Nebula'daki yönetmen: Tarık Aktaş

Nebula'daki yönetmen : Tarık Aktaş
Nebula'daki yönetmen : Tarık Aktaş

Nebula, genç bir adamın madde ile canlının uyumuna, ruhun doğadaki yerine tanık olduğu bir yolculuğu anlatıyor. Pek çok uluslararası festivalden ödülle dönen ve nisan ayında İstanbul Film Festivali’nde En İyi İlk Film ödülünü kazanan film hakkında yönetmen Tarık Aktaş ile konuştuk. Sohbetimiz filmin başkahramanına ismini veren Hay bin Yakzan’dan nasıl esinlendiğine, insan tabiat ilişkisine, biçimsel tercihlere ve yeni projelere uzandı.

Nebula gerek başkarakterinin ismi gerekse ele aldığı temalarla Hay bin Yakzan’a atıfta bulunuyor. Bu konuları tartışan bir film yapmaya nasıl karar verdiniz? Yazım ve hazırlık sürecinden bahseder misiniz?

Öncelikle İbn Tufeyl’in Hay bin Yakzan eserini kendim için okudum. Ancak ikinci veya üçüncü okumamdan sonra, biraz muğlak bir geçişle, notlarım zamanla bir film fikrine dönüştü. İlk okuma amacım kesinlikle bir film yapmak değildi.

Birkaç okumadan sonra elimde kitabın konu aldığı kavramlarla ilgili notlarım oluştu. Her bir okumada yeni yazılar eklendi. Bir yerden sonra bu kavramları, daha iyi kavrayabilmek için örnekler oluşturmaya başladım ve herhâlde bu süreçte bazı görseller (imajlar) belirdi.

Filmin uyarlama olarak değerlendirilmesine itiraz eder misiniz? Sekiz asır önce yazılmış bu metin size nasıl ilham verdi?

Film, kitabın doğrudan bir uyarlaması olamazdı. Eser fazlasıyla alegorik bir anlatıya sahip. Öncelikle bu anlatıyı kendimce yeni örneklere indirgedim, bunu yaparken de içerdiği kavramlara elimden geldiğince sadık kalmaya çalıştım ve Hay’ın yirmi yedi yaşına kadar olan kısmına odaklandım. Üzerine çalışırken de en iyi bildiğim zaman ve mekân olduğu için Anadolu coğrafyasını aklımda tutarak ilerledim.

Filmin uyarlama olarak değerlendirilmesine itiraz eder misiniz? Sekiz asır önce yazılmış bu metin size nasıl ilham verdi?

Film, kitabın doğrudan bir uyarlaması olamazdı. Eser fazlasıyla alegorik bir anlatıya sahip. Öncelikle bu anlatıyı kendimce yeni örneklere indirgedim, bunu yaparken de içerdiği kavramlara elimden geldiğince sadık kalmaya çalıştım ve Hay’ın yirmi yedi yaşına kadar olan kısmına odaklandım. Üzerine çalışırken de en iyi bildiğim zaman ve mekân olduğu için Anadolu coğrafyasını aklımda tutarak ilerledim.

Nebula filminde Hay(Barış Mert Bilgi) Hay, yedi yaşındayken ölü bir at bulur. Bu büyüleyici keşifle ilgili gözlemleri ve yetişkinlerin artık sadece iskeletten ibaret olan ölü bedenden kurtulma çabaları, onda derin bir iz bırakmıştır. Hay, yirmili yaşlarına geldiğinde, kurban bayramında koyun keserken yanlışlıkla elini keser. Bu olay, onun çocukluk anılarının su yüzüne çıkmasına neden olur.
Nebula filminde Hay(Barış Mert Bilgi) Hay, yedi yaşındayken ölü bir at bulur. Bu büyüleyici keşifle ilgili gözlemleri ve yetişkinlerin artık sadece iskeletten ibaret olan ölü bedenden kurtulma çabaları, onda derin bir iz bırakmıştır. Hay, yirmili yaşlarına geldiğinde, kurban bayramında koyun keserken yanlışlıkla elini keser. Bu olay, onun çocukluk anılarının su yüzüne çıkmasına neden olur.

