Kızıl Goncalar’ın kullandığı klişeler ve toplumsal merak motivasyonu inceleniyor

Muhtemelen siz bu yazıyı okurken, bazı şirketler bir yerlerde, seküler-tarikatçı diyaloğuna ve elbette çatışmasına dair bazı yapımları çoktan pişirmeye başladılar.
Muhtemelen siz bu yazıyı okurken, bazı şirketler bir yerlerde, seküler-tarikatçı diyaloğuna ve elbette çatışmasına dair bazı yapımları çoktan pişirmeye başladılar.

Kızıl Goncalar dizisi sezon finalini yaptı. Çoğu Cüneyt Efendi’ye ait olan replikler, bazısı iyi çalışılmış, bazısı çalakalem üretilmiş bir düzine karakteri de popüler kültüre dahil etti. Hatırı sayılır bir izleyici kitlesine ulaşan dizinin, izleyicilerini sosyo-ekonomik açıdan tasnif etme yönünde bir çalışmaya rastlamadım, zaten böyle bir çalışma için henüz erken sayılır. Ama izlenimlerime dayalı kabaca bir tasnif yapmam gerekirse: Diziyi izleyenlerin önemli bir kısmı, hikâyedeki çatışma eksenlerine tav oldu; bir kısmı yakından tanımadığı dindar/ehl-i tarik ya da seküler dünya mensupları hakkındaki merakını giderdi; bir kısmı da hikâyede kendisini buldu.

Hikâyede kendini bulanların sayıca az olmasını beklerim. Çünkü dizi, Türkiye’deki toplumsal gerçekliğin ve mahalleler arası geçişkenliğin uzağında, tikel denebilecek bir diyaloğu işliyor. Ne tarikatlar, seküler figürlerin ve onların hayatlarının dizide resmedildiği gibi bu kadar yakınına sokulabilmiştir, ne de seküler figürler bir tarikat hayatına ve bu hayatın baş kahramanlarına bu derece aşina olabilecekleri fırsatı bulabilmiştir. Böylesi ilişkiler ve diyaloglar hiç mi yoktur? Vardır ama “nadir olan yok gibidir” Arap atasözünü doğrulayacak kadardır, azdır.

Aslında dizinin hem reyting hem de hikâyenin akışı bakımından beslendiği en önemli kaynağın, merak motivasyonu olduğunu söyleyebiliriz. AK Parti iktidarının kurduğu bürokratik, sosyal ya da ticari iklimin kamusal alanda iyice görünür kıldığı tarikatların, dindar ya da muhafazakâr aktörlerin, ekran dışında bir hayatları, kamusal alana yansıtmadıkları hususi bir dünyalarının olduğu, bu dünyanın maddesinin ve fikri temellerinin neler olduğu, hayli geniş bir seküler kesim tarafından merak ediliyor. Böylece bu dizi, bir yanıyla dindarların ve cemaatlerin dünyasına dair yumuşak ve iddiasız bir istihbarat kaynağına dönüşüyor.

Ama bu istihbaratın serinkanlı bir anlatı olmasına imkân yok. Çünkü herhangi serinkanlı bir hikâyenin satışı düşüktür. Oysa dizi sektörü tamamen ticari bir sektördür ve satmak, izletmek, reklam aldırmak zorundadır. Dolayısıyla tarikatlar/cemaatler hakkında serinkanlı bir anlatı, olsa olsa bir belgeselde söz konusu olabilir, onu da kim izler, kim sever? Şimdiye kadar bulabildiğim, Batı’daki kültler (istisnai dini gruplar ve tarikatlar) hakkında yapılmış bütün belgeselleri izleyen biri olarak söylüyorum, bu belgesellerde kimi zaman kullanılan abartılı dramatik tekniklere başvurulmamış olsa, son derece sıkıcı ve birbirini tekrer eden yapımlar izlemiş olacaktım. Hatta böyle kültleri bir araya getirip işleyen “How to Become a Cult Leader” (Nasıl bir kült/tarikat lideri olunur?) belgesel dizisi, adından da anlaşılacağı gibi, bir kült lideri olmanın şablonlarını çıkartmayı, ortak klişeleri göstermeyi hedefliyordu. Yani kültler arasındaki ortaklık, şablonlar çıkartılabilecek kadar belirgindir.

