Kudüs’ün ışığı birlikten geliyor

Kudüs’ün  ışığı  birlikten  geliyor
Kudüs’ün ışığı birlikten geliyor

Belgesel film Kudüs’ün Işıkları bir grup Filistinli çocuğun günlük hayatından kesitler sunuyor. Kutsal şehirde bir ramazan gününün yirmi dört saatini kayıt altına alıyor. Mart ayında ABD’de Benton Park Film Festivali’nde dünya prömiyeri yapılan film hakkında yönetmen M. Abdülgafur Şahin ve senarist Melis Şahin ile konuştuk. Sohbetimiz sinemacı gözüyle Kudüs şehrini nasıl tecrübe ettiklerine, belgeselin fikrî arka planına, yapım aşamasında karşılaştıkları imkân ve zorluklara uzandı.

Kudüs’te bir belgesel çekme fikri nasıl ve ne zaman ortaya çıktı? Temel motivasyonunuz neydi?

Melis Şahin: 2017 yılının ramazan ayında Kudüs’e ilk ziyaretimizi yapmıştık. Bu güzel şehre adım attığım anda tarif etmemin pek de mümkün olmadığı bir duyguya kapıldım. Şehirde vakit geçirdikçe hissettiklerim düşüncelerimi de harekete geçirdi.

Bir gece mescitten çıkıp otele doğru yürürken dar sokaklardaki ışık oyunlarının etkisiyle bir filmin içinde olduğum hissiyatına kapıldım. Böylelikle bu kadim şehirde film yapma düşüncesi peyda oldu. Ama öncelikle burayı daha yakından tanımamız gerekiyordu. Kudüs’ün Işıkları bu tanışmanın ilk adımı olarak ortaya çıktı.

Öncelikle fikrî hazırlık sürecini konuşmak isterim. Belgesel için nasıl bir ön çalışma yaptınız?

M.Ş: Kudüs’te bizi en çok etkileyen ramazan ayının neşesi oldu. Çünkü söz konusu neşe Kudüs’e gitmeden önce medya aracılığıyla, havalimanından şehre ulaşana kadarsa bizzat tanık olduklarımızın tamamen zıddıydı. Madem böyle bir güzelliği anlatmak istiyorduk, tüm o menfi duygulardan temizlenmek gerekiyordu.

Ön yargıları kırmaya odaklanan bir metin oluşturmak istedik. Kimlerle görüşüp fikirlerimizi derinleştirebiliriz diye düşünmeye başladık. Belgesel fikri ortaya çıkınca öncelikle İstanbul’da Kudüs ile ünsiyet kurmuş kişilerle bu fikrimizi paylaştık. Olumlu ve motive edici geri dönüşler aldık.

 Ali Qleibo
Ali Qleibo

Abdülgafur bu süreçte belgeselde röportaj yaptığımız sosyal antropolog Ali Qleibo ile tanıştı ve İstanbul’da görüştü. Orayı daha önce ziyaret etmiş kişiler aracılığıyla bize yardımcı olabilecek Kudüslülerle bağlantı kurduk.

Yine bu süreçte Kudüs’ün görünmeyen yüzleri hakkında bilgilenmeye çalıştık. Şehrin tarihine, mimarisine, inanç tarihindeki önemine dair okumalar yaptık.

Abdülgafur ve uygulayıcı yapımcımız Aybala (Yüksel) ile senaryoyu tartıştığımız, kimlerle hangi konularda konuşabileceğimize dair konuştuğumuz birçok toplantı gerçekleştirdik.

Artık ne yapmak istediğimizden emin olduğumuzda sıra ön hazırlığa geldi ve kendi çabalarımızla Kudüs’e gittik.

Hazırlığın yapım ayağından da bahseder misiniz? Çekimden önce nasıl bir planlama yaptınız? Takvimi belirlerken öncelikleriniz nelerdi?

Abdülgafur Şahin: Çekim yapacağımız mekânın belirsizlikleri ekip ve ekipman tercihleri üzerine ciddi şekilde düşünmemizi gerektirdi. Oraya gidip filmi çekemeden dönmememiz gerekiyordu. Bunun için daha önce Kudüs’te çekim yapmış kişilerle görüşüp fikir alışverişinde bulunduk. Ekseriyetle elde kamera gerilla usulü çekim yapıldığını gördük.

