Nihal Atsiz’in Ruhu Selim Pusat

Nihal Atsiz’in Ruhu Selim Pusat.
Nihal Atsiz’in Ruhu Selim Pusat.

Nihal Atsız neden roman yazdı? Bu soru düşünülmeye değer. Peki Nihal Atsız’ın roman alt başlığıyla yayımladığı kitaplar gerçekten roman mı? Bunu da tartışmak lazım. Bozkurtlar dizisi kanaatimce romandan ziyade destan. Onun konusu bir toplum, beylik, devlet. Oysa roman sanatı daha çok birey üzerinden ilerler. Bozkurtlar denilince Kürşat gelir akla ama Kürşat’ın ne doğumunu ne görünüşünü ne ailesini ne de çocukluk, gençlik, yetişkinlik gibi farklı dönemlerini okuruz kitaptan. Ana kahramana dair soracağımız soruların çoğunluğu cevapsız kalır. Kürşat romanda âdeta Atsız’ın idealidir. Bir ideal olduğu için ayrıntılara girilmez. Oysa romanda birey çelişkileriyle işlenir. Çelişkileri, çıkmazları, hırsları hatta suç ve günahlarıyla. Bozkurtlar’da iyiler-kötüler, mertler-hainler, olması gerekenler-olanlar vardır. Bunlar arasındaki çizgi net ve kalındır. Yani tam bir destan özelliği gösterir Bozkurtlar. Bir nevi yiğitlik, kahramanlık hikâyesidir.

Benzer durum Deli Kurt, Dalkavuklar Gecesi ve Z Vitamini romanlarında da görülür. Ruh Adam ise böyle değildir. Ruh Adam’da Selim Pusat vardır. Her şey onun çevresinde döner. Ruh Adam bütün boyutlarıyla işlenmeye çalışılır. Öyle ki onun iki bin yıl öncesi hâli Burkay’a kadar gidilir. Romanda sık sık Burkay’la Pusat’ın aynı kişiler olduğu vurgulanır. Hikâyeleri de aynıdır. Bu, Nihal Atsız’ın kader anlayışıdır. Ruhlar ölmez. Farklı dönemlerde, farklı beden ve isimlerde yeniden ortaya çıkar. Animizm mi demek lazım bu görüşe? Yoksa reenkarnasyon/tenasüh mü, bilemiyorum. Şamanizm kaynaklı bir inanç mıdır yoksa? Bunları din tarihçilerine sorabiliriz. Fakat Atsız’ın Ruh Adam’ı bu temel kabul üzerine bina edilmiştir. Pusat duygularının önüne geçemez, çünkü iki bin yıl önce de aynı şeyleri yaşamıştır. Neden böyle oluyor, neden kendime hâkim olamıyorum diye sorduğunda, tarihe gidip Burkay’la karşılaşır. Hiç değilse, okuyucunun bu şekilde düşünmesi gerekir. Peki biz animizm, reenkarnasyon veya Şamanizm’e inanmıyorsak ne yapacağız? Romanın kendi içindeki bütünlüğe sadık kalıp Selim Pusat’ı ona göre düşüneceğiz. Bu, romancının kahramanı için oluşturduğu bir kaçış rampası gibi duruyor.

Peki biz animizm, reenkarnasyon veya Şamanizm’e inanmıyorsak ne yapacağız? Romanın kendi içindeki bütünlüğe sadık kalıp Selim Pusat’ı ona göre düşüneceğiz.
Peki biz animizm, reenkarnasyon veya Şamanizm’e inanmıyorsak ne yapacağız? Romanın kendi içindeki bütünlüğe sadık kalıp Selim Pusat’ı ona göre düşüneceğiz.

