Kırk Ambar- Tuhfe-i Bahriyye

Tevhid ve Sırlar Denizi Ey mümin! Bilirsin ki, ilahi hüviyyet hiçbir şeye sığmaz fakat müminin kalbine sığmasından haber verip “Ben yerlere ve göklere sığmadım, ancak mümin kulumun kalbine sığdım.” buyurdu ve insani suretin ecmaiyet ve ekmeliyetine işaret kıldı.
Tevhid ve Sırlar Denizi Ey mümin! Bilirsin ki, ilahi hüviyyet hiçbir şeye sığmaz fakat müminin kalbine sığmasından haber verip “Ben yerlere ve göklere sığmadım, ancak mümin kulumun kalbine sığdım.” buyurdu ve insani suretin ecmaiyet ve ekmeliyetine işaret kıldı.

Bununla beraber bu surete dâhil olması insanın kendi kıymetincedir. Yoksa Hakk’a göre değildir.

Nitekim veziriazam kendi kadri ölçüsünde, yani tahammülü kadar sultan-ı azam suretine girebilir. Gerçi sultanın onun üzerine çok büyük bir üstünlüğü vardır. Bir padişahın yeniçeri suretine girip yeniçeri kıyafeti giymesiyle yeniçeri olması gerekmez. Çünkü yeniçeri, sınırlanıp kayıtlanmıştır.

Padişah için ise sınır ve kayıt söz konusu olmayıp mutlaktır. Bu surete göre senin ona yeniçeri demen mücerred sureti hasebiyledir. Yoksa hakikatte sultan olması hasebiyle değildir. Çünkü bu durumda bütün suretlere dâhil olmuştur.

Tuhfe-i Bahriyye
Tuhfe-i Bahriyye

Zira imam ile cemaat gibidir ki; imam, cemaatin öz suretidir. Bundan dolayı tek saf olarak itibar edilir. En basit bir yıldıza bak ki, “süha” derler. O da diğer yıldızlar gibi güneşin nurunun mazharıdır. Fakat kendi kadrince mazhardır.

Bundan dolayı ay ile beraber değildir. Ay da kendi kıymetince mazhardır. Dolayısıyla güneşle eşit değildir. Gerçi ay, Resulullah (s.a.v.) Efendimiz[in diğer peygamberlere nisbetle daha üstün olduğu] gibi, diğer yıldızlardan daha parlaktır. Hâl böyle iken hadiste şöyle gelir: “Ben seni hakkıyla medh ü sena edemem. Sen kendini medh ü sena ettiğin gibisin.” Yani senanın hakikatinden aczini izhar eyledi. Çünkü mahlûk mümkün ve hâdis; Hak Teâlâ ise vacip ve kadimdir. İnsanın ilahi kemale mazhariyeti, mahallinin tahammülü kadardır. Onun için abd/kul, Rab olmaz. Çünkü kemal Hak Teâlâ’nındır.

Yani Rab Rab; abd abddir. Bundan dolayı Resulullah Efendimiz’in (s.a.v.) Kur’an’daki virdi Huvallah’tır; Enallah dediği vaki değildir.

Çünkü sarî hüviyyet sırrını bilir ve sirayeti Kayyûm isminedir ve bütün eşyanın aslı/zatı, Kayyûm ismiyle kaimdir. Bu manadan dolayı hepsinin şecere-i Mûsâ (a.s.) gibi Enallah demeğe mecalleri vardır. Fakat Settâr ismi, hüviyyet sırrını izhar etmemeni, benlik davasını terk edip Ene’l-Hak yerine Hüve’l-Hak demeni ve kendisine tabi olunanın en mükemmeline (s.a.v.) tabi olmanı gerektirir.

Çünkü Hak Teâlâ hazretlerinin, davası hususunda O’na (s.a.v.) vekil ve bedel olup “Fakat Allah attı.” buyurması, fenanın manasının kemalindendir. Yine “Sana biat edenler ancak Allah’a biat etmiş olurlar.” ve “Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” diye buyurdu.

Bunların meali; “Ya Muhammed! Sen haksın.” demektir. Fakat bu şehadet Hak Teâlâ’dan sadır olunca kul davadan/iddiadan kurtulur. Bunu hıfz et. İşte bu, vallahi ilim ve marifetlerin özüdür!