Karantina günlerimiz için dizi önerileri

The Office, Netflix’te halen Black Mirror, Dark, Stranger Thinks gibi dev bütçeli yapımlardan daha fazla izleniyor.
The Office, Netflix’te halen Black Mirror, Dark, Stranger Thinks gibi dev bütçeli yapımlardan daha fazla izleniyor.

Karantina Günlerinde, siz Nihayet okurları için seyirlik olarak iyi bir alternatif oluşturacağını düşündüğümüz diziler sunmak istedik. Hayatın olabildiğine yavaş aktığı şu günlerde, bu ritme eşlik edecek, yavaş akan ancak derinlemesine karakter analizleri içeren Better Call Saul; hayallerimizdeki evler için ilham ve ufuk oluşturabilmesi açısından ve özellikle tasarım, gezi ve macera tutkunlarının çok seveceğini düşündüğümüz Dünyanın En Sıra Dışı Evleri; birçoğumuzun bir süre mesafeli olacağı ofis yaşantısıyla eğlenceli şekilde alay eden The Office ve dünyanın her anlamda yeni bir dönüşüme gebe olduğu şu günlerde, eskimeyen bir kavram olan popülizmin dünyadaki en önde gelen temsilcilerinden Donald Trump’ı konu alan Trump: Bir Amerikan Rüyası sizler için seçtiklerimizden. İyi seyirler…

Better Call Saul

ABD’de bir lisede kimya öğretmenliği yapan ve maaşı ev geçindirmeye yetmediği için ikinci iş olarak bir oto yıkamada çalışmak zorunda kalan Walter White isimli karakterin, akciğer kanseri olduğunu öğrenmesiyle birlikte, ölmeden önce ailesine biraz para bırakabilmek için bir uyuşturucu imalatçısına dönüşmesini konu alan Breaking Bad dizisi, yayınlandığı 2008-2013 yılları arasında tüm zamanların en çok izlenen dizilerinden olmuştu.

Better Call Saul
Better Call Saul

Dizide, Walter White (Bryan Cranston)’ın liseden öğrencisi Jesse Pinkman (Aaron Paul) ile yolları uzun zaman sonra kesişiyor, White’ın kimya dehası ile Pinkman’ın yeraltı dünyasındaki bağlantıları birleşiyor ve imkânsızlıklarla boğuşarak küllerinden doğmaya çalışan ikilinin mücadelesi ortaya sıra dışı bir hikâye çıkartıyor, bu hikâye de Breaking Bad’i tüm zamanların en çok izlenen ilk beş dizisinden biri kılmayı başarıyordu. IMDB’de 9.5 puan ortalamasına ulaşan dizi üzerindeki tartışmalar ise hiç bitmedi. Bir yanda diziyi en tepeye taşıyan tutkunları, diğer yanda ise abartılı (overrated) bulduğunu ya da nefret ettiğini söyleyenler, bugüne kadar bu tartışmayı sürdürdü. Abartılı bulduğunu belirtenlerin en fazla dillendirdiği argüman, “dizinin bir suç dizisi olmasına rağmen yavaş ilerleyen, aksiyonu düşük bir yapım olmasıydı” üstelik “öyle abartılacak kadar kayda değer bir hikâyesi de yoktu”. Nefret edenler ise “dizinin gençleri uyuşturucu madde kullanımına özendirdiği, öğretmenleri kötü gösterdiği, gençleri kötü alışkanlıklara ve kolay para kazanmaya sevk ettiği” gibi argümanları dile getirdiler. Dizinin fanları ise bu eleştirileri “çok yüzeysel” bulmakla birlikte, itirazlarını birçok farklı argümanla savunuyorlardı.

Bu tartışmalara katkı sağlamak açısından değerlendirecek olursak; Breaking Bad, hayatta hiçbir şeyin ve insanların göründüğü gibi olmadığına, sis perdeleri aralandığında çok farklı ve çarpıcı gerçeklerle, büyük sürprizlerle dolu olabildiklerinin görüldüğüne, en önemlisi de varoluşsal kriz anlarında, sahip olunan değerler skalasını da bir yana bırakmayı göze alarak büyük savrulmalar yaşayabileceklerine dair son derece güçlü anlatıya sahip bir yapımdı.

  • Üstelik olay(lar)dan çok karakterlere odaklanan, yavaş akan senaryoda çok katmanlı karakterlere daha derinlemesine bakmaya çabalayan, karakter çözümlemesini merkezine yerleştiren bir diziydi. Öyle ki, bu akışta haklıyla haksız, suçluyla suçsuz karışıyor; örneğin, dizide suça ve uyuşturucuya en fazla cephe alan Walter White’ın karısı Skyler White (Anna Gunn) izleyicinin belki de en nefret ettiği figüre dönüşüyor, dizinin en sakin, beyefendi ve yardımsever karakteri Gus Fring (Giancarlo Esposito) yoluyla seyirci ters köşeye yatırılarak, dizinin en tehlikeli suçlu figürü olduğuyla yüzleştiriliyordu.

