Klasik sanatlarımız ve modernleşme

Sanat, insanlık tarihi kadar eski ve onunla birlikte var olmuş bir olgudur.
Sanat, insanlık tarihi kadar eski ve onunla birlikte var olmuş bir olgudur.

Gerek plastik sanatlarda gerekse fonetik ve diğer sanat dallarında, milletlerin uzun yıllar içerisinde geliştirdikleri sanatları onların klasik, geleneksel, kadim sanatları olarak karşımıza çıkıyor. Bu oturmuş ve belirginleşmiş sanatlara milli sanat, geleneksel sanat, veya milletin ismiyle anılan sanat olarak isimlendirilmişlerdir. Esasen milletlerin bu kadim sanatları uzun yıllar içerisinde değişim gösterseler de millî olmaktan asla çıkmamışlardır.

Sanat, insanlık tarihi kadar eski ve onunla birlikte var olmuş bir olgudur. Yeryüzündeki coğrafi bölgelere göre dağılan insan toplulukları, bulundukları bölgeye has kültür ve din farklılıkları göstermişlerdir. Bu olgu, sanatların da aynı biçimde şekil almasını sağlamış ve biçimlenmiştir. Toplulukların ve daha sonra millet olma özellikleriyle ortaya çıkan büyük kitlelerin elbette ki kendilerine özgü kültürleri ve sanatları da var olmuştur. Ancak, dünyanın neresinde olursa olsun, sanatın ortak yönlerinin de olduğu bir gerçektir. Çünkü insanın fiziksel özellikleri aynıdır ve tek bir orijine sahiptirler. Onları değiştiren ve birbirlerinden farklı kılan etkenler; coğrafi bölge, din, dil, ırk ve bu etkenlerin biçimlendirdiği kısaca “kültür” diye isimlendirdiğimiz sosyolojik ve fiziksel yapılarıdır. Haliyle farklılaşan bu insan topluluklarının sanatlarında da farklılıklar görülmesi tabiidir. Uzun tarih çağlarının akış sürecinde genel bir değişim ve farklılaşım olagelmiş ve bu değişim halen de devam etmektedir.

Kazasker Mustafa İzzet Efendi, celî sülüs yazısı. Döneminin farklı bir tasarımıyla yazılmış bir örnek.
Kazasker Mustafa İzzet Efendi, celî sülüs yazısı. Döneminin farklı bir tasarımıyla yazılmış bir örnek.

Gerek plastik sanatlarda gerekse fonetik ve diğer sanat dallarında, milletlerin uzun yıllar içerisinde geliştirdikleri sanatları onların klasik, geleneksel, kadim sanatları olarak karşımıza çıkıyor. Bu oturmuş ve belirginleşmiş sanatlara milli sanat, geleneksel sanat, veya milletin ismiyle anılan sanat olarak isimlendirilmişlerdir. Esasen milletlerin bu kadim sanatları uzun yıllar içerisinde değişim gösterseler de millî olmaktan asla çıkmamışlardır. Çünkü onu icra eden sanatkâr, o topluluğun bir üyesi olduğu sürece bu özellik, istense de kaybolmayacaktır. Zaman içerisinde sanat konularının, kullanılan malzemelerin veya üslubun farklılaşması o sanatın millî (ulusal) bir sanat olma özelliğini etkilemez.

Bütün milletlerin sanat hayatında ortak yönleri de kaçınılmaz bir olgudur. Bir mimarî eser, veya resim, heykel, yazı vb. sanatların genel yapısı aynı temel kurallara oturur. Onu millî yani millete özel hale getiren esasen temelde işlediği konu ve üslup biçimidir. Resim sanatının merkezi olan Avrupa’da her milletin resim sanatı üslubu farklıdır ama resmin temel kuralları değişmez. Burada karıştırılmaması gereken esas nokta, sanatın bütüncül yönü ile onun kültürlere göre işleniş ve gerçekleştirilmiş tarzının birbirlerinden ayrılmasıdır. Sanatın evrenselliğinden bahsederken aslında bu konuya vurgu yapmaktayız. O bütün insanlara hitap eder, bir resmin karşısında olan insan hangi kültürden olursa olsun onun estetik yapısını kavrar ve haz duyar veya duymaz. Farklı olan yönü ise, işlediği konunun herkese değil, kendi toplumuna hitap etmesidir. İşte sanattaki millîleşmenin esas esprisi de burada gizlidir.