Ruh Adam bence Nihal Atsız’ın tek romanıdır. Onu bir romancı saymamız için de gayet güçlüdür. Hem Doğulu hem de Batılı anlamdaki romana karşılık gelmektedir Ruh Adam. Kahramanın iç ve dış dünyasını yansıtmasıyla batılı, masalsı ve agnostik yönleriyle doğulu. Batılı olduğu yerlerde gayet realist bir anlayış ve anlatım hâkimdir kitaba. Doğulu olduğu yerlerde masalsılığa, fantastiğe ve şiirsel anlatım ve anlayışa kayar. Bütün hâlinde büyülü gerçekçi bir roman bile denilebilir Ruh Adam için. Kendisiyle düelloya çıkması, Tanrı huzurunda yargılanması romanın realist ve rasyonel yönünü aşıp büyülü gerçekçiliğe ulaşmaktadır. Toplamda tüm bunlar kahramanın iç muhasebesidir denilebilir. Fakat Atsız, meseleyi iç hesaplaşmadan ibaret bırakmamış. Mesela sahneye sık sık intihar ederek ölen Şeref çıkar. Selim Pusat’la cedelleşir. Ona sitem eder. Onu yargılar, azarlar. Yani öldüğü hâlde arkadaşının hayatına müdahale eder. Ve ilginçtir, kalbi sürekli kanar. Selim’e kırılmıştır. Akan kanlarını sadece Selim görmez. Ayşe de kapı koluna, koltuk kenarına bulaşan kanları görmektedir. İsmi kötü ruh/şeytan anlamına gelen Yek, Pusat’ı bırakmaz. Bir bakmışsın doktor olmuştur o, bir bakmışsın asker. Her kılığa girer. Dolayısıyla Ruh Adam’da Atsız’ın fantastiğin, büyüsel gerçekçiliğin sınırlarında değil bütünüyle içinde hareket ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Ruh Adam bireycidir. Bu yönüyle de roman tanımına daha uygundur. Peki bu birey, yani Selim Pusat nasıl bir insandır? Romanda onun iki yönü ağır basmaktadır. Birincisi, buhranlı hâli. İkincisi ise mütefekkirliği. Ruh Adam’ı bir düşünce kitabı olarak da okuyabiliriz. Çünkü Pusat, düştüğü çıkmazı anlamaya çalışır. Tasavvufu düşünür. Bu aslında şu anlama gelir: Buhrandan tasavvuf yoluyla kurtulmak mümkün mü? Eşi Ayşe’ye soru sorar. Onun tasavvuf hakkında verdiği kitapları okur. Kendi zihnî cenderesinde, az da olsa araştırdıktan sonra, eleştirir ve yarasına merhem olmayacağını anlar. Şiire gömülür. Ki eskiden kendisi de şiir yazmıştır. Fuzûlî ve Nâilî’yi okur. Ama şiir de onun kaynayıp duran kalbine şifa olmaz. Tek merakı olan tarih ilmine daha çok eğilir. Ama o da masalla iç içedir. Ve maalesef tarih ilmi, onun kanayan yarasını daha da azdırır. Çünkü askerlik Selim Pusat için hayatın ta kendisidir. Hayatın anlamıdır da diyebiliriz. Asker olduğu için harp tarihine merak salmıştır. Askerliğe devam etmeyecekse, tarihte derinleşmesine gerek yoktur. Psikolojiye yönelir. Psikanalize göre aşkın hastalıktan başka bir anlamının olmadığını görür. Bunu kısmen kabul etse de aşktan kurtulmaya aşkın hastalık olduğu kabulü yeterli değildir. Askeriyeden arkadaşı Doktor Cezmi’nin, aşkı “açığa vurulamayan şehvet duygusu” şeklinde tanımlaması da psikolojiyle ilgilidir ve Selim’in kırk dereceye çıkan ateşini indirememiştir. Sonra bu düşünsel arayış hızlandırılır. Zerdüştlük, Budizm, İslamiyet açısından Selim yargılanır. Bunlar da bir çıkış arayışıdır. Hepsine Selim karşı çıkar. Ne zaman atalarından Alp Er Tunga, Alp Arslan, Atila, Cengiz Kaan, Timur (Temir) meydana gelir, Selim onlara boyun büker, ne derlerse kabul eder. Selim’in düşünsel arayışları bu şekilde uzar gider. Meselesi nedir? Tabi ki “yasak aşk”.

Ruh Adam bence Nihal Atsız’ın tek romanıdır.
Ruh Adam bence Nihal Atsız’ın tek romanıdır.

