Ladies first: Erkekler yarım adım önden

On dokuzuncu yüzyılın sonları ile yirminci yüzyılın başlarında adab-ı muaşeret kitabı kaleme alanlar genellikle kadın muaşereti konusunda yazmamayı tercih ettiler.
On dokuzuncu yüzyılın sonları ile yirminci yüzyılın başlarında adab-ı muaşeret kitabı kaleme alanlar genellikle kadın muaşereti konusunda yazmamayı tercih ettiler.

Kadına özel ve ayrıcalıklı davranmayı gerektiren alafranga muaşeret anlayışı esasında erkek ve kadının birlikte bulunduğu her ortamda kadını âdeta erkeğin tamamlayıcı aksesuarı olarak görmekte, en sıradan işlerde dahi kadını erkeğin karşısında zayıf ve yardıma muhtaç olarak kabul etmekteydi.

On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında alafranga kültür ve yaşam tarzı ile bir şekilde yüzleşmek durumunda kalan Osmanlı entelektüelleri ve yazarları pek çok hususta Avrupa muaşeretini neden öğrenmeli ve tatbik etmeli sorusuna kendilerini ve toplumlarını ikna edici cevaplar bulmuşlardı, lakin söz konusu Osmanlı kadını olduğunda ağız birliği etmişçesine Avrupa muaşeretinden uzak durdular. Birçoğu Avrupalı kadına gösterilen saygı ve hürmetin sahte olduğunu düşünmekteydi. Ahmed Midhat’a göre Avrupa’da kamusal alanda sadece genç ve güzel kadınlara yüzeysel bir nezaket gösterisi vardı, bu kadına yönelik gerçek ve samimi bir hürmet ya da saygı değildi. Ona göre Kâğıthane’deki Çingeneler efendilerinin gözünde Paris’teki kadınlardan daha fazla itibar sahibiydiler.

Osmanlı entelektüelleri ve yazarları pek çok hususta Avrupa muaşeretini neden öğrenmeli ve tatbik etmeli sorusuna kendilerini ve toplumlarını ikna edici cevaplar bulmuşlardı
Osmanlı entelektüelleri ve yazarları pek çok hususta Avrupa muaşeretini neden öğrenmeli ve tatbik etmeli sorusuna kendilerini ve toplumlarını ikna edici cevaplar bulmuşlardı

Mehmed Emin gibi bazıları söz söylemekte kadınları öncelemenin adab-ı muaşeret olmadığını savunarak sosyeteye matuf alafranga muaşereti yazmayı toptan reddetti. Fransızcadan tercüme edilen Salon Hayatı: Zarafet-i Nisvan adlı kitabın mütercimi Kaşif Dehri de yemekten salon hayatına pek çok hususta alafranga muaşereti merkeze alan bir anlayış benimsediği hâlde kitaba Fransızcadan tercüme olmadığı apaçık belli olan “kadın” başlıklı bir bölüm ilave etti ve bu bölümde Batı medeniyetinin kötü yönlerini vaktiyle ayırt etme lüzumunu idrak edemeyen ve her yönüyle taklide yeltenen kavimlerin Avrupa medeniyeti ile birlikte sürüklenen pisliğe de maruz kalacağı uyarısında bulundu. Ona göre Batılı kadınlar en temel haklarını elde etmek için yıllardır mücadele vermişlerdi. Doğu’da ise kadına zaten geniş ve esaslı haklar verilmişti.

  • On dokuzuncu yüzyılın sonları ile yirminci yüzyılın başlarında adab-ı muaşeret kitabı kaleme alanlar genellikle kadın muaşereti konusunda yazmamayı tercih ettiler. Yazanlar ise Avrupa’ya gidecek olan ya da Avrupalılar ile temas ihtimali bulunan Osmanlı erkeğinin Avrupalı kadınlara yönelik muaşeretine dair yazdılar. Bu yazarlar alafranga muaşerette kadının ne denli merkezî bir konuma sahip olduğuna dikkat çektiler ve bu konuda Osmanlı muhataplarını sık sık uyarmaktan geri durmadılar.

