Kayıtlar : Belirli belirsiz şeyler

Nihayet Dergisi akademisyen Nurullah Koltaş' a sordu.
Nihayet Dergisi akademisyen Nurullah Koltaş' a sordu.

Nihayet Dergisi akademisyen Nurullah Koltaş' a sordu.

Kendinizi ıslıkla çalarken yakaladığınız o şarkı hangisidir?

“Şeytan çağırma!” diye ünleyen büyüklerden midir bilmem, esaslı bir şekilde ıslık çaldığım söylenemez. Bu yüzden defalarca dolmuş, otobüs kaçırdığım bir vakıa. Daha ziyade ıslığı andıran bir ses hasıl oluyor her denememde. Yine de bu hırıltılı sesle “Vücûd iklimin sultanı sensin” diye bir nağme tutturabilirim.

Tarçın kabuğu, defne yaprağı ya da bir demet yasemen… Sevmişsinizdir o kokuyu sebepsiz!..

Kokular, sesler, rakamlar, harfler, renkler… tümü aynı arketipten sanki. Koku denince birden zihnim canlanır, silkiniverir aniden. Karakedi, şipir… Babamın balıksırtı ceketinin yaka içlerinden süzülüverir. Bir de cami çıkışları gözümün önüne gelir.

Takkesi belirsiz motiflerle bezeli bir amca, camekânından irice bir şırıngayla pekmez kıvamında bir sıvı çeker, üzerime püskürtüverir. Günlük, amber… aslında çiçeksi değil topraksı ve odunsu rayihalara meyilliyim. Ve fakat öd ya da ud sebepsiz cezbeder.

Bir şeyler size çocukluğunuzu hatırlatır. Bir merdiven, bir oyuncak, bir…

Bisiklet. Bedenimi taşıyacak genişlikte tekerleri olan. Süslesem envaiçeşit aksesuarla. Arnavut kaldırımlarda falan değil, ön tarafına bir tahta parçasını sabitleyip tatlı su bidonu taşısam tozlu yollarda. Servis, bakım derdi yok. Öylece binip gündüz okula, geceleyin höykürmeye savrulsam.

İğne-iplik, çekiç-çivi, tencere-kapak… Hangi ikili elinize yakışır?

Üçü de yakışabilir. Ama en çok tencere-kapak. Zira matbah hem pişer hem pişirir. İyilik kursaktan başlar, derler. Dikilirken, otururken, yatarken, bir de pişirirken zikir. Diğer bahşedilen şeyleri elle tutamasam da tencerede olup biten simya gibidir, nimet ve bereket neredeyse hissedilecek seviyeye iniverir.

Her şeyiniz var da bir o eksik hayatınızda! Nedir o?

İstikrar. Daha doğrusu karar kıldığım bir zemin, makar, karargâh, her ne deniyorsa. Durmuyor yolculuk, istasyonsuz devam ediyor. Mahzun gibiyim karar kılmamı sağlayacak bir rehberin yokluğuyla.

İhtiyacınız olan biri var. Şimdi gelse, yanında ne getirse?

O yeter ki gelse, varsın bir şey getirmese. Gelse, sussa, nazar kılsa öylece.

Kelimeleri sevdiniz, yabancı kelimeleri de… Söylerseniz birkaçını belki biz de severiz onları.

Tevellâ, evvelemir, neşîde; anjeloji, ortodoksi, inisiye. Gerçi yabancılık olur mu ilahi kökenliyse dil? Garabet olmayacağı bilinse normal şartlarda yerli ve yabancı demeksizin tüm leziz kelimeleri bir arada kullanmak mümkün olabilir. Bununla birlikte, harf bükülü ve kelime yaralı; bana kalırsa, dile getirilince yitecek olanı içte tutmak yeğdir.

Otogarlar mı, istasyonlar mı, havaalanları mı?

Havaalanları derim. Otogarlar, istasyonlar buruklukla özdeş. Oysa havaalanları çabucak bitecek bir hasreti çağrıştırıyor. Otogarlar isteksiz bir ayrılış, havaalanları ise davet edilmişlik barındırıyor. Trenin tarlalar ve tünellerde kıvrılışıyla birleşik hayaller, 20’li yaşlarda kaldı galiba.

Bir yol, bir güzergâh vardır yürümeyi sevdiğiniz, neresidir?

Cemel Ali Dede Türbesi’nin önünden kıvrılarak Meram Bağları’na ilerleyen o yol. Ihlamur kokar dört bir yan. Yürüsem çok tanıdıkla rastlaşmadan. Zaman kaybolsa, kalsa bir tek zemin.

Yaşadığınız şehir midir yaşlanmak istediğiniz yer?

Çok geç rıza gösterdim yaşlanmaya. Önceden olsa, aile efradım neredeyse orada yaşlanmak isterim, derdim. Zamanla kalbim deniz ve dağa nazır bir şehir ister oldu. Ben de dağa ve denize yönelip nihayetsizlik nedir diye tefekkür etmeyi diledim.