Kitabın içerdiği kavramların zamansız ve coğrafyasız olduğunu düşünüyorum. O nedenle coğrafya ve zamanın da hem film hem kitap açısından sınırlı etkiye sahip olduğuna inanıyorum. Coğrafya ve zaman bir doku oluşturmamda yardımcı oldular.

Metnin bana nasıl ilham verdiğini, nasıl cevap vereceğimi pek kestiremiyorum. Somut bir cevabım yok ama bendeki etkisi oldukça büyük. Yaşantıma etki eden sayılı eserlerden biri olduğunu söyleyebilirim.

Tamamen yeni şeyler kavradığımı da söyleyemem açıkçası. Biraz tanıdığım bazı şeyleri daha derinlemesine düşünmemi, kavramamı sağladı, diyebilirim.

Metni sinema aracılığıyla yorumlama süreci nasıldı? Bu aşamada karşılaştığınız zorluklar var mı?

Sinemanın araçları çok zengin olduğundan metni yorumlarken büyük bir güçlükle karşılaştığımı söyleyemem. Aksine, bu olanakları en uygun olacak şekilde konu özelinde yeniden değerlendirmemi sağladı. Sonuç itibariyle kendine has bir anlatı ve bir dil oluştu.

Filmde insanın doğa karşısındaki zayıflığına, doğanın intikam alıcılığına dair vurgular var. İnsan doğa ilişkisinin öncelikli olarak ele almak istediğiniz yönleri nelerdi?

İzleyenlerden doğanın intikam aldığına dair yorumlar aldık fakat ben doğanın insan gibi duyguları olan ve buna göre hareket eden bir şey olduğunu düşünmüyorum. İntikam ve insanın zayıflığı meseleleri filmden dolaylı olarak çıkartılabilecek sonuçlar gibi geliyor. Böyle bir amacım olmadı çünkü öyle düşünmüyorum.

  • Doğanın işleyişi çok daha materyalist ve burada her şey doğal. Olan olması gerektiği gibi gerçekleşiyor. Kendi üzerimden insanı tanımaya çalışmak beni bu yola itti, diyebilirim. İnsan ruhu, ben’i, psikolojisi hangi terimi kullanırsanız kullanın, bunun gelişimi beni ilgilendiriyordu.

Bu yönde çalışmalar yürütürken meseleyi doğa üzerinden açıklayıcı bir şekilde ele alan Hay bin Yakzan ile karşılaştım. Bunun yanı sıra Herman Hesse, Lucretius, Goethe, Darwin gibi bireyin gelişimini farklı yönleriyle ele alan birçok başka kişiye ait eserleri de okudum.

Hay’ın hikâyesine uygun olarak filmin biçimi de gözlemci, deneysel, keşfe açık bir yaklaşımı benimsiyor. Sinematografiyle ilgili tercihleriniz nasıl şekillendi? Bu konuda nasıl bir ön çalışma yaptınız?

Hay en basit duyularının yardımıyla gözlemler yapıyor ve öğreniyor. Ben de bunu bir deneyim olarak sunabilecek bir görsel dil tasarladım. Dolayısıyla duyulara hitap eden ve yapılan gözleme eşlik edilebilen bir dil oluştu. Bu yaklaşım sayesinde filmin didaktik bir anlatıya dönüşmesini de engellemiş oldum. Aldığım her estetik kararda içeriğe uygunluğunu tarttım ve buna göre ilerledim.

Doğaya yaklaşımı ve bunu resme uygulamasıyla kendine ait bir estetik geliştiren Cézanne’ın fikirleri aldığım estetik kararları etkiledi. Kendimce tutarlı olduğuna dair az çok emin olduğum bir estetik çerçeve geliştirdiğimdeyse yine sinemanın araçlarıyla bunu nasıl sağlayabileceğim üzerine çalıştım.

