“Köylüleri niçin öldürmeliyiz?”

“Köylüleri niçin öldürmeliyiz?”
“Köylüleri niçin öldürmeliyiz?”

Köy ve köylü değişiyor. Bu değişimi gözlemleyebilecek aygıtlar, yöntemler, mecralar oluşturamadığımızı görüyoruz. Mesela kır sosyolojisi, köy sosyolojisi çalışmaları bizde son derece, beklenmedik biçimde yetersiz. Ama biz hani tarım toplumuyduk? Hani nüfusumuzun önemli bir kesimi hâlâ kırsalda yaşıyordu? Görünen o ki, çoğu kez unutulan, ihmale uğrayan, önem sıralamasında seçim zamanları dışında altlara düşen köylü, akademiden de ilgi görmemiş.

Eugen Weber, Fransız kırsalının devlet eliyle modernleştirilerek merkeze bağlanması sürecini incelediği çalışmasında, Fransız yönetici elitinin köylüyü tıpkı Cezayir gibi yani bir sömürge unsuru olarak gördüğünü tespit etmişti. Çok tanıdık değil mi?
Eugen Weber, Fransız kırsalının devlet eliyle modernleştirilerek merkeze bağlanması sürecini incelediği çalışmasında, Fransız yönetici elitinin köylüyü tıpkı Cezayir gibi yani bir sömürge unsuru olarak gördüğünü tespit etmişti. Çok tanıdık değil mi?

Eugen Weber, Fransız kırsalının devlet eliyle modernleştirilerek merkeze bağlanması sürecini incelediği çalışmasında, Fransız yönetici elitinin köylüyü tıpkı Cezayir gibi yani bir sömürge unsuru olarak gördüğünü tespit etmişti. Çok tanıdık değil mi?

Türkiye’nin erken Cumhuriyet yıllarında kaleme alınmış bazı romanlardaki gibi yani: Şehirli sosyo-kültürel elit köye, bir sömürge vilayetine gider gibi gider. Köylüleri öldürmek mi yoksa yontmak ve eğitmek mi gerektiğine dair tartışma, yerel ve bize özgü bir tartışma değil yani.

“Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz?”, İsmet Özel’in “Akla Karşı Tezler” şiirinden bir dize. Aynı zamanda Şükrü Erbaş’ın bir şiirinin başlığı. Her iki şiire temas eden özel bir bölüm bulacaksınız içeride. Ama burada şu kadarını söyleyelim: “Köylüleri niçin öldürmeliyiz” aşamasından, “köylüleri nasıl öldürmeliyiz” aşamasına geçmiş olabiliriz. Köylü de, farkında olduğu bu gerçeği, kendisini şehirlileştirerek göğüslemeye çalışıyor.

Dosyamız konuya dair birçok önemli yazı, söyleşi ve alan çalışmasından oluşuyor. Şu hasat günlerinde, yaz tatili için köyüne gitmiş olan Nihayet okurunun köy üzerinde düşünmesine destek verebilecek bir dosya hazırladığımızı umuyoruz.

Dosya dışında yine çarpıcı kişisel deneyimleri, önemli kitapları, yurt dışı ve içinden çarpıcı portreleri ele aldığımız, bizim her birini büyük bir zevkle hazırladığımız bölümler de yer alıyor.

Bitirmeden söylememiz gereken son bir şey: Elbette fark ettiğiniz gibi, bu sayfada görmeye alıştığınız bir imza yerine benim imzam yer alıyor. Nihayet dergisini büyük bir emekle hazırlayan ve bugünlere getiren iki kıymetli isim, Fatma Barbarosoğlu Hanım ve Nazife Şişman Hanım artık Nihayet’in mutfağında değiller. Emaneti yenice biz devralmış bulunuyoruz.

Bir dergiyi sıfırdan kurup, 30 sayı boyunca hazırlamak çok zahmetli, çok çileli bir iştir. Bir Nihayet okuru olarak ben şahsen onlara müteşekkirim. Umarız bundan sonra da yazıları, rehberlikleri ve dostluklarıyla katkıda bulunmayı sürdürürler.