Daha geniş imkânlara sahip olabilmek adına İsrail makamlarına resmî izin başvurusunda bulunduk ancak yazılı bir izin alamadık. Bunun üzerine kaliteden taviz vermeyeceğimiz ancak sokaklarda kullanırken göze batmayacağımız ekipmanları araştırdık. Hazırlık için Melis’le Kudüs’e gittiğimizde kullanmaya karar verdiğimiz ekipmanı da yanımızda götürüp test ettik.

Sokaklarda çekimler yaptık, ekipmanla Aksa’ya çeşitli saatlerde çeşitli kapılardan girerek polisin tepkisini ölçtük. Buradan edindiğimiz tecrübe ile çekim planımızı çok alternatifli yaptık ve ekibi olabildiğince küçülttük. Çekim iznimiz olmadığı için altı günlük turist vizesi ile Kudüs’e gittik ve beş gün içinde tüm çekimleri tamamladık.

Mevcut durum gereği çok ekonomik çekim yapabildik. Yaklaşık dokuz saatlik görüntü kaydettik. Filmi en başından beri yarım saat olacak şekilde tasarlamıştık. Az görünmelerine rağmen ana hikâye bir grup çocuğun etrafında şekilleniyor.

Belgeseldeki röportajlar onların bir gün içinde uğradıkları mekânlarda geçiyor ve yetişkinler çocukların büyüdüğü dünyanın tasvirine yardımcı oluyor. Röportaj yapacağınız kişileri nasıl belirlediniz?

M.Ş: Sadece ilk seferde Kudüs’e ziyaretçi olarak gitmiştik, diyebilirim. Döndüğümüzde bir parçamız orada kaldı ve sonraki seferlerde artık memleketimize gidiyormuş gibi hissetmeye başladık. Kudüs’le ilgili bilinmesini istediğimiz ilk şey buydu. Bu bağlamda Kudüs’te doğmuş büyümüş, ailesi kuşaklar boyunca bu şehirde yaşamış, geleneklere hâkim biri olan Ali Qleibo hislerimizi ve yapmak istediğimizi anladı, bu projenin parçası olmak istediğini söyledi. Böylelikle ilk röportajımız belirlenmiş oldu.

Merak ettiğimiz başka bir mesele de Kudüs yolculuğunun dünyanın türlü yerlerine yapılan yolculuklardan hangi açılardan farklı olduğuydu. Bu soru için Hasan Sevil ile görüştük, çokça seyahat eden ve seyahat eden insanları gözlemleyen biri olarak bizim için ufuk açıcı oldu.

En nihayetinde sosyal duruma da değinecektik. Bu bağlamda senaryodaki fırıncı ile bir röportaj ayarladık. Senaryonun istikameti röportaj yapacağımız kişilere yönelteceğimiz soruların netleşmesiyle çizildi.

Bu yolun sonunda şu sorunun cevabı önemliydi, kadim şehrin Müslüman çocukları hem bu güzelliklerin içinde hem de işgal altında bir memlekette nasıl büyüyorlardı, onların gelecek vizyonları bu durumdan nasıl etkileniyordu. Bu soru bizi bir ilkokul öğretmeniyle buluşturdu, İman Fityâni Va’rî. Bize daha önce rehberlik etmiş olan Muhammed Bey (Amira) kendisine yönlendirdi ve onunla çekim günü tanıştık.

Ön görüşme yapmadığımız tek röportajdı ama filme beklediğimizin üstünde katkı sağladı. Belgesel doğası gereği her an evrilmeye açık. Bu hem heyecanlı hem de riskli. Çünkü bir fikirle yola çıkıyorsunuz ve çekimler buna göre planlanıyor, görüştüğünüz kişilerin birbirini tamamlaması gerekiyor. Filme aktaramadığımız görüşmeler de oldu.