Denemeler yaptım vs. Storyboard hazırlayıp her bir kareyi çizdim ve filmin çekimleri bu çalışmaya göre gerçekleştirildi.

Ölü atın hikâyesinin anlatıldığı ilk sekansta kitaptaki “Hay canı arıyor” ve “Hay ateşle karşılaşıyor” bölümlerini hatırlatan sahneler var. At ile çocuğun karşılaşması sizin için ne ifade ediyor?

Kitaptan referans verdiğiniz iki epizot dediğiniz gibi at sekansına rastlıyor. Hay çocuk gözü ve aklıyla ilk defa ölüm ile canlıyı, varlık ile yokluğu aynı bedende görüyor. O an onu etkileyen kavramlar bunlar değil elbette ama bir hayret duygusu yaşıyor ve bu onda kalıcı oluyor.

Çocuk ve yetişkin Hay’ın bir nehrin iki yakasından birbirine baktığı bir sahne var. Doğrusal zaman algısını bozan bu sahneyi filmdeki diğer temalar veya tercihlerle nasıl ilişkilendiriyorsunuz?

Zamanın doğrusal olmadığını, insan tarafından sadece bir zamanın bilinebileceğini düşünüyorum, bu da hâliyle şimdiki zaman, yani içinde olduğu zaman.

Geçmiş zamanın, geleceğin de bu anın parçası olduğuna, bir olduklarına inanıyorum. O sahne bu sebeple filmde yer alıyor ve ondan sonra film geleceğe doğru kesintisiz bir şimdiki zaman olarak akıyor.

Kurban, ağacın kesilmesi, denizde boğulma gibi farklı epizotlarda Hay hayvan, bitki, nesne âlemlerinin canlılığı ile karşılaşıyor. Yaşadıkları ve gözlemleri karakterin gelişiminde nasıl bir rol oynuyor?

Bu soruya yanıt vermemin doğru olmadığını düşünüyorum. Filmi oluştururken de kendimi bilinçli olarak bir cevap veren konumundan uzak tutmaya çalıştım. Filmin kendinde her şeyin zaten yeterince açık olduğuna inanıyorum.

 Hay bin Yakzan’ın içerdiği kavramların zamansız ve coğrafyasız olduğunu düşünüyorum. O nedenle coğrafya ve zamanın da hem film hem kitap açısından sınırlı etkiye sahip olduğuna inanıyorum. Coğrafya ve zaman bir doku oluşturmamda yardımcı oldular.
Hay bin Yakzan’ın içerdiği kavramların zamansız ve coğrafyasız olduğunu düşünüyorum. O nedenle coğrafya ve zamanın da hem film hem kitap açısından sınırlı etkiye sahip olduğuna inanıyorum. Coğrafya ve zaman bir doku oluşturmamda yardımcı oldular.

Profesyoneller yerine doğal oyuncularla çalışıyorsunuz. Bu tercihin sebebi neydi? Size nasıl avantaj ve dezavantajlar sağladı? Oyuncu seçim süreci nasıl geçti?

Filmi en başından beri oyuncu olmayan kişilerle çekmek istemiştim. Doğanın merkezde olduğu bir yapıda oyunculukta da metodolojik olmayan bir doğallığa ihtiyacım vardı. Yani gerçeğine. O nedenle bu karar bu film için uygun düşüyordu. Oyuncuların hemen hemen hepsiyle bizzat tanışarak çalışmaya karar verdim.

Filmi en başından beri oyuncu olmayan kişilerle çekmek istemiştim. Doğanın merkezde olduğu bir yapıda oyunculukta da metodolojik olmayan bir doğallığa ihtiyacım vardı.
Filmi en başından beri oyuncu olmayan kişilerle çekmek istemiştim. Doğanın merkezde olduğu bir yapıda oyunculukta da metodolojik olmayan bir doğallığa ihtiyacım vardı.

