi” olabilmeyi becermesindedir. Bunu ilk fark edenlerden biri olan Balzac, romanı bir nevi “insandaki hayvanı tanıma” sanatı olarak görüyor,İnsanlık Komedyası külliyatını ilk tasavvur edişinden 13 yıl sonra yaptığı o muhteşem değerlendirmede (1842), ana fikrinin “insanlıkla hayvanlık arasındaki karşılaştırma” olduğunu söylüyordu. “Yalnızca bir tek hayvan söz konusudur.

Yaratıcı, mevcut bütün varlıklar için özerk ve eşsiz tek bir kalıp tasarlamıştır. Hayvan olma durumu asıl niteliktir.” Toplumun tabiata ileri ölçüde benzediğini düşünen Balzac, kurt, aslan, eşek gibi zoolojik türlerle asker, tüccar, bilgin gibi sosyolojik türlerin benzer yöntemlerle incelenebileceğini düşünüyordu. “Buffon, zoolojik alanın toplu bir temsilini sunmaya girişen kapsamlı bir eser yazabildiyse aynı şey toplumsal alan için neden yapılamasın?”

Yapılabilirdi, pek tabii. Sadece, bu ikincisi birinciye göre “en az iki kat” çaba gerektiriyordu. Neden mi? Hayvanlar arasındaki rollerde fazla karmaşıklık olmadığı, birbirlerini tepeleyip durdukları için. “İnsanlar da birbirlerini tepeleyip durur, ancak onların az buçuk zekâsı mücadeleyi çok daha karmaşık bir hâle getirir.” Hayvanların mülkü azdır, ne sanatları vardır ne de bilimleri. İnsanlar ise fikir ve değerlerini birçok alanda ifade etme eğilimindedir. Hayvanların davranışlarına yeknesaklık egemenken, insan “türlerinin” davranışları çeşitlilik gösterir. “Bir hükümdarın tavırlarıyla, giyim kuşamıyla, hitabeti ve ikamet ettiği konutla bankerin, sanatçının, burjuvanın, rahibin ya da yoksulunkiler asla birbirine benzemez ve medeniyetten medeniyete başkalaşım geçirirler.”2

Kapitalizm ilerleyip romanlar yazıldıkça, “medeniyetten medeniyete başkalaşım” bile tekbiçimleşmeye ve giderek küreselleşmeye başladı. Farklı ülkelerdeki “insan türleri” benzeşmeye, daha da önemlisi, hayvan kardeşlerine daha çok benzemeye meylettiler. Bu akışın en sadık kaydını tarih ve toplumbilimden önce romanda buluyoruz. Henry James Amerikan Balzac idi, Thomas Mann Alman, Halid Ziya Türk. Ayrı ülkelerde aynı romanı (Halid Ziya’nın Türkçesiyle, aynı hikâyeyi) yazıyordular...

  • Buddenbrooklar romanındaki değer dönüşümünün iç boyutu en güçlü aile bireyinin “az buçuk zekâsıyla” diğer üyeleri nasıl tasfiye ettiğine; dış boyutu ise kazanmanın şirket için bir ölüm kalım meselesi hâline geldiğinde, atalardan kalma ahlaki ilkeleri nasıl çiğneyebildiğine dairdir. Başkahramanımız Thomas Buddenbrook, bir yandan sadece şirket sermayesini (drahoma sayesinde) artırmak için kendisine pek de uymayan bir kadınla evleniyor, diğer yandan aylak kardeşi Christian’ı şirketten uzaklaştırıyor, ablası Tony’yi başından savmak için ikinci bir talihsiz evliliğe zorluyor, vereme yakalanıp ölen diğer kardeşi Clara’nın vasiyetine ise (şirket sermayesini azaltacağı için) ateş püskürüyordu. Aile üyelerinin sıkı denetimine yönelik bu kişisel “başarılara” rağmen, şirkete başlangıçta kazandırdığı ivmeyi sürdüremiyor ve işletme bir süre sonra yalpalamaya başlıyordu. Böyle bir anda, karşısına çıkan ahlaksız bir iş fırsatını değerlendirmekten de kendini alamıyordu. Bu nitelikleriyle Thomas Buddenbrook sadece 19. yüzyılda bir Alman şehrinde yaşamış hayalî bir işadamı değil, sonraki iki asır boyunca dünyanın dört bir yanında hızla boy atan gerçek bir girişimciydi. Romancı, “evrensel insan”ın tarihini yazar; içinde her daim kıpırdanan hayvanıyla beraber.

