Örtük İslam karşıtlığı

Filmi zaman zaman “kamu spotu” tadında bir üsluba büründüren bu sahnelerde, devlet görevlileri muhataplarına gerçek İslam’ın ne olduğunu anlatır.
Filmi zaman zaman “kamu spotu” tadında bir üsluba büründüren bu sahnelerde, devlet görevlileri muhataplarına gerçek İslam’ın ne olduğunu anlatır.

Cennet Beklesin’in de bir parçası olduğu, DEAŞ saflarına katılan Avrupalı kadınları anlamak konulu tartışma, Batı medyasında bir süredir devam ediyor. Son olarak söz konusu kadınların Suriye’deki maceralarını ironik bir dille ekrana taşıyan BBC yapımı hiciv dizisi The Real Housewives of ISIS da bu kervana katıldı.

Çeşitli ülke sinemalarında Müslüman karakterlerin nasıl temsil edildikleri, toplumun Müslümanlara ve İslam’ın sembollerine karşı geliştirdiği refleksleri ve önyargıları ele verir. Bunun en tipik örnekleri, dünya pazarında hâkim olan Amerikan sinema endüstrisinin ürünlerinde görülür. 11 Eylül saldırısından sonraki süreçte yükselen ve yeniden şekillenen Amerikan idaresiyle şiddetlenen İslam karşıtlığı; filmlerde Müslüman karakterlerin terörizm, radikalizm ve suçla özdeşleştirilmesiyle açığa çıkar. Klişelerin kolaylığına, yerleşik kodlara sıklıkla başvuran Hollywood sinemasında, İslam karşıtlığını tespit etmek bu yüzden zor olmaz. Öte yandan çok milletli, çok kültürlü ABD’den daha derin ve yerleşik İslam karşıtı eğilimlerin olduğu Avrupa’nın ürettiği filmlerdeki İslam karşıtı kodları çözmek bu denli kolay değildir. Zira Hollywood’un formüllere dayanan sisteminin aksine Avrupa sineması, karakter odaklı ve detaycıdır. İyi ile kötü, haklı ile haksız arasındaki ayrım siyah ile beyaz gibi ayrılmaz, hep gri kalır. Fakat buna rağmen doğrudan olmasa da dolaylı, makul kılınmış ve örtük İslam karşıtlığını göstergelere sıklıkla rastlanır.

Çeşitli ülke sinemalarında Müslüman karakterlerin nasıl temsil edildikleri, toplumun Müslümanlara ve İslam’ın sembollerine karşı geliştirdiği refleksleri ve önyargıları ele verir.
Çeşitli ülke sinemalarında Müslüman karakterlerin nasıl temsil edildikleri, toplumun Müslümanlara ve İslam’ın sembollerine karşı geliştirdiği refleksleri ve önyargıları ele verir.

Cihat yaptığına inandığı DEAŞ örgütüne katılmak için ailesini terk eden ve Suriye’ye gitmeye çalışırken yakalanan on yedi yaşındaki genç kızın, Sonia’nın hikâyesini anlatan Fransız yapımı film Cennet Beklesin (Le ciel attendra, 2016) konusu itibariyle bu bıçak sırtı alanda ilerler. Nüfusun yüzden onunun Müslümanlardan oluştuğu ve sayılar arttıkça Müslüman karşıtlığının yükseldiği gözlemlenen Fransa’da geçen film, seküler devlet otoritesi ile Müslüman genç kızları karşı karşıya getirir. 2011 yılında yapılan bir araştırmaya göre toplumun yüzde altmış sekizinin Müslümanların topluma entegre olamadığını, yüzde elli beşinin ise İslam’ın görünürlüğünün çok yüksek olduğunu düşündüğü Fransa, filmdeki çatışma için biçilmiş kaftandır. Cennet Beklesin, her iki tarafı da anlamaya çalışan bir perspektif takınsa da siyaseten doğruculuk ve inanç özgürlüğü maskesinin ardındaki İslam’a karşı önyargılar görünür.

İslam karşıtğını mazur kılmak

Sonia, Fransa sınırından çıkmak üzereyken yakalanıp ev hapsiyle cezalandırıldığında, ailesi tarafından yapması ilk yasaklananlar Arapça konuşmak, Kur’an okumak ve örtünmek olur. Sonia kadar şanslı olmayan ve Rakka’ya ulaşan on altı yaşındaki Mélanie’nin annesi ise bir sahnede kızının kaçarken ardında bıraktığı örtüsüyle çarşafını paramparça eder.

