Osmanlı’nın vampirleri

​Osmanlı’nın vampirlerini  ​Salim Fikret Kırgi ​ile konuştuk
​Osmanlı’nın vampirlerini ​Salim Fikret Kırgi ​ile konuştuk

İlk vampir tartışmalarının yaşandığı coğrafyanın Osmanlı sınırlarında olması, vampir mitine benzer öğelerin Seyahatname’deki bir Çerkes söylencesinde kullanılması ve Ebussuud Efendi’nin vampir fetvaları… Salim Fikret Kırgi’nin, kurgusal vampirin köklerinin “folklorik” boyutunu ele aldığı Osmanlı Vampirleri çalışması yayımlandığı günden beri çok konuşuluyor. Kırgi ile fenomenin tartışılmaya başlandığı 15-18. yüzyıllarda vampirlerle baş etmek için neler yapıldığını, verilen fetvaları, vampir avcılığını ve Osmanlıların vampir farkındalığını konuştuk.

Osmanlı Vampirleri çalışmanızda enteresan detaylar var. Kitabınızda köken teorileri konusunda iddiada bulunmaktan kaçınıyorsunuz ama modern vampir mitinin atası kabul edilen Kont Drakula karakterinin, Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sindeki “obur”larla benzerlikleri, ister istemez vampirlerin Türk kökenli olup olmadıkları sorusunu aklımıza getiriyor. Böyle bir bağlantı kurabilir miyiz?

Meseleyi Seyahatname açısından değerlendireceksek öncelikle eserde sözü geçen “obur” inanışının Tatarlara ve dağlarda yaşayan Çerkes kabilelerine özgü “yabancı” bir unsur olarak tanımlandığını belirtmek gerekir. Dolayısıyla Seyahatname oburları-Kont Drakula benzerliği gerekçesiyle vampir mitinin Türk söylencelerine dayandığını iddia etmek doğru olmaz. Ayrıca Drakula en ünlüleri olmasına rağmen ilk vampir tasviri değil.

19. yüzyılın sonunda yazılan romanın üzerinde Seyahatname’den çok daha fazla etkisi olan geniş bir kurgusal vampir külliyatı mevcut.

  • Tezimin ilgili bölümünde dikkat çekmeye çalıştığım noktalar, Seyahatname’deki obur öykülerinin belli açılardan kendi çağdaşlarından ziyade modern vampir anlatılarını andırması ve Bram Stoker’e danışmanlık yapan kişinin Seyahatname ile yakından ilgilenen bir Türkolog olması.

Seyahatname-Drakula benzerlikleri haricinde, vampir sözcüğünün Türkçe dil grubu kökenli olabileceğine dair kabul gören teoriler ve Türk halk kültüründe vampir-benzeri-doğaüstü-varlıklara dair söylenceler de var, ancak bu başlı başına incelenmesi gereken teferruatlı bir mevzu, bu konuda yazılan kitaplar ve makaleler de var zaten. Kısacası, bu Türk kökeni iddiaları asılsız olmasa da iki kitap arasındaki belirsiz bağlantılar bunun kanıtı değil.

Yalnız Evliya Çelebi’nin bahsettiği “obur”lar değil, Osmanlı topraklarında çok sayıda değişik isimde folklorik vampir örneği olduğunu öğrendim çalışmanızdan. Folklorik vampirden ne anlamalıyız? Bu kategoriye giren vampirlerin belirleyici özellikleri nelerdir?

  • Folklorik vampir ya da vampir-benzeri-doğaüstü-varlıklar dediğimizde muğlak bir kavramdan bahsediyoruz, zira aynı coğrafyada bile düzinelerce farklı isim ve onlara ait yüzlerce farklı doğaüstü nitelik var.
  • Bu incelemede -tüm bu değişik isimler ve doğaüstü varlıklar karmaşası içinde- vampir yok etme metotlarını belirleyici unsur olarak kabul ettim. Eğer “kan içmek” ya da “gece yaratıklarına dönüşmek” gibi belirleyiciler esas alınırsa vampir mitinin kökeni daha farklı yerlere gidebilir.
  • Folklorik vampirlerin temel özelliği bağımsız bir canlı türü değil, mezardan çeşitli nedenlerle geri dönen sıradan ölü insanlar olmaları. Bu doğaüstü tehditle karşılaşan yerel halk da mezar kazıp cesedi çıkarmak, kazık saplamak, cesedin kafasını veya çeşitli organlarını kesmek, sonunda da yakmak gibi metotlarla tehlikeyi bertaraf etme yoluna gidiyor.

Bu doğaüstü varlıkların yaşadığına inanılan coğrafi sınırları çizebilir misiniz? O toprakların ortak bir özelliği, söylencelerin ortaya çıkışında ortak bir neden var mı?

