On yüz bin milyon baloncuk

​On yüz bin milyon baloncuk
​On yüz bin milyon baloncuk

Her çocukluğun bir sesi var. Cıps, luk luk, şışşşşşş benimki mesela. Sanırım yaşıtlarım da bu sese aşinadır ve duydukları an günün ne kadar sıcak, ne kadar da güneşli olduğunu keşfederler. Bünyeleri sıcaklamaya ve gazoza susamaya koşullanmıştır çünkü. Maden suyu kadar sert, endüstriyel içecekler kadar tartışmalı olmayan gazoz, ayılana yetişir, kendine özel bir ligi vardır ve asidi kaçarsa hiç çekilmez.

Bakkal şişenin kapağını açınca, aslında bu kadar zamandır nedensiz yere ayak dirediğimi anladım, gazoz sevgisi ertelenemez. (Fotoğraf:Sedat Özkömeç)
Bakkal şişenin kapağını açınca, aslında bu kadar zamandır nedensiz yere ayak dirediğimi anladım, gazoz sevgisi ertelenemez. (Fotoğraf:Sedat Özkömeç)

Bu ara çok karşılaşır olduk gazozla. Eskisi kadar heyecanlanmıyorum ama hepten ilgisiz de değilim, yılların hukuku var. Geçenlerde, sıcağın bir tepsi gibi yukarda sallandığı bir anda su kesmeyince, yolumun üstündeki 1980’de sabitlenmiş bir bakkala girdim ve 1980’den beri görmediğim bir şişeye işaret ettim.

Bakkal şişenin kapağını açınca, aslında bu kadar zamandır nedensiz yere ayak dirediğimi anladım, gazoz sevgisi ertelenemez. Genzimi yakan maden suyu keskinliği ve dişlerimi kamaştıran meyve tadı tam kararındaydı. Kasabalarda adı “siyah gazoz” kalan kolayı içsem bir saate kalmadan dilim damağım kuruyacak, içtiğime içeceğime rahmet okuyacağım.

Gazozu reklam etmeye gerek yok zaten. Türkiye’de pek az şey kendine bu kadar sağlam yer bulabilmiştir desek, yalan olur mu?

Olmaz galiba. Refik Halid Karay’ın kitaplarına bakarsanız, bütün bir memleket sabah sütünü içmeden uyanamaz sanırsınız. Oysa bugün öyle mi? Çay içmezsek maazallah o gün bize keder. Şimdi yerlere göklere koyamadığımız çaysa bize resmi olarak 1892’de gelmiş. Yüz yılda böylesi bir sevda!

Sonra şerbetler var ki Osmanlı sofralarının eli ayağı. Mesela sirkeyi balla karıştırıp sizi bütün gün zinde kılacak hem de hoş rayihalı sirkencübin yaparsınız, desek suratınız ekşir muhtemelen. Ah canım sirkencübin, ne bilsin saray sofralarından inip de böylesine küçümseneceğini. Boza dönem dönem moda oluyor ama yeri netameli. Turşu suyu galiba ekşiyle kurduğumuz bağdan tahtını hep koruyor ama koruk suyunu kaçımız hatırlarız? Sübye şerbeti, gelincik şurubu. Hepsi tarihin merdivenlerinden yuvarlandı.

İçeceklere hayıflanmayı bırakıp bu konudaki vefasızlığımızı bir kenara koyalım ve asıl meselemiz gazoza gelelim.

Gazoz raconu

Gazoz bizim milli değerimiz desek, yalan olmaz, başımız ağrımaz. Evvela bir kültürü var. Hamamda içeceksin, yaz akşamları yapılan yürüyüşlerde varılan çay bahçesinde eşe dosta ısmarlayacaksın, gazozuna maç yapacaksın, kardeşin uyuz olsun diye dibini bırakıp o hepsini bir dikişte bitirdikten sonra beklete beklete yudumlayacaksın, annene bir yaramazlığını yetiştirir gibi olunca rüşvet yerine geçecek, kapağıyla oyun oynayacaksın, ağzına leblebi doldurup boğulmak üzereyken hayatını kurtaracak.

Sonra, bir adım daha atıp gazozun Yeşilçam usulü “ürün yerleştirme”de kullanıldığını iddia edebiliriz. Türk filmlerinin belli belirsiz figüranı. Kız çocuğuysan kapağı açılmış gazoz içilmez, bileceksin.

Gazoz hazır yemeklerin bu kadar popüler olduğu bir çağda bir an gözden kayboldu. Gözden kayboldu dediysem, kalabalık şehirlerde lüks marketlerin reyonlarından diye eklemeliyim. Eminim ki Anadolu’daki tahtı hâlâ sağlamdır.

Ancak “doğala” dönmek çağrısı sesini yükselttiğinden bu yana, çeşit çeşit gazoz, bulunduğu şehri de aşarak milli bir değer olarak geri geldi.

Her şehre bir marka

Diyeceksiniz ki ne kadar gazozumuz var ki milli değerimiz olsun. Türkiye’nin gazoz haritası çıkarıldı. Tek tek bakınca her bir şehrin ne kadar gazoz markası olduğuna hayret edersiniz. Herkes portakallı gazozu akıl eder, Malatyalılar kayısılı gazozu bulmuş. Adına “kayısı kola” demişler ama olsun, biliyoruz ki açınca burnumuza kayısı kokusu çarpacak.