Şimdi bir milletin yüzyıllar boyu işlediği sanatları genelde evrensel, ama özelde millîdir. Bu konuda bir süredir ülkemizde tartışılan veya üzerinde kafa yorulan konu da millî, klasik, veya çokça kullanılan tabiriyle geleneksel sanatların zaman içerisindeki değişimi, modernleşmesi, gelişmesi, evrilmesi veya dejenere olması gibi konulardır.

Burada öncelikle sanatın, ama genel anlamda sanatın, zaman içerisinde değişim gösterdiği gerçeğini kabul etmemiz gerekecektir. Bu değişim onun çizgiden çıktığını veya modernleştiğini göstermez. Evrilen her şey gibi, düşüncelerin, yaşama biçimlerinin, hatta coğrafyaların bile değiştiği gerçeğini düşünürsek sanatın da bu değişimi geçirdiğini kabullenmemiz gerekir. Esasen bu değişim onun klasik veya geleneksel yapısının değiştiğini göstermez. Bulunduğu çağın her türlü şartlarına uyum sağladığını gösterir. Bu değişim, gelenekten ayrılma, yozlaşma veya modernleşme anlamına da gelmez. Modernizm bir kavrayış ve anlayış biçimi olarak tüm insanlığı ilgilendiren bir konudur. Sanatı da ilgilendirir elbette. Ama, modernleşme bizim kavradığımız anlamıyla biraz soyut bir ifade biçimine dönüşmüş bulunuyor. Çünkü modern anlayış ve kavrama biçimi esasen tarihin her döneminde vardı ve uygulanmıştı. Konumuz olan hat sanatını düşünürsek, her ekol sahibi hat sanatçısı aslında modern bir anlayışı getirmiş ve ekollerin doğmasını sağlamıştır. Dolayısıyla modernizmi yalnızca günümüze ait bir kavram olarak ele almak yanlıştır.

Ahmed Karahisârî’nin çeşme yazısı, müselsel yazı, döneminin modern yazısı olarak önemli bir konuma sahiptir.
Ahmed Karahisârî’nin çeşme yazısı, müselsel yazı, döneminin modern yazısı olarak önemli bir konuma sahiptir.

Farklı ve yanlış anlaşılan veya kavranan bir başka konu da “Çağdaşlık” konusudur. Çağa ait anlamına gelen her şey çağdaştır. Çağdaşlık, modernlik anlamına gelmediği gibi değişim anlamına da gelmez. Yalnızca oluşturulan dönemi ve tarihi vurgulayan bir terim olarak ele alınmak zorundadır. Beş yüzyıl önce meşhur hattat Şeyh Hamdullah(1436-1520) da o dönemin çağdaş bir sanatkârıydı. Üstelik de modern bir sanatkârdı. Çünkü o döneme kadar hat sanatının Yakut(ö:1298) ekolü üzerine bir Osmanlı-Türk ekolünü kurabilmiş bir sanatkârdı. Çağdaşı Ahmet Karahisârî(1468-1566) de o dönem için modern ve yenilikçi bir hattattı. Yazılarından ve o dönem belgelerinden anlıyoruz ki, klâsik anlayışın dışında farklı bir yorumla eser vermiştir. Keza daha sonra gelmiş olan Hafız Osman (1642-1698) ve Mustafa Râkım (1757-1826) gibi hattatlar hep bulundukları dönemin yenilikçi ve modern sanatkârları idiler. Belki de eski ekolü savunanlar onları çok beğenmiyor olabilirler. Ancak, zamanın gelişim süreci, zorunlu bu değişim ve gelişimi de beraberinde getirmiştir. Burada saydığımız bütün bu hat sanatkârlarının dönemine biz bugün klâsik dönem veya geleneksel dönem olarak bakıyor ve kabul ediyoruz.