Akıllı insanların modeli homo economicus

Dindar baba Buddenbrook tam bir iş kölesiydi. Canını dişine takarcasına ve dualar mırıldanarak çalışıyor, dinlenmekten hiç hoşlanmıyordu. Kızı Tony, babasının aşırı çalışmasından yakınıyordu pek tabii: “Şu babam da insanı hep çıldırtır. Masanın başına bir oturdu mu kalkmak bilmez. Şunu da bitireyim, bunu da bitireyim diye oturur da oturur... Ama kalemi beş on dakika erken bıraksa iflas edeceğimizi sanmıyorum. Verdiği söz on beş dakika sonra aklına gelir, kan beynine hücum eder ve kalp çarpıntısı duyacağını bildiği halde basamakları ikişer ikişer atlayarak merdiveni çıkar... Kendine biraz zaman ayıramaz mı? Sorumsuzca davranıyor. Anne, senin yerinde ben olsam, kocamı karşıma alır onun vicdanına seslenirdim...”3

Vicdanına seslenilemeyen babanın iki oğlu vardı: Dikkatli ve uyanık Tom ile dalgacı Christian. Kendini hesapsız yoran Baba Buddenbrook erken ölünce işleri Tom devralır; artık kendisinden çok şey beklenen Thomas Buddenbrook’tur. Kurnaz, kararlı ve tutkuludur. Aile geleneğini ve işini sürdürebilmek uğruna, aile değerlerini ayaklar altına almaktan çekinmeyen serüvenci burjuva.

Adorno ile Horkheimer’e göre, modern Odysseus’tur bu tip; akılsız akıllı! “Geleneğe karşı gelip ev iktisadının dar çevresinin dışına çıkarak deniz yolculuğunu göze aldığı için görülmemiş zenginliklerle geri dönen Şark tacirinin özelliklerini taşır.
Adorno ile Horkheimer’e göre, modern Odysseus’tur bu tip; akılsız akıllı! “Geleneğe karşı gelip ev iktisadının dar çevresinin dışına çıkarak deniz yolculuğunu göze aldığı için görülmemiş zenginliklerle geri dönen Şark tacirinin özelliklerini taşır.

Adorno ile Horkheimer’e göre, modern Odysseus’tur bu tip; akılsız akıllı! “Geleneğe karşı gelip ev iktisadının dar çevresinin dışına çıkarak deniz yolculuğunu göze aldığı için görülmemiş zenginliklerle geri dönen Şark tacirinin özelliklerini taşır. Burjuva aklının, karşısına daha büyük bir tahakküm olarak çıkan her türden akılsızlıkla uyuşması gibi; aklın (Ratio) bu irrasyonelliği ifadesini kurnazlıkta bulmuştur. Tek başına hareket eden kurnaz kahraman daha şimdiden, bütün akıllı insanların gün gelip benzeyecekleri homo economicus’tur; dolayısıyla Odysseia da şimdiden bir Robinson öyküsüdür.”4

Bütün akıllı insanların gün gelip benzeyecekleri ekonomik insan Thomas Buddenbrook son derece heyecanlıydı. “İş, başarı, iktidar özlemi ve refahı yakalama hırsı bir an gözlerinde tüm şiddetiyle parladı. Firmanın ve köklü ailesinin itibarını koruyabilecek mi diye herkesin gözlerini kendisine çevirdiğini hissediyordu.” Sanki bütün dünya ona her an hayat gayesini hatırlatıyordu: “Borsada karşılaştığı ve kendisine kuşkulu ve biraz da alaycı gözlerle bakan iş adamlarının yüzlerinden, ‘Bu işlerin üstesinden gelebilecek misin oğlum?’ sorusunu okur gibi oluyordu. ‘Başaracağım!’diye düşündü.” Talihsiz evliliğinden büyük bir hayat dersi alan ablası Tony’nin nasihatı ise onu dünyanın acımasız gerçekliğine raptediyordu: “Sen akıllı bir adamsın ama ben de deneyim kazandım artık, kısa zaman öncesine kadar aptal bir kızdım. Hayatta her şeyin dürüstlükle ve doğrulukla kazanılmadığını bilmiyordum...” Biliyorum artık, sen de bil! Balzac’ın külliyatı da “doğruluk ve dürüstlüğün toplumsal imkânsızlığını” dillendirmiyor muydu? “Suç işlemeyen mahvolacaktı!”5