Cennet Beklesin, her iki tarafı da anlamaya çalışan bir perspektif takınsa da siyaseten doğruculuk ve inanç özgürlüğü maskesinin ardındaki İslam’a karşı önyargılar görünür.
Cennet Beklesin, her iki tarafı da anlamaya çalışan bir perspektif takınsa da siyaseten doğruculuk ve inanç özgürlüğü maskesinin ardındaki İslam’a karşı önyargılar görünür.

Filmin olay örgüsü, ailelerin küçük kızlarını militana dönüştürdüğünü düşündükleri bu sembolleri yasaklamalarını, onlara karşı öfke duymalarını, böylesi duygusal tepkiler vermelerini doğal ve anlaşılabilir kılar. Ancak film gerçekliği ülke gerçekliği ile birlikte okunursa, Müslümanların görünürlüğünü hedef alan kısıtlamaları mazur göstermenin de anahtarı olur. Fransa’da 2011 yılında peçe ve burkayı men eden kanunun kabulünü, tesettürün resmen olmasa da fiilen kamusal alanda dışlandığını gösteren olayları, 2015 yılındaki Charlie Hebdo ve Paris saldırılarından sonra “Arapça konuşmanın” bir terör zanlısının asli özelliklerinden olarak medyada sıklıkla zikredildiğini hatırlamak gerek. Bu toplumsal gerçeklerin gölgeleri, Cennet Beklesin’in satır aralarındaki, başta bahsi geçen, üstü örtülü İslam karşıtlığını tarif ediyor.

  • Sonia gibi radikal eğilimler gösteren Müslüman gençlerin veya çocukları ihtida eden Fransız ailelerin bir araya geldiği eğitim ve dayanışma toplantıları filmde geniş yer tutar. Filmi zaman zaman “kamu spotu” tadında bir üsluba büründüren bu sahnelerde, devlet görevlileri muhataplarına gerçek İslam’ın ne olduğunu anlatır. Hatta ironik biçimde, bugüne kadar reddedilen ve Avrupa kültürüyle melezleştirmeye çalışılan geleneksel İslam’a, sevgi dini vurgusuna başvurulur. Çocukların İslam’ı seçmelerinin vicdan özgürlüğü mü yoksa vicdan esareti mi olduğunun tartışıldığı, İslam dininin emirleri ile örgütün dayatmalarını nasıl ayıracaklarının öğretildiği bu toplantılar gerekli olduğu kadar da rahatsız edicidir. Gereklidir zira Sonia’nın Arap asıllı babası gibi Müslüman kökenliler dahil olmak üzere toplumun çoğunluğu, bu ayrımı yapmaktan aciz görünür. Fakat yine de rahatsız edicidir çünkü hâkim zihniyetin Müslümanları anlayış gösterilmesi ve eğitilmesi gereken kitleler olarak görmesi söz konusudur. Bu alışıldık yukarıdan bakış ise DEAŞ benzeri radikallerin değirmenine su taşır. Bu örgütlerin taraftar toplarken başvurduğu; ikinci sınıf vatandaşlıktan kurtulmak, dinini özgürce yaşamak, kimliğini görünür kılmak ve hatta onu dengi olarak kabul etmeyen “kafirler” topluluğundan öcünü almak gibi vaatleri cazip hale dönüştürür.

Cennet Beklesin’in de bir parçası olduğu, DEAŞ saflarına katılan Avrupalı kadınları anlamak konulu tartışma, Batı medyasında bir süredir devam ediyor. Son olarak söz konusu kadınların Suriye’deki maceralarını ironik bir dille ekrana taşıyan BBC yapımı hiciv dizisi The Real Housewives of ISIS da bu kervana katıldı. Batı toplumu, kendi kadınlarının “eşit, özgür, feminist değerlerle şekillendirilmiş” yaşantılarını terk edip savaşın ortasına atılmaya ve “ikinci sınıf insan” muamelesi görmeye gönüllü olmasını anlamıyor. Anlamaya da çalışmıyor aslında. Toplumlarının bu radikal eğilimli bireylerini, Fransızlar eğitmeye, İngilizler kendi mizah anlayışlarınca alaya almaya devam ediyor. Tam da bu noktada örgütün Batılı mensuplarını diğerlerinden farklı bir yere koymaları, onların Ortadoğu’dakiler gibi radikalizme ve savaşa aşina ve meyyal olmadıkları ön kabulünü barındırdığı için -yine- İslam karşıtı refleksleri dışa vuruyor.