Mesela çektiğimiz bir röportajı tamamen çıkarmak durumunda kaldık. Çünkü ön görüşmedeki duygunun tamamen dışında ilerledi ve çekim sırasında ne kadar uğraşsak da duymak istediğimiz cevapları alamadık. Şunu da eklemek anlamlı olacaktır, vakit çok kısıtlıydı ve görüşmecilerle aramızda tercüman vardı. Bu yüzden röportajlar sırasında da zamanı verimli kullanmamız gerekiyordu.

Filmin kilit sahnelerinde çocuk oyunculara iş düşüyor. Seçmeyi nasıl yaptınız ve onların ilgilerini canlı tutmak için nasıl bir yol izlediniz?

A.Ş: Çocuklara yerel bağlantılar aracılığıyla ulaştık. Aramızda muhabbet kurulduktan sonra çocukları ve ailelerini ikna etmek zor olmadı. Çekimler başladıktan bir süre sonra başroldeki çocuk orucun da tesiriyle yorulup bizi yarı yolda bıraktı. Sonrasında okul sonrası babasının dükkânında çalışırken denk geldiğimiz Muhammed’i başrol için ikna edip, yarım saat içinde çekimlere devam ettik. Çocuklar için ilk başta her şey oyun gibiydi. Hatta bizi gören başka çocuklar oyuna dâhil olmak istedi. Bu durum bizim çocuklarla diğerleri arasında gerginliğe bile sebep oldu. Ancak tercümanımızın çocuklarla kurduğu iyi ilişki problemin büyümesine izin vermedi. Saatler ilerleyip iftar yaklaştıkça çocukları çekimlere motive etmek gerekti. İftar için Mescid’e koştukları sahnenin samimiyeti çocukların gerçekten sabırsızlıkla bekledikleri anın gelmesinden kaynaklanıyor.


Tıpkı Kudüs şehri gibi, belgesel de güçlü tezatlar içeriyor. Filmin bütünlüğünü korumak, kesintisiz akmasını sağlamak için bu zıtlıkları nasıl dengelediniz?

A.Ş: Kudüs üzerine söz söylemek ince bir ipin üzerinde yürümeye benziyor. Her an bir tarafa çekilebilirsiniz. Tarih boyunca herkesin üzerinde titrediği kadim şehir için doğal bir durum bu. Dramatik olarak biz de bu durumdan faydalandık. Kudüs’e ilk gittiğimizde kendi içimizde hissettiğimiz tezatlardan farklı değil film eki tezatlar. Bazen hikâye bazen görsel dil bazense müzik aracılığıyla ön yargılar ve realite arasındaki zıtlığı göstererek seyirciyi şaşırtmayı hedefledik. Bu şekilde şehrin tezatları filmin tezatlarına dönüştü.

Belgeselin masa başında tüm detaylarıyla tasarlanması güç. Film ne ölçüde senaryoya sadık kaldı? Doğaçlamaya ne kadar alan açtınız?

A.Ş: Belgesel doğası gereği esnek bir yapıya sahip. Ancak senaryomuzda döngüsel olarak bir günü anlatmayı hedefliyorduk. Kurgusal yapıyı bozmamak adına uymamız gereken bir plan mevcuttu. Şehrin daha önce bahsettiğimiz dinamikleri zaman zaman planlarımızı sekteye uğrattı. Bunun olabileceğini öngörüp çok alternatifli bir program hazırlamıştık.

Sürekli güncel duruma göre pozisyon aldık. Dolayısıyla ucu ucuna da olsa tasarladığımız plana sadık kaldık diyebilirim. Maalesef doğaçlama için pek payımız kalmadı.

Eğer doğaçlamadan sayacaksak şunu anlatabilirim: Bir gün çekim için Aksa’ya girmemize izin verilmediğinde, şehrin farklı bir bölgesinde bir mekâna denk geldik. Bu sayede ertesi günün programındaki bir sahneyi planladığımızdan daha güzel şekilde çekme fırsatı elde ettik. Belgeselin tamamı bir günü anlatıyor ve Zeytin Dağı’ndaki çekim hariç Eski Kudüs sınırlarının dışına çıkılmıyor.