Tüm tartışmaların şimşeğini üzerine çeken Walter White ile Jesse Pinkman ise hayatın getirisi olan varoluşsal sorunlarını çözebilmek adına, sonunu çok da düşünmedikleri maceralara atılıyor, aslında hiç istemedikleri olayların merkezinde yer alarak, bulaştıkları pisliğin azabını çeken ve bundan kurtulmaya çalışan iki masum suçlu olarak, vicdani ve ahlaki sorgulamalarımızı tetikleyen karakterlere dönüşüyorlardı.

Saul Goodman’ın sıra dışı hikâyesinin hepimize söyleyeceği şeyler var.
Saul Goodman’ın sıra dışı hikâyesinin hepimize söyleyeceği şeyler var.

Başarılı karakter analizleri ve oyunculuklar, diziye ve başta Jesse Pinkman’ı oynayan Aaron Paul olmak üzere, birçok dizi oyuncusuna büyük ödüller kazandırmayı da başarmıştı. Ödüller bir yana, dizinin bir oyuncusu vardı ki, diziyi izleyen hemen hemen birçok izleyicinin sevgisini kazanmayı başarmıştı. Dizide suçluların avukatı ve bir pazarlama dehası olarak izlediğimiz Saul Goodman (Bon Odenkirk), dizideki en aykırı ve izlenmesi en eğlenceli karakterlerin başında geliyordu. Dizinin yapım ekibi, çok yerinde bir kararla, devam ettirmeyi düşünmedikleri Breaking Bad’in boşluğunu, aslında her birinden ayrı bir dizi çıkabilecek zenginlikteki karakterlerin en sevileni olan Saul Goodman ile doldurmak üzere, 2015 yılında Better Call Saul dizisini seyirciyle buluşturdular.

Better Call Saul; dolandırıcılığa tövbe ederek, abisinin hukuk şirketinde ofisboyluğa başlayan, ardından da avukatlık kariyerine geçiş yapan, geçmişi yüzünden hayatın birçok anında yalnız bırakılmış, itibar edilmeyen, özellikle ailesi ve çevresi tarafından horlanan, aşağılanan ve hayatın da kötü şansla çekme takıp durduğu ancak sonunda küllerinden doğmayı başaran Saul Goodman’ın sıra dışı hikâyesinin hepimize söyleyeceği şeyler var.

Dünyanın En Sıra Dışı Evleri

Hayatlarımızın evlerimize sıkışıp kaldığı ve oldukça yavaş aktığı şu karantina günlerinde, evlerimizi gözden geçirme fırsatı birçoğumuz için olağanlaştı.

Dünyanın En Sıra Dışı Evleri
Dünyanın En Sıra Dışı Evleri

Evi olmayan kimilerimiz belki bir ev sahibi olmayı, kimilerimiz ise eşyaları ve tadilat ve boya ile evlerini baştan sona yenilemeyi düşündü. Hatta belki birçoğumuz yeniden “hayalindeki o evi” düşündü. Tam da bu ortamda, dünyanın farklı coğrafyaları ve ülkelerinde, hayalindeki “sıra dışı evi” yapan birilerini izlemek ufuk açıcı olabilir. İngiliz BBC televizyonu ve Netflix ortaklığıyla ekrana gelen mini belgesel dizi The World's Most Extraordinary Homes (Dünyanın En Sıra Dışı Evleri), isminden de anlaşılacağı üzere, sıra dışı evlere odaklanıyor. Ödüllü mimar Piers Taylor ile oyuncu ve emlak meraklısı Caroline Quentin, dizinin ilk sezonunda Santa Monica’daki muhteşem dağ inziva evlerinden başlattıkları yolculuğun ardından, Arizona, Yeni Zelanda ve İsviçre Alpleri’ndeki özgün tasarımlı dağ evlerine, oradan Madrid’in dışındaki Catskill Dağları’ndaki orman evlerine, Norveç’te, Kanada’da kıyı evlerine, Yunanistan’da lüks bir yeraltı yaşamı örneği dahil birçok sıra dışı eve ışık tutuyorlar. Dizinin ikinci sezonunda ise Florida’dan Portekiz’e, Hindistan’dan, Norveç’e, Japonya’dan İsrail’e birçok farklı coğrafyada; mütevazı bir cam ev, yılankavi, X, S ya da V tasarımlı, eksantrik toplanma alanlı, çelikten yapılmış, bir kayanın etrafına yapılmış ve bir aile kulübesi olarak tasarlanmış, saray yavrusu, üç bahçeli veya pastoral şekilde inşa edilmiş tasarım harikası birçok sıra dışı evi izleyiciye sunuyorlar. Mini dizide; tasarım, gezi ve macera tutkunları için evlerin inşa ediliş süreçlerinden içlerinde yaşamak için neler gerektiğine kadar birçok detay da yer alıyor.