  • Dahası yüz yıl öncesini bile klasik dönem olarak kabulleniyoruz. Oysaki hat sanatının doğuşundan günümüze kadar sayısız dönemler ve üsluplarla yazı değişmiş, gelişmiş ve zenginleşmiştir. Zaman içerisinde harf formları mükemmel anatomik yapılarına kavuşmuştur.

Yeryüzünde ve evrende durağan hiçbir şey olmadığı gibi hat sanatı da durağan olmamıştır. Birçok yazı çeşidi kullanılmış, zamanla unutulanlar olmuş, terkedilenler olmuş ama değişim hiçbir zaman durmamıştır ve bugün de devam etmektedir. Burada önemli olan ve tabiî olan bu değişimin adını koymak çok önemlidir. Değişim ile neyi kastediyoruz bunu irdelememiz gerekmektedir.

Hat sanatındaki değişim ve yenilik kavramlarına farklı bir açıdan bakış

Yazımızın konusunu Hat Sanatı olarak sınırlandırmamız konuyu toparlamak açısından uygun olacaktır. Bugün bu konuda birçok serzenişlerin olması ve kafaların adeta karışmasına sebep olan bu kavram kargaşasına biraz olsun açıklık getirebilmek adına dikkatli bir analiz yapmak zorundayız.

Günümüz hattatlarından Ali Toy’un kûfî yazı ile Lafzatullah’ın farklı bir yorumu.
Günümüz hattatlarından Ali Toy’un kûfî yazı ile Lafzatullah’ın farklı bir yorumu.

Hat sanatımız, benzer yazı sanatlarından önemli farklılıklar gösteren estetik seviyesi oldukça yüksek, optik bir form sanatı olarak çok önemli bir konumda bulunmaktadır. Temelinde bir metnin Arap harfleriyle güzel bir tasarım şeklinde yazılması anlamına gelmektedir. Tasarım demekle mutlaka girift bir kompozisyonu kastetmiyoruz. İyi ayarlanmış satır halinde yazılan yazıların da tasarımından bahsedebiliriz. Satıra oturması da bir bakıma tasarımdır. Yüzyıllardan beri, İslâm ülkelerinin ve Türklerin, özellikle de Osmanlıların kullanıp geliştirdiği bu sanat, bizim milli sanatlarımızın ön sıralarındaki müstesnâ yerini almaktadır. Gün geçtikçe artan bir ilgiyle seyirci kitlesinin, seveninin ve koleksiyoncusunun sayılarının artması sonucunda bu sanatımız önceki yıllara oranla oldukça yaygın bir duruma gelmiştir. Bu da sanata olan ilgiyi ve hat ile uğraşan kişilerin sayısını artırmıştır. Esasen yazının gerçek fonksiyonu olan, metnin belgelenmesi olayı hiçbir zaman kaybolmamıştır. Zaten yazının yazı olabilmesi için anlamlı metni oluşturması gerekmektedir. Yoksa yazı elemanlarını kullanarak hiçbir metin yazılmadan yapılan tasarımlar gerek bizde gerekse dünyanın hiçbir yerinde yazı olarak kabul edilemez. Harfler tek başlarına kullandıklarında yazı olmaktan uzaklaşırlar. Bunlar birer grafik veya dekoratif sanat olarak kullanılırlar ve fonksiyonlarını o yönde icra ederler. Biz burada gerçek anlamda “yazı” sanatından yani hat sanatından bahsediyoruz. Bu sanatın yüzyıllar içerisinde, kullandığı malzeme ve üslup farklılıklarıyla günümüze kadar geldiği bir gerçektir. Yazının bu işlevi bundan böyle de sonsuza kadar devam edecektir. Zira yazının yazı olabilmesi buna bağlıdır.

Günümüz hattatlarından Wissam Shawkat’in kendi geliştirdiği harf formlarıyla uyguladığı Besmele.
Günümüz hattatlarından Wissam Shawkat’in kendi geliştirdiği harf formlarıyla uyguladığı Besmele.