Mahvolmamanın günahkâr ama suçsuz misalini Thomas’ın Gerda ile evliliğinde görüyoruz. Muhteşem keman çalan, tüccar kızı Gerda’yla ya evlenirim ya da hiç evlenmem diyordu. Neden acaba? “Bütün kent alacağım yüklü drahomayı öğrenince, kıskanç bakışlarını bana yöneltecekler diye şimdiden korkmaya başladım, çünkü kayınpederim olacak kişi bir milyoner... Tanrım, başka ne isteyebiliriz? Biz insanların öyle eksik yanları var ki, öyle ya da böyle açığa vurabiliyor kendisini.” Hayat tek boyutlu değil tabii. Thomas sadece akıl evliliği değil, bir aşk evliliği yapmakta olduğuna da inanıyor yahut kendini ve bizi buna inandırmak istiyordu. “Gerda Arnoldsen’i derin bir hayranlık duygusuyla seviyorum, getireceği drahomanın –ilk takdim edilişim sırasında miktarı kulağıma fısıldandı- bu evlilikle hiçbir ilgisi yok. Ben Gerda’yı çok seviyorum ama onunla evlendikten sonra firmamızın sermayesinin önemli ölçüde artacağını biliyorum ve bununla da gurur duyuyorum.” Ablası Tony’nin ise “bu evliliğin aileye ve firmaya sağlayacağı itibarı, Gerda’nın getireceği 300 bin Mark drahomayı” düşündükçe sevinci artıyor ve kabına sığmaz oluyor, müstakbel yengesine “saatte en az üç defa” sarılıyordu. “Ah, Gerda! Seni öyle seviyorum ki! Benden hoşlanmadığını, benden hep nefret ettiğini de biliyorum fakat...” Romandan başka hangi “bilim” bu fakattan sonrasını getirebilir?

Akıllı girişimcinin yeni değerleri

Thomas evlenir. Christian aylaklığa devam eder. Şehir seçkinlerinin oluşturduğu bir topluluğun önünde “bütün iş adamlarının dolandırıcı olduğunu” söyler. Thomas küplere biner:

  • “Bütün tüccarlar sahtekârdır diyorsan, mesleğinden bıktın mı? Tüccar olduğuna pişman mısın?”
  • “Evet, Tom. Yüksek öğrenim yapmayı gerçekten çok istemiştim. Üniversitede okumak çok güzel olmalı. Canın isterse gidersin, tamamen sana bağlı, gider oturur dinlenirsin, tıpkı tiyatroda olduğu gibi.”
  • “Bunlar senin gizli idealin. Bütün yaşamını tiyatrolar, aylak aylak dolaşmalar ile geçirmek istiyorsun. ... Ailemizin bünyesindeki hastalıklı bir nokta, bir ursun sen!”

Christian mirastan küçük bir pay karşılığında şirketten uzaklaştırılır, Tony başka bir sahtekârla evlendirilir, Thomas Buddenbrook ise senatör olur. Artık yeni bir konak yaptırmanın vakti gelmiştir! Gösteriş olmadan seçkin biri olduğunu hissedemeyeceğini düşünür. Oysa tıpkı bugün Kayserili benzerlerinin Talas’ta, Konyalıların Meram’da yaptıkları gibi, üretken şirket sermayesini verimsiz servete dönüştürmektedir.

Aynı zamanda geleneksel aile değerlerini yeni, uçarı değerlere. “Yeni bir ev sahibi olmak demek hayatın temelden değişmesi, oturduğun evi boşaltıp bir başka yere taşınmak ve yerleşmek, eski ve gereksiz şeyleri, yani geçmiş yılların bütün tortularını tasfiye etmek demekti. Bu tür düşüncelerle kendisini yenilediğini, ruhunun temizlendiğini, dinçleşip gençleştiğini hissediyordu.” Diğer yandan, bu girişimin büsbütün yararsız olduğunu düşünmekten de kendini alamıyordu. “Şu anda oturduğu ev kendisine, karısına, çocuğuna ve hizmetçilere fazlasıyla yetiyordu.”