Salim Fikret Kırgi’nin, kurgusal vampirin köklerinin “folklorik” boyutunu ele aldığı Osmanlı Vampirleri çalışması yayımlandığı günden beri çok konuşuluyor.
Salim Fikret Kırgi’nin, kurgusal vampirin köklerinin “folklorik” boyutunu ele aldığı Osmanlı Vampirleri çalışması yayımlandığı günden beri çok konuşuluyor.

Ege kıyıları ve adaları, Karadeniz kıyıları, Trakya, Balkanlar ve Orta Avrupa sayılabilir. Modern teorilere göre bu bölgede görülme nedenlerinden en önemlisi nemli iklim ve toprak yapısının cesedin çürümesini engellemesi. Yine aynı coğrafyada yaygın “ikinci defin” geleneği var, yani cesedin önce toprak yüzeyine yakın bırakılıp bir süre sonra asıl mezarına yerleştirilmesi. Dolayısıyla bozulmamış cesetlerin rüzgâr, hayvanlar vb. etkenlerle açığa çıkması olası.

Mezarlarında kanlı canlı bulunan cesetler, açıklanamayan paranormal aktivitelerden ve muhtemelen salgın hastalıklardan kaynaklanan ölümlerden sorumlu tutulmuşlar. Tabii tek neden bu olamaz; bölgedeki kadim inanışlar, toplumlar arasındaki etkileşimler ve dinî otoritelerin bu inanışı nispeten hoş gören yaklaşımları da etkili olmuş.

Ebussuud Efendi döneminde başlayıp sonrasında devam eden vampir fetvalarında ilkin cesede muamelede Müslim - gayrimüslim ayrımı var. Sonra şeyhülislamlar zaman zaman bunu da gözetmiyorlar. Cesede yapılan ayrıntıları okuyunca, bu fetvaların verilmesindeki sebep sadece halkın korkmuş olması değil, başka bir neden daha olmalı diye düşünüyor insan. Öyle değil mi?


Dracula ve Osmanlı elçileri
Dracula ve Osmanlı elçileri

Halkın korkularını yatıştırmak kesinlikle kaygılardan bir tanesi ama sizin de dediğiniz gibi tek kaygı olmaması muhtemel. Bölgede böyle bir inanış var ve yüzyıllar sonrasından bakıp kimin hangi samimiyet seviyesinde buna inandığını tespit etmek mümkün değil. Folklorik vampirliğin prensipte Hıristiyan inancı olarak tanımlandığı ortada, fakat bu istisnaların olmadığı anlamına gelmiyor. Bir de tüm din otoriteleri bu inanışı aynı hevesle kabul etmiyor, ceset yakanların cezalandırıldığı hatta yaşadıkları yerden sürüldüğü aksi örnekler de var.

Ebussuud Efendi özgül ağırlığıyla tartışmada farklı bir yerde duruyor kesinlikle, fakat unutmamak gerekir ki fetvaları verirken şeyhülislam değildi, öyle olsa daha ihtiyatlı davranırdı belki. Kitapta da haddimi aşmamaya çalışarak belirttiğim gibi bir de bağlantılı inanışlar var. İslam inancındaki kabir azabı olgusunun olayı tam olarak karşılamasa da en azından biraz anlaşılabilir kılmış olduğu düşünülebilir. Rum Ortodoks Kilisesi’nin bazı ileri gelenlerinin yaptığı gibi “günahlarından dolayı mezarda dirilip yaşayanlara fenalık yapmak” faaliyetinin ilahi bir cezalandırma olarak kabul edilip bir ölçüde araçsallaştırılmış olması da ihtimaller arasında.

Yine fetvalara baktığımızda mezarın tespiti için görevlendirilen “vampir avcısı” timler var. Bunlar neye göre seçiliyor? Avcıların özelliklerini ve mezarı nasıl tespit ettiklerini anlatır mısınız?

Vampir avcılığı mühim bir konu zira vampirci, cadıcı, cadı üstadı veya değişik adlarda bilinen bir meslek grubunun var olduğu ortada. Türkçe kaynaklarda bunlar hakkında farklı bilgiler var; mesela, Abdülaziz Bey önce hortlak/vampir yok etmeye mahir doğuştan çift cinsiyetli avcılardan, sonra da “ocaklı” denilen profesyonel avcı grubundan bahsediyor.