Bugün hat sanatkârlarının da yazdıkları bu tür klâsik bir anlayışın devamıdır. Yazı malzemelerinin değişmesi, yani kâğıdın, mürekkebin değişmesi veya renginin değişmesi, yeni malzemelerin ilâvesi hatta kalemin yapısının da değişmesi hat sanatının değişmesi anlamına gelmez. Metinler okunacak bir biçimde tasarlandıkları sürece klasik yazı geleneği devam ediyor demektir. Tasarım biçiminin değişmesi, yazı renginin değişmesi, üslup ve yorum farklılıkları hat sanatında yenilik veya modernlik anlamına da gelmez. O zaman günümüzdeki farklı algılamalar veya tedirginliklerin temelinde oluşan durumları araştırmamız gerekecektir. Kısaca hat sanatında, belirli bir metni okunabilecek şekilde yazıldığı sürece klasik yol devam ediyor demektir. Hat sanatında kullanılan yazı çeşitlerinin de dışına çıkılmamaktadır. Çünkü mevcut karakterlerden farklı bir karakter hat sanatına henüz kazandırılmış değildir. Bazı sanatkârların bu konuda ciddî çalışmaları ve oldukça da başarılı örnekleri sergilemelerini kenarda tutarsak, halen yaygın bir biçimde kullanılan klâsik karakterlerin dışında yazı çeşidi yoktur. Kaldı ki bu yepyeni yazı çeşitlerinin genel kabul görüp hattatlarca kullanılmaya başlanması ise oldukça doğaldır ve bunlar modern yazı anlamına da gelmemelidir. Zira bugün kullanmadığımız ama geçmişte o kadar yaygın kullanılmış yazı çeşitleri vardır ki, bunların formları o gün için olduğu gibi bugün için de oldukça modern sayılan örneklerdir. Irak’tan İspanya’ya kadar kullanılan kûfî yazı çeşitleri, mağribi, meşrîkî ve yöresel isimlerle anılan kûfî yazılar artık bugün yaygın bir biçimde kullanılmıyorlar. 9.yüzyıldan itibaren uzun yıllar kullanılan bu yazı formları gerçek anlamda mimarî ile de bütünleşen karakterler olarak, tüm hat sanatkârlarının ve dahi batı sanatkârlarının hayranlıklarını kazanmaya devam etmektedir.

  • Peki bu yazılar modern yazılar mıdır? Hayır. O halde yazı karakterlerinin yaygın kullanılıp kullanılmaması, yazının modern veya geleneksel dışı olduğunu göstermez. Peki, tartışma veya tedirginlik yapan konu nedir? İşte burada artık bu konuyu rahatça ayırabiliriz. Demek ki, bir metni ele alıp yazmayan veya hiç bilinmeyen bir yazı çeşidi ile yapılan tasarımların bugün modern hat veya yorum denmesi, çizgi dışı denmesinin sebebi açıktır. İlkinde metnin olmayışı. Buna gerçekten yazı diyemeyiz. Bir tasarımdır, dekoratif bir çalışmadır veya resimdir, grafiktir. İkincisi ise, yani hiçbir bilinen karakterle değil de tamamen kreatif bir biçimde ele alınan ve fakat bir metni yazan çalışmalar bizim için konumuzu tam ilgilendiren noktadır. Bu noktayı çok iyi tahlil etmek ve çözümlemek suretiyle kuşkuları giderebiliriz.

