Kırk Ambar-Dervişin Muradı

Kırk Ambar-Dervişin Muradı
Kırk Ambar-Dervişin Muradı

Anne ve babası Hristiyan’dı. Muallimin yanına gönderdiklerinde üstadı ona, “Üçün üçüncüsü de bakalım” dedi. O, “Hayır, olamaz, tam tersine. O bir olan Allah’tır” dedi. Üstadı onu ne kadar dövdüyse de fayda etmedi. Bir kere şiddetli bir şekilde sopaladı. Bunun üzerine Maruf oradan kaçtı. Onu bir daha bulamadılar.

Annesi ve babası, “Keşke geri dönse de dilediği din üzere bulunsa, biz buna razı oluruz” diyorlardı. O ise gidip Ali bin Musa Rızâ’nın elinde Müslüman olmuştu. Aradan bir süre geçtikten sonra gelip babasının evinin kapısını çaldı. İçeriden ses geldi: “Kim o?” “Maruf!” “Hangi din üzeresin?” Allah Resulü Muhammed (s.a.v.) dini üzereyim. Bunun üzerine annesi ve babası da Müslüman oldular. Daha sonra Davud-ı Taî ile görüştü.

Çok riyazet ve çile çekti. İbadetleri tam ve mükemmel bir şekilde yerine getiriyordu. Doğruluk yolunda o kadar yürüdü ki, nihayet parmakla gösterilen bir mertebeye erişti. Muhammed bin Mansur Tûsî (r.a.) anlatıyor: “Bağdat’ta Maruf’un yanındaydım. Yüzünde bir sıyrık izi gördüm ve dün yanındaydım bu sıyrık yoktu ne oldu?” diye sordum. “Sana faydası dokunan şeyi sor” dedi. “Mabudun hakkı için buna bana söyle!” dedim. Akşam namazı kılınca Mekke’ye gidip Kâbe’yi tavaf etmek istedim. Su içmek için zemzem kuyusu tarafına gittim. Ayağım kayınca orada kapıya çarptım, bu sıyrık işte ondandır” dedi.

  • Naklederler ki, Maruf bir gün bir toplulukla gidiyorken gençlerden oluşan bir cemaat kayık içinde içki içip eğleniyorlardı. Dicle’nin sahiline varınca yanındaki ahbapları “Ya Şeyh! Dua buyur da Hak Teâlâ bunların tümünü suya batırsın, böylece uğursuzlukları ortadan kalksın” dediklerinde Maruf “Ellerinizi semaya kaldırınız” dedi. Sonra “İlahi! Şu gençlere şu âlemde nasıl hoş bir hayat verdinse öbür dünyada da öyle hoş bir hayat bahşet” diye dua etti. Bu söze şaşıran arkadaşları “Ey şeyh! Biz bu duanın sırrını anlayamıyoruz” dediler. Şeyh de “Sırrı görünene kadar bekleyiniz” dedi. Bu topluluk şeyhi görünce rebaplarını kırıp şarabı döktüler, hepsini bir ağlama tuttu. Şeyhin ellerine ve ayaklarına kapanıp tevbe ettiler.

O zaman şeyh dedi ki: “Gördünüz mü, kimseyi batırmadan ve kimsenin canını yakmadan hepsinin muradı nasıl gerçekleşti.”

Maruf-ı Kerhî’nin hikmetli sözleri çoktur. Bazıları şöyledir: “Ulu ve Yüce Allah’ın birisine gazaplandığının işareti, onu nefsinin faydasız işleriyle meşgul etmesidir.” “Amelsiz olarak cenneti talep etmek günahtır; cennete, sünnete saygı göstermeksizin şefaat beklemek bir çeşit aldanıştır. İtaat edilmeyen bir zattan rahmet ummak cehalet ve ahmaklıktır.”

Tasavvuf hakikatleri almak, ince şeyleri dile getirmek, halkın elinde ve avucundaki şeylere bel bağlamamaktır.

(Feridüddîn Attar, Tezkiretü’l-Evliyâ’dan)