The Office

Sayıları gün geçtikçe artan online dijital platformlar, film ve dizi izleyicilerini kendilerine çekebilmek için dev bütçeli ve iddialı yapımları ekrana getire dursunlar, aradan geçen zamana rağmen orijinalitesinden ve değerinden hiçbir şey kaybetmeyen bazı yapımlar, yine bu platformların en çok izlenen yapımları olmaya devam ediyorlar.

The Office
The Office

Örneğin; 2005-2013 yılları arasında 188 bölüm olarak yayınlanan komedi dizisi The Office, Netflix’te halen Black Mirror, Dark, Stranger Thinks gibi dev bütçeli yapımlardan daha fazla izleniyor. Özellikle gençler tarafından yoğun olarak izlenen dizinin bu popülaritesi NBC’nin dikkatinden kaçmamış olmalı ki, dizinin 2021 yılında NBCUniversal’ın yeni açılacak dijital platformuna geçeceği açıklandı. Dünyada ve Türkiye’de iş hayatının kesintiye uğradığı ve çalışma ofislerinin boşaldığı şu günlerde, ofis yaşantısıyla olabildiğine eğlenceli bir şekilde alay eden The Office, halen izlememiş ve eğlenceli seyirlik diziler arayanlar için kaçırılmaması gereken yapımlardan. Dizi; çalışanlarının huzuru ve mutluluğu adına çalışma şartları ve kurallarını olabildiğine esneten, yer yer personelinin masumane oyunlarının kurbanı olmaktan da kaçamayan kaba ve taş kalpli bir şef ile her biri farklı yaş gruplarından ve farklı takıntılara sahip, kimisi bıkkın ama yetenekli, kimisi sosyopat, kimisi anti-dalkavuk, kimisi kayıtsız, kimisi kibar ve dürüst karakterlerle örülü keyifli bir yapım.

Trump: Bir Amerikan Rüyası

Covid-19 virüsünün neden olduğu pandemi, dünyanın bir numaralı gündem maddesine dönüşmekle birlikte, olağan bazı gündem başlıklarını da geri sıralara itti.

Hiç şüphesiz, insanlık bu virüsle boğuşmuyor olsa, haberlerde her gün duyduğumuz ya da sosyal medyada bir açıklaması mutlaka gündem olacak Donald Trump’a daha fazla maruz kalacaktık.

Zira dört yılda bir gerçekleşen ve ABD’nin küresel güç konumu nedeniyle doğrudan ya da dolaylı olarak ülkelerin siyasetleri için de belirleyici olan ABD Başkanlık Seçimi’nin bu yılın Kasım ayında gerçekleşecek olması, Cumhuriyetçilerin adayı olarak ikinci dönem başkanlık için seçimlere girecek Trump’ı yine gündemin üst başlıklarında tutacak.

Trump: Bir Amerikan Rüyası
Trump: Bir Amerikan Rüyası

Dünya siyasetinin gelmiş geçmiş en popülist, pragmatist, renkli ve tartışmalı isimleri arasında yer alan Trump hakkında çok şey yazıldı, çizildi, söylendi. 1980’ler Manhattan’ında emlak komisyonculuğundan ABD Başkanlığı’na uzanan, çevresi ve ABD’de saldırgan, herhangi bir takdir yetkisine sahip olmayan, oportünist, narsist, üçkağıtçı ve aşırı hırslı karakteriyle bilinen Trump, bir sürpriz olmazsa -rakibi büyük oranda Demokrat Parti adayı Joe Biden olacak- ABD’yi yönetmeyi sürdürecek. Pandemi nedeniyle dünyanın her anlamda kalıcı olarak değişeceğinin çokça yazılıp çizildiği bu günlerde, bu değişime ABD’yi hangi başkanın taşıyacağı tüm dünya açısından önem arz ediyor. Eğer bu değişim Trump’ı da yerinden etmezse, önümüzdeki dört yılda da Trump gibi popülist bir siyasetçiye maruz kalacağımız gerçeği ortada. Bu açıdan, Trump’ı biraz daha yakından tanımak isteyenler için Trump: An American Dream (Trump: Bir Amerikan Rüyası) dizisi iyi bir alternatif oluşturacaktır. Toplam dört bölümlük mini belgesel dizide, Trump’ın geçmişi karmaşık bağlantılar, anlaşmalar ve mafyatik ilişkilerle dolu hayat serüvenine arkadaşları, iş ortakları, muhalifleri ve önemli gazetecilerin anlatımlarıyla, önemli detayları ve dönüm noktalarıyla tanıklık edebilirsiniz.