Hiçbir oyuncu ile geleneksel anlamda bir prova yapılmadı ve hiç kimse senaryoyu dahi okumadı. O sabah sete geldiklerinde ne olacağını öğreniyorlardı. Storyboard burada da çok işime yaradı. Onlara bir çerçeve sunuyordum ve onlar o çerçeve içinde hareket ediyorlardı.

Gerçek kişilerin avantajı, benim düşündüğümden neredeyse her zaman daha iyi bir sonuç ortaya koyabilmeleri oldu. Çocuk oyuncu olan Ali Yavuz Ilman ve genç karakterlerle (Barış Mert Bilgi, Serkan Aydın ve Ömer Bora) birlikte filmin çekileceği mekânlarda vakit geçirerek ortak bir zaman algısı ve dil yakaladım. Bu da çekimlerde iyi sonuç verdi.

Filmin bütününden farklı görünen final sahnesi güçlü bir yabancılaşma yaşatıyor. Seyircinin filmle ilişkisini zedelemesinden çekinmediniz mi veya seyircide nasıl bir hissiyat uyandırmayı hedeflediniz?

Filmin içerdiği kavramların bir ağırlığı var ve bunu en başından beri dağıtmak istiyordum. İzleyici film bittiğinde ferah bir duygu ile ayrılsın istediğim için böyle bir karar verdim.

Locarno’da ödül aldınız ve sonrasında pek çok uluslararası festivale konuk oldunuz. Festivallerdeki geri dönüşlerden bahseder misiniz? Sizi şaşırtan veya heyecanlandıran yorumlar duydunuz mu?

Filmin farklı coğrafyalarda ve farklı sosyal kesimlerden insanlara özellikle anılar üzerinden bir deneyim yaşattığını görmek bizi sevindirdi. Aldığımız kararların doğru olduğu onaylanmış oldu bir anlamda. Filmin içerdiği kavramların evrensel oluşu da kültürel farklılıklara rağmen anlatılan meseleye odaklanılmasını sağladı.

Bunun dışında birçok güzel ve şaşırtıcı olay yaşamakla beraber Selanik Film Festivali’nde yayımlanan festival dergisinin festival direktörü tarafından yazılan başyazısının bizim filme ayrılmış olması bizi çok şaşırttı ve sevindirdi. Kendisi de yazıda bunun aslında uygun olmadığını fakat filmden çok etkilendiğini ve bunu belirtmek istediğini yazıyordu. Hâliyle basın ve izleyici anlamında büyük bir ilgi ile karşılandık.

Dağıtım koşulları malum, maalesef Nebula çok kısa bir süre gösterimde kaldı. Filmi görmek isteyenler için duyurabileceğimiz yeni gösterimler var mı? Yakın zamanda televizyonda veya dijital platformlarda yer alacak mı?

Bu konuda çalışmalarımız devam ediyor. Zamanı gelince filmi, isteyen herkesin ulaşabileceği bir şekilde televizyonda yayınlamayı çok isteriz. Sosyal medyada Hay Film’i takip edebilirler. Muhtemelen önümüzdeki dönemde devam edecek özel gösterimleri de bu hesaplardan duyuruyoruz.


Yeni projeleriniz neler?

Yoğunluktan dolayı ertelediğimiz bir sergi fikri var. Filmin ön hazırlık sürecinden başlayarak filmde teknik olarak yer alması pek mümkün olmayan fikirleri farklı işler olarak ürettim. Video-art, enstalasyon ve obje gibi işleri içeren ve filmde yer alan kavramlara farklı açılardan yaklaşan bir multimedya sergisi olacak ama zamanı henüz kesin değil. Onun dışında yeni filmin çalışmasına başladık.

Şimdilik sadece irade kavramı ile ilgili olduğunu söyleyebilirim çünkü henüz bu kavramın kendisini çalışmakla meşgulüm. Ortaya nasıl bir şey çıkacağını kesin olarak bilemiyorum.