Kralcı olduğu için askeriyeden atılmasını sindiremez Selim Pusat. Askerliği bütün bir hayatıdır onun. Her şeyi onun ölçüsüne vurur. Harp ilmi vardır ve bu şiirden bile incelikli bir şeydir. Her şeyin üstünde tutar askeriyeyi o. İnsanlar savaşmak için gelmişlerdir dünyaya. Bütün ilim dalları savaş ilminden doğmuştur. İlginçtir, Selim Pusat henüz yüzbaşıyken, ihraç edilmesine rağmen bu inancını hiç kaybetmemiştir. Hapis yatmıştır. İşinden olmuştur. Hatta eşi Ayşe bile bu soruşturma nedeniyle öğretmenlik mesleğinden üç yıl uzaklaştırılmıştır. Ama askerliğe veya askeriyeye yönelik tek bir olumsuz fikir bile oluşmamıştır Selim Pusat’ta. Oysa insanlardan nefret etmiştir. Her şeyi küçümsemeye başlamıştır. İnancı kalmamıştır. Din, ahiret inancı zaten yoktur. Dostluk, yardımlaşma, iyilik, hoşgörü gibi duygulara karşı da öfkelidir. Nefret, hınç ve öfkeyle doludur. Buhran doludur Selim Pusat. Ve roman boyunca bu buhrandan kurtulamaz.

Ruh Adam’daki Selim’in aşk duygusu karşısındaki esareti, iradesizliği, hasta olacak kadar çaresizliği ise romanın her satırına adeta kanla yazılmıştır.
Ruh Adam’daki Selim’in aşk duygusu karşısındaki esareti, iradesizliği, hasta olacak kadar çaresizliği ise romanın her satırına adeta kanla yazılmıştır.

Nasıl kurtulsun? Haksız yere, canını feda edecek kadar çok sevdiği mesleğinden olmuştur. Bu ağır yükü kaldıramaz. Kabul edemez. Üstelik kralcı olduğunu beyan ettiği için. Üstelik siyasetle, bürokrasiyle askeriyenin birbirinden farklı şeyler olduğunu belirttiği için. İnsan düşünmeden edemiyor. Madem mesleğini bu kadar seviyordun, o zaman meslekten atılmadan fikri kavganı veremez miydin? İlle de kralcılığın tek büyük asker yetiştirecek rejim olduğunu savunman mı gerekirdi? Bazı sevdalar uğruna bazı fikri tavizler vermenin, kime nasıl bir zararı olabilir? Pusat’ın tavizsizliğini inatçılık olarak da yorumlayabiliriz, dürüstlük olarak da. Evet, Pusat çok dürüst. Eşi Ayşe’nin öğrencisi olan Güntülü’ye duyduğu aşkı ilk önce kendisi kabul edemez, kendine itiraf bile edemez. Çok ahlakçı ve çok dürüst bir adam. Fakat romanın sonunda Güntülü aşkından dolayı evini, eşini, oğlunu terk eden de odur. Ruh Adam’da bu şekilde yüzlerce tutarsızlık, açmaz, çatışma okunabilir. Onu roman yapan da bu girdap duygusu ve özelliğidir. Güntülü’ye duyduğu aşka neden inatla karşı duramamıştır? Bu aşkı neden Zerdüşt, Buda ve Muhammed'e karşı savunmuştur? Çünkü iki bin yıl önce Burkay’dır o. Burkay da sevdiği kadına ok atmadığı için Tanrı Kut Mete tarafından idam edilmiştir. Bu, “yasak aşk” için sanki bir zihin rahatlatma yöntemidir. Kısaca Pusat’ın kıralcılığı savunmak noktasındaki iradesi, “yasak aşk”tan kurtulmak veya onun bütün günahını omuzlamak noktasında zayıf kalır.