Bu dizi, bir yanıyla dindarların ve cemaatlerin dünyasına dair yumuşak ve iddiasız bir istihbarat kaynağına dönüşüyor.

Kızıl Goncalar’da hikâye tikel bir hikâye, mahalleler arasındaki diyalog istisnai bir diyalog olsa da, karakterlerin temsili yine belli başlı klişelere mahkum durumda. Seküler doktor Levent, seri olarak Atatürk’e atıfta bulunan, atadan babadan aydınlanmacı, dağılmanın eşiğinde bir aileye sahip, çocuğundan bihaber biri. Bu bir klişe mesela. Aydınlatma görevi Doktor Levent ve fizik profesörü babasına ait. Bir yandan Cüneyt’i onarıyorlar, bir yandan Meryem’i ve Zeynep’i aydınlatıyorlar. Zaten daha önce de, tarikattan kovulan feminist dindar öğretmen Birgül’ü aydınlatmışlardı. Bu da aydınlanmacı, evrensel bir klişe. Cüneyt Efendi, bir tarikatın şeyh namzeti. Sakallı, cübbeli, kendi kendini yetiştirmiş. Müritleri tokatlayabilecek kadar cemaat içinde sarsılmaz bir otoriteye sahip. İstanbul görmemiş on beş yaşında bir kızla evlenmeyi amaçlıyor. Ne iş yaptığı, nasıl geçindiği belli değil. Bu da bir klişe, hem de esaslısından. Tek tek bütün kahramanları saymaya gerek yok ama diğerleri hakkında da benzer klişeler geçerli. Ama bu klişelere, bazen inandırıcılığı zorlayan ekler yapılmış. Mesela Cüneyt, ağır psikolojik sorunlarla boğuşuyor. Oysa herhangi bir örgüt ya da şirket gibi, cemaatler de, tarikatlar de böyle hasta bir şeyh namzetine cemaat işlerini emanet etmek yerine, onu kızağa çekmeyi tercih edecektir. Yine Cüneyt, Kierkegaard’dan ya da Wittgenstein’dan filan alıntı yaparak konuşuyor. Dizide anlatılan türden bir kapalı tarikat yapısında, bir şehzadenin anılan filozoflarla hemhâl olduğu bir eğitimden geçmesine imkân yoktur. Böyle bir eğitimden, diyelim ki bir otodidakt olarak geçen birinin de hâlâ dedesinin cemaat töresine sadık kalan bir hayat görüşünü ve yaşam tarzını sürdürmesine imkân yoktur. Oysa Cüneyt, izlediği tarikat töresi ve benimsediği tarikat fikriyatı bakımından, tarikat zaviyesinden bakınca neredeyse falsosuz biri. O iyi bir mürid; zıvanadan çıkmaya, felsefe okuyarak mahalle değiştirmeye yatkın biri değil. Ama Cüneyt klişesi bu andığımız eklerle renklendirilmiş, biraz daha inandırıcı hâle getirilmek istenmiş. Sadece Cüneyt değil, Meryem, Zeynep ve diğerleri de bazı eklerle renklendirilmiş, daha sofistike hâle getirilmeye çalışılmış.

Nokta dergisi.
Nokta dergisi.

Dizideki tarikat (Faniler), bu tarikatın müritleri, şeyh namzetleri, tarikat içi işleyiş ve adab/töre, bu türden klişeler sebebiyle bana yeni bir şey söylemiyor. Doksanlı yıllarda Nokta gibi haftalık dergiler birkaç sayıda bir, önemli bir tarikat yuvasına girdiklerini, tarikatların iç dünyalarını deşifre ettiklerini ilan eden kapaklarla çıkarlardı. Bu deşifreler, tarikattaki emir-komuta zincirindeki katiyet, kadınların eğitimden mahrum bırakılmaları, tarikatların yönettikleri paranın büyüklüğü, tarikat-siyaset ilişkisinin varlığı gibi bildik konular çevresinde dönerdi. Kızıl Goncalar’da resmedilen tarikat, doksanlı yıllarda bu dergilerde bıktırasıya işlenen tarikat temsiline uygun bir tarikat. Bu bakımdan dizi benim için biraz da zamanda yolculuk gibi oldu.