Çizdiğiniz bu zamansal ve mekânsal çerçevenin avantaj ve dezavantajları neler oldu?

A.Ş: Zamansal çerçeve bizi programa sadık kalmaya zorladı. Mesela senaryoda bir röportajı iftardan sonraya konumlandırdıysak bunu günün başka bir saatinde çekme ihtimalimiz ortadan kalkıyor. Zamansal çerçeveden vazgeçmediğiniz sürece kurguda yer değişikliği yapma seçeneği de ortadan kalkıyor. Doğal olarak filmi çekmeden önce kurgusu üzerine ciddi şekilde kafa yormamız ve kararların çoğunu o aşamada vermemiz gerekti. Diğer taraftan zamansal ve mekânsal olarak çerçeveyi daraltmamız odaklı olarak çalışmamızı sağladı. Konuştuğumuz sebeplerden ötürü dar bir vakitte filmi çekmemiz gerektiğinden bu bize bir avantaj olarak geri döndü.

Kudüs deyince pek çok insanın aklına çatışma ve işgal görüntüleri geliyor. Filmde bu unsurlar arka planda yer alıyor, özellikle vurgulanmıyor. Günlük siyasetin dilinden kurtulmak için özel bir gayret gösterdiniz mi?

M.Ş: Belki bu soruya soruyla karşılık vermek daha açıklayıcı olur: Bu zamana kadar Kudüs’ün çatışmalarla anılmasının ne anlamı oldu? Siyasi konular zaten ehillerince gündeme sıkça getiriliyor ve tartışılıyor. Biz Kültür Atlası Kudüs’ün Işığı Birlikten Geliyor Nisan 2019 106 burada başka bir misyon yüklenmek istedik.

Kudüs’le ilgili alışıldık söylemlerin meseleyi bağlamından kopardığını ve İsrail’in istediği gibi çatışma ortamının, kaosun, ayrışmanın reklamını yaptığını düşünüyorum. Hâl böyle olunca yolumuzu buradan geçirmek istemedik, olana da yok demedik. Hâlbuki gündelik hayat tüm bu olanlara rağmen akıp gidiyor.

Üç aylara girmenin neşesiyle ramazan hazırlıkları yapılıyor. Yuvalar kuruluyor, yeni yaşlar kutlanıyor. Birileri bu dünyaya gözlerini Kudüs’te açıyor. Ramazan ayı kısmen de olsa gerek Kudüs ahalisi gerekse dünya Müslümanları arasında birliğin sağlandığı, barış ortamının oluştuğu bir zaman dilimi. Dolayısıyla başından beri dile getirdiğimiz “neşeyi” bu ayda aşikâr bir şekilde teneffüs ediyoruz. Kudüs’ün ve dahi dünyanın ışığı bu birliktelikte saklı. Biz de buna vurgu yapmak istedik ve tüm menfi düşüncelerden uzakta bu duygunun en yoğun yaşandığı ramazan ayında hikâyemizi kurguladık.

Kudüs’ün Işıkları aynı zamanda Sarkaç Film’in ilk prodüksiyonu. Bu yeni oluşumdan biraz bahseder misiniz?

A.Ş: Melis ve Aybala ile 2011 yılında Hayal Perdesi Film Atölyesi’nde bir araya gelmiştik. O günden bu yana birlikte film izlemeye, bunlar üzerinde konuşmaya devam ettik. Zamanla senaryolar yazdık ve yapmak istediğimiz film projelerinin altyapısını oluşturduk.

2017 yılında Fecr Film Festivali başta olmak üzere birçok uluslararası festivalde seyirciyle bulaşan Sevmekten kısa filmi ile ilk kez üretime geçmiş olduk. Kudüs’ün Işıkları birlikte yaptığımız ikinci film. Zaman içinde kurumsallaşma ihtiyacı duyduk.

Sarkaç Film bu motivasyonla doğdu. Şu anda üzerinde çalıştığımız birkaç belgesel projesi, bir de uzun metraj film senaryosu var. Bu ekiple birlikte üretime devam etmek istiyoruz. Umut ediyorum ki önümüzdeki süreçte bunları da seyirciyle buluşturma imkânımız olur.