Aylak Christian’ın işleri bozulur, eklem hastalıkları nükseder. Diğer kız kardeş Clara’nın ise vereme yakalanmasından endişe edilmektedir. Thomas işlerinde hata üstüne hata yapmaya başlamış, içinde “başarısız olacağına dair bir duygu” uyanmıştır. “Eskiden böyle şeyler başıma gelmezdi. Benden bir şeyler eksilmeye başlıyor ve ben ne olduğunu bilemediğim o şeyi eskisi kadar tutamıyorum... Başarı denen şey nedir ki? Anlatılması zor gizli bir güç, basiret, bir şeye hazır olma... Salt var olmakla insanın çevresindeki hareketleri etkilemesi, onları baskı altında tutma bilinci... Sözünü geçirebileceğine inanma... Başarı ve mutluluk bizim içimizdedir, başka hiçbir yerde değil. Onu tutmasını bilmeliyiz, sıkı sıkı ve var gücümüzle.” Bir süre sonra, “Ev yapan ölür!” diyen bir Türk atasözünün varlığını öğrendiğinde ürperir. İçten çözülmeye başladığını hisseder. Çevresindeki her şeyin denetiminden çıktığını, ona başkaldırdığını düşünür. “İşte o zaman her şey birbiri arkasına gelir, başarısızlık başarısızlığı izler ve sonunda bitersiniz.”

Bu duygular Thomas’ın tedirginliğini artırır. Annesi dâhil bütün aile üyelerine karşı hırçınlaşır. Clara ölürse aile şirketindeki hakkı o aşağılık rahip kocasına mı verilecektir? Clara böyle vasiyet etmiş, annesi de ona söz vermiştir. Thomas küplere biner: “127.500 Mark! Üstelik bana hiç sormadan!” Kızımın son dileğini geri çeviremezdim, diyor anne. “Ona telgrafla bildirdim ve kızım bu dünyadan huzur içinde gitti.”

“Beni çiğneyip geçtin!”

“Evet Thomas. Sana söyleyemedim çünkü ölmek üzere olan kızımın son arzusunu yerine getirmem gerektiğini hissediyordum... Senin bana engel olacağını biliyordum!”

“Evet, Tanrı biliyor ya, engel olurdum!”

“Buna hiç hakkın yoktu, öteki çocuklarımın üçü de benimle aynı fikirdeydiler!”

“Clara çok dindar ama cahil bir kadındı, anne! Tony ise hâlâ çocuk. Christian yarı kaçık bir deli. Rahip Tiburtius onun da onayını almış. Bu kara papazın ne yaman bir adam olduğunu biliyor muydun? Onun ne aşağılık bir herif, bir miras avcısı olduğunu anlamadın mı hâlâ?”

Annesi damadının niteliğinden çok, genç yaşta hayata veda eden kızının son dileğini yerine getirmenin huzurunu dikkate alıyordu. “Geleneksel” aile değerleri böyle davranmasını aşılamıştı ona. Thomas ise akıllı yeni insandı. Sermayeyi bölecek her adım ona göre duygusal bir akılsızlıktı. Sermaye şerik kabul ediyor, ayrılıp bölünmeye ise asla gelemiyordu. Aile değerlerinin varsın canı çıksındı!..

1. Schumpeter, Capitalism, Socialism and Democracy, London: Routledge, 1994, s. 425.

2. Balzac, “İnsanlık Komedyası,” Tefeci Gobseck içinde, İstanbul: Ayrıntı, 2019, s. 10-12.

3. Thomas Mann, Buddenbrooklar, İstanbul: Can, 2009, s. 217.

4. Adorno ve Horkheimer, Aydınlanmanın Diyalektiği, İstanbul: Kabalcı, 2010, s. 91.

5. Adorno, Edebiyat Yazıları, İstanbul: Metis, 2008, s. 51.