Öncelikle bir hususu belirtmemiz gerekmektedir. Bir hat sanatçısının bilinen yazı çeşitlerinin dışında kendi tasarladığı harflerle veya başka sanatçıların harfleri ile eser ortaya koyması meşru bir çalışma sayılmalıdır. Çünkü, sanatkâr olmak, sanat sahasındaki yaratıcı espri gücünü ortaya koymak demektir. Böyle bir çalışmayı hiçbir sanat anlayışı engelleyemez. Kişisel özgürlükler bunu gerektirir. Burada ince bir noktayı da hemen vurgulayalım. Bu çalışmaların sanat değerinin olup olmamasını tartışmak konumuz dışındadır. Yapılan bu çalışmalar kendi içerisinde başarılı ve tutarlı olabileceği gibi, tam aksine estetik ve optik değerlerden uzak bir basit çalışma da olabilir. Bunun tartışması ayrı bir zeminde yapılmalıdır. Çünkü klâsik harflerle yazı yazarak tüm anatomik kurallardan uzak kötü bir tasarımla eser yapan kişi için de aynı değerlendirmeyi yapmamız gerekir. Bu ortaya konan eserin değerlendirmesidir ki, klasik-modern bağlamından uzak tutulması gereken bir konudur.

Savaş Çevik, He harfini kullanarak herhangi bir metni olmayan bir tasarım. (Eser adı: He Yaprağı) Bu tür uygulamaları yazı olarak değil, grafik tasarım veya resim olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır.
Savaş Çevik, He harfini kullanarak herhangi bir metni olmayan bir tasarım. (Eser adı: He Yaprağı) Bu tür uygulamaları yazı olarak değil, grafik tasarım veya resim olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır.

Şimdi esas konumuza dönersek, farklı bir yazı anlayışı veya klâsik harf formlarını değiştirerek veya yorumlayarak ortaya konan esere bakış açımızı irdeleyelim. Estetik ölçülerde ve tutarlı bir şekilde tasarlanmış ve sanat çevrelerince kabul görmüş olduğu sürece bu çalışmalara sanat eseri gözü ile bakmak zorundayız. Ancak bunun klâsik veya geleneksel hat sanatı kategorisine girip girmemesi söz konusu ise basit bir fikir yürütme ile olaya çözüm getirilebilir. Sanat ölçütleriyle tutarlı olan bu çalışmayı klâsik yazı sınıfına dahil etmek zorunluluğu yoktur. Bu eser kendi içerisinde oluşturulmuş, özgün ve kişisel bir kreatif çalışma olarak toplumda kabul görmeye devam edecektir. Böyle çalışmalar, hiçbir zaman klasik yazı geleneğine tehlike teşkil etmeyeceği gibi, hat sanatımızın alternatiflerinin ve çeşitlenmesinin de yolunu açacaktır. Hat sanatındaki harfleri kullanarak ressamların yaptıkları tablolar da yazı değil resim olarak değerlendirilmelidir. Sanatkârların kendi özgür iradeleriyle yaptıkları ve yazı elemanlarını kullanarak ortaya koydukları eserler, yazı sanatı sayılmayacağı gibi, klasik hat sanatını da dejenere etme tehlikesinden uzaktırlar. Gerçek anlamda yazı, klâsik form ve üsluplarıyla günümüze kadar geldiği gibi yaşamaya sonsuza dek devam edecektir. Yazının özü bunu gerektirmektedir. Yapılan yenilik ve farklılıklar, hat sanatına asla olumsuzluk getirmeyecektir. Batı resim sanatında 19. yüzyıldan sonra hızla gelişen çok farklı akımlar, sonu “izm” ile biten onlarca resim akımı bugün biliyoruz ki klâsik resim anlayışını asla bozmamıştır.

Kullanılan bu farklı harf formları, gelecekte kabul görüp diğer sanatkârlar tarafından da kullanılarak eser verilmesi durumunda, hat sanatı yeni bir yazı çeşidine sahip olacak ve zenginleşecektir. Tabiîdir ki bunun gerçekleşmesi kolay bir durum değildir ve yıllar alacaktır. Umalım ki, gelecekte hat sanatı bu tür çalışmalarla daha da zenginleşip çeşitlilik kazansın. Kadîm sanatımızın dejenere olması, bu tür çalışmalarla asla gerçekleşmez. Tam tersine, yetkisiz ve donanımsız kişilerce, yüzyıllardan bu yana süzülüp gelen harf formlarının ve imlâ kurallarının şuursuzca yorum adı altında uğradığı bozulma ve dejenere formlar, hat sanatımızın asıl tehlikesini oluşturmaktadır.