Nitekim dönemin alafranga muaşeret kurallarında görünürde kadını önceleyen ve ona ayrıcalıklı davranmayı gerektiren bir anlayış söz konusuydu. Erkeğin bir ortamda nasıl bulunacağı ve giyineceği dahi ortamda kadınının bulunup bulunmadığına göre değişmekteydi. Kadınların bulunduğu bir ortamda tıraşsız ya da birkaç günlük tıraşla, ayakkabıları kirli ve göğsü açık olarak bulunmak büyük bir ayıp olarak kabul edilmekteydi. Kadınların dekolte giyindiği bir ortamda zabitanın üniforma ile, sivil erkeklerin ise kuyruklu setre yani frak ile ortama dâhil olması istenmekteydi. Alafranga muaşerette genç kadınların dekolte giymesi, yaşını almış kadınların dekolteden uzak durması gerekmekteydi. Zira genç kadının bedeni zaten bir ziynetti ve öne çıkarılmalıydı, yaşını almış kadınlar ise taktıkları mücevherat ile kendilerini parlatmalıydı.

Zira genç kadının bedeni zaten bir ziynetti ve öne çıkarılmalıydı, yaşını almış kadınlar ise taktıkları mücevherat ile kendilerini parlatmalıydı.
Zira genç kadının bedeni zaten bir ziynetti ve öne çıkarılmalıydı, yaşını almış kadınlar ise taktıkları mücevherat ile kendilerini parlatmalıydı.

“Ladies first” diyen alafranga muaşeret pratikleri aslında kadına erkek üzerinden bir konum ve değer belirlemekteydi. Birçok pratik, kadını erkeğin yanında erkeği tamamlayan bir aksesuar gibi görmekteydi. Kadın, sokakta kolunda, masada yanında erkeğin centilmenliğini başkalarına gösterme vasıtasıydı. Osmanlı muaşeret kitapları kimi zaman mizahi ifadelerle alafranga pratiklerin bu ikircikli yapısına vurgu yaptılar. Osmanlı askerî zümresine yönelik olarak hazırlanan bir muaşeret kitabında her bir erkeğin mevki ve statüsüne uygun bir kadına kol vererek salondan yemek odasına geçmesi şu şekilde tasvir edildi: “Ekseriyetle ziyafetlerde erkek davetlinin miktarı kadınlardan fazla olur. Bu cihetle bittabi birkaç erkek kadınsız taamhaneye dâhil olur. Lakin hiçbir vakit bir kadın erkeksiz taamhaneye gidemez. Demek olunur ki, kendine kol verecek erkeğin ihmali o kadın için âdeta bir felaket ve vazifesinde tekâsül eden erkek için mucib-i hacalettir. Artık o kadını insaflı bir erkek koluna alıp taamhanedeki yerine götürmeye mecbur kalır.” Yemek odasına geçişi erkeğin insafına bırakılan kadının erkeğin hemen yanında yürümesi de söz konusu değildi. Erkeğin kol verdiği kadından yarım adım önde gitmesi esastı.

  • Alafranga adab-ı muaşeret kuralları, kadınların para işleriyle uğraşmasına da müsaade etmemekteydi. Kadınlara cemiyetlerde her zaman kocası, babası, kardeşi, yaşlı bir adam ya da soylu birinin kavalyelik etmesi şarttı. Bu yerlerde, kadının tüm masrafları ona eşlik eden kavalyeye aitti. Bazı durumlarda ise kadın bir erkekten kavalyesi olmasını isteyebilmekteydi. Bu durumda kadın, masraflarını ödemek üzere parasının bulunduğu çantayı kavalyesine teslim etmekteydi. Kavalyelik vazifesi bittiğinde ise erkek kadına para cüzdanını teslim etmekteydi. Her ne olursa olsun, kadının kendi parasını harcaması adab-ı muaşeret dâhilinde kabul edilmemekteydi.

Kadına özel ve ayrıcalıklı davranmayı gerektiren alafranga muaşeret anlayışı esasında erkek ve kadının birlikte bulunduğu her ortamda kadını âdeta erkeğin tamamlayıcı aksesuarı olarak görmekte, en sıradan işlerde dahi kadını erkeğin karşısında zayıf ve yardıma muhtaç olarak kabul etmekteydi. Kadınlara yönelik görgü kurallarında pozitif ayrımcılık gibi gözüken tutum önemli ölçüde günümüzde de devam etmektedir.

Gerçek bir centilmen kadın arabaya binerken ondan önce arabanın kapısını açmakta, yemeğe otururken sandalyesini çekmekte, yemek esnasında boşalan bardağını doldurmaktadır. Öte yandan kadına yönelik pozitif ayrımcılık beraberinde getirdiği zihniyet dolayısıyla haklı olarak eleştirilerin hedefi olmaktadır. Nitekim kadını farklı, özel ve ayrıcalıklı gören bu anlayış iktidar ve otorite söz konusu olduğunda kadının kendisine ait olanı dahi kullanmasına müsaade etmemektedir.