 Türkiye’nin gazoz haritası çıkarıldı. Tek tek bakınca her bir şehrin ne kadar gazoz markası olduğuna hayret edersiniz. (Fotoğraf: Sedat Özkömeç)
Türkiye’nin gazoz haritası çıkarıldı. Tek tek bakınca her bir şehrin ne kadar gazoz markası olduğuna hayret edersiniz. (Fotoğraf: Sedat Özkömeç)

Sonra Edirne’de Necix Gazozu var. Neden sonuna x eklemişler? Böyle daha mı Avrupai durmuş, bilemiyoruz. Ahududu aromalı. Tabii ki en Avrupai isimler yine İstanbul’dan çıkıyor. Levent’te üretilen Grapette mesela. Yine Levent’te Sunbrust var. Olimpos Gazozu’nu da ekleyelim. Porselen kapaklı Mısıroğlu Biraderler Gazozu’yla Leon Schor Constantinople de mazide kalanlardan. Gazoz tarihine girersek Osmanlı’dan bugüne Türkiye tarihine de girmek zorunda kalırız.

Kendine ait gazozu olmayan şehirler var. Hakkâri, Gümüşhane, Şırnak, Siirt, Bitlis. Oraların çocukları neyine maç yapar? Yıllar evvel Uludere’ye gitmiştim, orada çocuklar ramazan günleri sahura kadar maç yapıyor, sonunda yine birbirlerine terleyen şişelerde gazoz ikram ediyordu. Demek ki şehirler arasında kamyonlar gazoz da taşıyor.

  • Ülkü Tamer çocukken beleş alışverişlerini yazmış:
  • “Gazozcuların başları kalabalık olurdu çoğu kere. Bir alıcı, yedi sekiz seyirci. Tekerlekli arabaların üstündeki buz kalıplarına yerleştirilmiş şişelerden birini kaldırırdı gazozcu, iyice sallar, sorardı: ‘Caşar mı caşmaz mı?’
  • Alıcı, şişeyi süzerdi bir süre. Kapak açılınca gazozun taşıp taşmayacağını kestirmeye çalışırdı.
  • ‘Caşar.’
  • Gazozcu da aynı görüşteyse, şişeyi bir daha sallar, yine sorardı: ‘Caşar mı caşmaz mı?’
  • ‘Caşmaz.’
  • Gazozcu da mı ‘Caşmaz’ diyor. Bir daha.
  • ‘Caşar.’
  • Gazozcu öyle düşünmüyorsa, kapağı açardı. Gazoz taşarsa, alıcı beleşten içerdi gazozu. Taşmazsa parasını tıkır tıkır öderdi.”

“Gazozunuz çamlı olsun mu?”

O yıllarda gazozun şeker şurubu İngiliz küvetlerinde eritiliyor, bir keçe torbayla süzülüyor, şişelere tek tek dolduruluyor. Karamelli gazoz içenlerin dudaklarında ince bir leke kalıyormuş, karamel üretim teknolojisi 1960’lara kadar çözülememiş. 1930’larda dağıtım at arabasıyla yapılıyor, esanslar ithal ediliyor. Karbondioksit Bulgaristan’dan ithal edildiği için bulunmadığı zamanlarda üretim durma noktasına gelmiş.

Bugün Denizli’deki doğal karbondioksit kullanılıyor, orta kapasiteli bir meşrubat makinesi saatte 10-12 bin litre gazoz üretiyor. Küvetlerin yerini 12 bin litrelik çelik tanklar aldı. Market araştırmalarına göre Türkiye’de hanelerin yüzde 60’ı gazoz alıyor, tüketim haziran-eylül ayları arasında artış gösteriyor.

Bir de aroma meselesi var tabii. Limon zaten klasik. Bir diğer klasik de nereden çıktı bilinmez, frambuazlı. Hindistan cevizli, damla sakızlı, portakallı, mandalinalı, kayısılı, muzlu, zencefilli, elmalı, çilekli, çamlı gazoz bulabilirsiniz.

O dediğin gazoz ağacı

Bu kadar gazoz muhabbetinin üzerine “gazoz ağacını” anmamak olmaz. Ne zaman imkânsıza yakın bir şey istesem, annem başını kaldırmadan şöyle der: “O dediğin gazoz ağacı, o da burada yetişmiyor.” Annemin bu meşhur lafını Sabahattin Kudret Aksal’ın öyküsünde bulunca ne şaşırmıştım. Öykünün adı, “Gazoz Ağacı”:

  • “O kız olmasaydı ya da evleri kahvenin karşısında olmasaydı, boyuna pencereleri açıp açıp kapamasaydı, Saim her oyunda ama her oyunda elin acemisine yenilip, adı gazoz ağacına çıkar mıydı? Bir gün yabancı biri gelmişti kahveye, oturur oturmaz garsona: ‘Evladım, çabuk bir gazoz bana, yandım’ demişti de, Saim'in arkadaşlarından biri, tabela İsmail yüzsüz yüzsüz gülmüş, ‘Efendi amca’ demişti Saim'i göstererek, ‘gazoz ağacı burda, oyna bir el pişpiriğini iç gazozunu.’”

Siz bir gazoz deyip geçtiniz, biz bir gazozdan lafı nerelere getirdik? Yazının başına oturduğumuzda susamış bile değildik, kendinden soğutulmuş odalarda ferah gibiydik. Şimdi kalkıp bir bakkal bulmak, bir gazoz seçmek, aman midemize dokunmasın diye minik minik yudumlarla içmek boynumuzun borcu. Yanına bir paket de çekirdek alalım, belki yoldan çocukluğumuz da geçer.