Atsız, Ruh Adam’da bence kimsenin cesaret edemeyeceği bir şekilde “yasak aşk”ı işler. Ahlaki bağlamından kopmadan, aşkı, gençliği, evliliği, sadakati bu kadar sancılı ve derinden işleyen ikinci bir roman var mıdır bilmiyorum. Teması açısından Madam Bovary ve Anna Karenina romanlarıyla kıyaslanabilir Ruh Adam. Kahramanı kadın dahi olsa, Madam Bovary ve Anna Karenina'yı yazan kişiler de erkekti. Bir kadın yazardan aşk konusunu din, sosyoloji, felsefe, edebiyat dahil edilerek en dip noktasına kadar işlemek beklenemez zaten. Erkek için aşk varoluş meselesidir. Kadın için varoluşu oluşturan meselelerden bir meseledir aşk. Bu yüzden kadının âşık olamayacağını söyleyen psikologlar, edebiyatçılar vardır. Beş filozoftan biri kadının âşık olabileceğini ya düşünür ya da düşünmeden konuyu geçiştirir. Atsız, aşk meselesinin hayatiliğini, var oluşla doğrudan ilişkisini Ruh Adam’da bütün açıklığıyla işler. Nasıl? Ayşe aslında Selim’in tam da aradığı/istediği kadındır: hareketli, çalışkan, entelektüel, fedakâr, sadık. Ama kırk üç yaşına girmiş Pusat’ın ruhunu okşayan Ayşe değil Güntülü olur. Güntülü, Pusat’tan yirmi beş yaş küçük olduğundan yani gençliğin tazeliği, canlılığı ve merakına sahip olduğundan mı böyle olmuştur? Hayır. Ayşe, Selim’in “yenilmişlik bunaltısı”ndan çıkmasını sağlayan cümleleri kuramaz. Selim’i anlamaz değil ama ona iyi gelecek merhemi bulamaz. “Sizin kadar asker bir asker… Askerliğini elinizden kimse alamaz” gibi Selim’in kalbini yeniden harekete geçiren cümleleri Güntülü kurar. Yani Selim’in ihtiyaç duyduğu teselliyi, sıcaklığı, şefkati, övgüyü Güntülü gösterir. Mesele sadece gençlik, güzellik ve şehvet değildir.

Ruh Adam bireycidir. Bu yönüyle de roman tanımına daha uygundur. Peki bu birey, yani Selim Pusat nasıl bir insandır? Romanda onun iki yönü ağır basmaktadır. Birincisi, buhranlı hâli. İkincisi ise mütefekkirliği.
Ruh Adam bireycidir. Bu yönüyle de roman tanımına daha uygundur. Peki bu birey, yani Selim Pusat nasıl bir insandır? Romanda onun iki yönü ağır basmaktadır. Birincisi, buhranlı hâli. İkincisi ise mütefekkirliği.
Ruh Adam’ın asıl büyüklüğüyse aşk karşısında erkeğin nasıl iradesiz kaldığını göstermesidir.
Ruh Adam’ın asıl büyüklüğüyse aşk karşısında erkeğin nasıl iradesiz kaldığını göstermesidir.

Bunaltı, buhran Selim Pusat’ın temel karakteristik özelliğidir. Buhranla baş edemez o. İstediği kadar olayı Burkay’a bağlasın. Bence askerlikten atılması, toplum nezdinde itibarından olması, hapis yatması içine düştüğü buhrandan çıkamamasının tek nedeni olamaz. Ki bu buhrandan Güntülü aşkı nedeniyle çıkar gibi olacakken bu sefer Yek, Prenses Leyla, müntehir Şeref, suçsuz oğlu Tosun, sadık ve fedakâr eşi Ayşe’ye ihanet gibi konularla yeniden buhrana düşer. Ve bu buhranın da içinden çıkamaz. Öncekinden daha ağır bir buhrandır bu. Bundan çıksa, eminim Selim kendine yeni bir buhran bulmakta zorlanmayacaktır. Tek tutunduğu dal askerliktir. Her ahlaki ilkeyi askerliğe bağlamıştır. Ve maalesef artık asker de değildir. Oğluna “Sen yüzbaşı olduğunda döneceğim” diyerek evden çıkıp gitmiştir işte. Peki nereye gitmiştir? Döneceğim dediğine göre intihar etmeyecek? Leyla’yı aramaya mı çıkmıştır? Ama asıl sevdiği kadın Leyla değil Güntülü’dür. Güntülü ise, henüz üniversite öğrencisidir. Ve Selim’in ilanı aşkı olan şiiri, ona geri göndermiştir. Sahi Selim nereye gitmiştir?

Ruh Adam’ın asıl büyüklüğüyse aşk karşısında erkeğin nasıl iradesiz kaldığını göstermesidir. Nabokov’un Lolita’sındaki adam akla gelir bu noktada. Nabokov evet kabul edelim felaket abartmıştır bu iradesizliği, kaybolmuşluğu, boşluk duygusunu, esareti. Ruh Adam’daki Selim’in aşk duygusu karşısındaki esareti, iradesizliği, hasta olacak kadar çaresizliği ise romanın her satırına adeta kanla yazılmıştır. Öyleyse söyleyelim: Selim Pusat, modern bir Mecnun’dur. Kendini sürekli yargılaması, haklı görmemesi, çıkış araması modernliğiyle, aşka kendini bırakmasıysa Mecnun özelliğiyle açıklanabilir.