Ama Kızıl Goncalar’da yeni olan bir şey var. Bu yenilik, batıda son yıllarda yapılmış olan bazı dizilerde de görülen ve yukarıda işaret etmiş olduğum istisnai diyalog. (Batılı dizilerde, bu diyalog genellikle batılı figürlerin, bazen de radikal İslamcılara karşı, “makul ve ılımlı” Müslümanlarla kurduğu diyalog ya da Müslüman karakterlerin modern dünya karşısındaki var olma süreçlerine ve sancılarına ilgi olarak karşımıza çıkıyor. Mesela: Little Mosque on the Prairie, Ramy, Skam, vb ). Dizideki diyalogdan kastım, Doktor Levent’in seküler/aydınlanmacı ailesiyle, tarikat mensubu bir ailenin kurduğu diyalog. Bu diyalogda, seküler ailenin aydınlanmanın temsilcisi olarak sunulması, doksanlı yıllar algısına uygun olsa da. Cahil tarikatçılar, seküler aydınlanmacılar tarafından kurtarılıp aydınlatılıyor gibi düşünün. Ama bu noktada klişeyi aşan husus, iki ailenin, bu aydınlanma konseptinin dışına çıkarak kurduğu insani, dostane ilişkiler. Denebilirse, bu dizinin yeniliği de bu. Aslında bu sadece dizinin değil, CHP’ye oy veren kapalı kadınlarla, CHP ile ortaklık kuran Saadet Partisi ve bazı cemaatlerle ortaya çıkan, bugünün Türkiyesinin bir yeniliği. Benzer bir yeni diyaloğun Doktor Levent’le Cüneyt arasında da bulunduğunu söyleyebiliriz.

Aslında dizinin hem reyting hem de hikâyenin akışı bakımından beslendiği en önemli kaynağın, merak motivasyonu olduğunu söyleyebiliriz.
Aslında dizinin hem reyting hem de hikâyenin akışı bakımından beslendiği en önemli kaynağın, merak motivasyonu olduğunu söyleyebiliriz.

Dizi hakkında başka türden de okumalar yapılabilir. Mesela tarikatların şehirlileşmesiyle ilgili bir okuma denenebilir. Yıllardır İstanbul’un göbeğinde faal olan bir tarikatta bütün erkekler şiveli konuşuyor olması (kadınlar değil nedense); tarikatın genç insan kaynağı içinde eğitimli kimsenin olmaması (hatta bütün gençleri biraz bön) mesele edilebilir. Dizide, İstanbul merkezli tarikatlarda ortaya çıkan yeni tipolojinin gözlemlenmediği incelenebilir. Kaldı ki, İstanbul’da çok uzun zamandır eğitim düzeyi yüksek, etkileyici kültürel formasyonlara sahip müritleri olan birçok tarikat var. Yedi göbek İstanbullu olan şeyhler var. Yazar olan, müzisyen olan, Türkçe uzmanı olan bir dünya şeyh, mürit vb var.

Ya da dizide, tasavvufun hakikat bahsiyle ilgili herhangi bir unsuruna atıf olmaması incelenebilir. Faniler tarikatı şeriat bahsine ilgili gibi görünen ama bunda da çoğu kez açık veren; dizi tarikattaki kadın-erkek ilişkilerindeki sıkılığı işlemesine rağmen, hocaların ya da müritlerin sık sık kadınlarla baş başa uzun görüşmeler yaptığı bir tarikat. Bunun da gerçekle bir ilgisi olmadığı hesap edilmeliydi.

Dizi çok tuttuğu için, aynı anlatıyı işleyen başka dizilerin çekilmesine yol açacağı tahmin edilebilir. Muhtemelen siz bu yazıyı okurken, bazı şirketler bir yerlerde, seküler-tarikatçı diyaloğuna ve elbette çatışmasına dair bazı yapımları çoktan pişirmeye başladılar. Aydınlanmacı bir izleği terk edip bu cazip ve yükselen konuya eğilen biri çıkacak mı, en çok da bunu merak ediyorum.

Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.