Seyahatname’de topluluğun ileri gelenlerinden oluşan, bu işi ücret karşılığı yapan obur-tanıtıcılar var. Yeniçeri cadılar skandalında yardım için çağrılan gayrimüslim avcı Nikola örneği var... Elbette -vampirler gibi- vampir avcılarının tarihi hususunda daha ayrıntılı çalışmalar, aynı coğrafyadaki gayrimüslim topluluklar hakkında yazılmış olanlar. Genel eğilim, toplumdaki marjinal, seçilmiş ve/veya işaretlenmiş kişilerin avcı olabildiği yönünde. Üzerinde plasentayla doğmak, uğursuz sayılan günlerde doğmak, gayrimeşru doğmak, çift cinsiyetli olmak, kızıl saçlı olmak gibi özellikler vampir avcısı olmanın ön koşullarından sayılabiliyor.

Bazı inanışlarda “Ortodoks olmamak” da vampir avcılığının olmazsa olmazlarından, dolayısıyla Müslüman avcılar tercih ediliyor. Vampir ne kadar öteki ise avcı da en az onun kadar öteki ki vampirin sadece hayallerde var olduğunu düşünürsek bu inanışın dünyevi sonuçlarının yükünü avcıların omuzladığını söyleyebiliriz. Bitmeyen korku filmi tadında yaşamlar...

Bu durum günümüz anlatılarında da rastladığımız bir nevi gelenek aslında, yalnızlığa mahkûm avcılar arasında aklıma ilk gelenler seçilmiş vampir avcısı Buffy ve iki topluluğa da ait ol(a)mayan yarı-vampir avcı Blade.

Osmanlı topraklarında vampir avlanırken aynı dönemlerde Batı’da da “Cadı Avı” yapılıyor, cadı olduğuna inanılan insanlar diri diri yakılıyordu. Cadı, vampir, kurt adam, gibi doğaüstü mitleri yaratıp onun varlığına inanmaya, “öteki” olanı suçlamaya insan neden ihtiyaç duymuş?

Bir taraftan da insanların dizginlenemez korku ve öfkelerini gidermek için birinci elden deneyimleyecekleri vahşet performanslarına ihtiyaç var; vampir imha ritüelleri veya cadı idamları halka ilahi adaletin sağlandığını göstererek onları sakinleştiriyor olmalı.
Bir taraftan da insanların dizginlenemez korku ve öfkelerini gidermek için birinci elden deneyimleyecekleri vahşet performanslarına ihtiyaç var; vampir imha ritüelleri veya cadı idamları halka ilahi adaletin sağlandığını göstererek onları sakinleştiriyor olmalı.

Bahsettiğiniz tüm örnekleri kapsayacak bir cevap vermek mümkün değil, her olayda farklı değişkenler var. Ama açıklanamayanın yarattığı tedirginlik ve nedeni belirsiz olaylarda suçlanacak biri arandığında topluluğun en güçsüz bireyini ya da yöredeki en zayıf azınlığı suçlama eğilimi ortak nedenler olabilir.

Bir taraftan da insanların dizginlenemez korku ve öfkelerini gidermek için birinci elden deneyimleyecekleri vahşet performanslarına ihtiyaç var; vampir imha ritüelleri veya cadı idamları halka ilahi adaletin sağlandığını göstererek onları sakinleştiriyor olmalı. Vampirin geçmiş yüzyıllarda “gerçek” bir tehdit olarak görüldüğünü özellikle belirtmemin nedeni de bu.

Vampir istilası altındaki köyde insanlar, besi hayvanları ölüyor; açıklanamayan olaylar gırla; korkudan geceleri uyumak mümkün değil; malın mülkün, sevdiklerin, çocukların hatta canın tehlikede. Bu belayı savuşturmanın en etkin yöntemi de birkaç mezar kazıp yapılması gerekeni yapmak, bence bugün bu inanışa burun kıvıran insanlar da hiç düşünmeden aynısını yaparlardı. Ben yapardım mesela.

Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra gazetelerde çıkan “vampire dönüşen yeniçeriler” ile ilgili sansasyonel haberler, sonrasında mezarlarının açılması için verilen fetvalar, görevlendirilen Usta Vampir Avcısı Nikola… Bütün bu olanlara bakıp vampirin politik metafor olarak da kullanıldığını söyleyebilir miyiz?

Bu haberin propaganda amaçlı olduğuna dair genel bir görüş var, buna ben de katılıyorum. Haberin ibretlik şekilde kamuya duyurulmasında elbette siyasi bir niyet vardı. Ama Osmanlı siyasi arenasında Batı’dakiyle kıyaslanabilir ölçüde bir vampir imgesi kullanımından bahsedilemez, fenomene yaklaşımları da ondan bahsederken güttükleri kaygılar da oldukça farklı zaten.

18. yüzyılda şiir başta olmak üzere edebiyata yansıyan folklorik vampir miti, 19. yüzyılla birlikte aristokrat vampire dönüşüyor. Günümüze gelene kadar da önce edebiyatta, sonra da sinemada değişerek üretilmeye devam ediyor. Bu değişimden bahseder misiniz?

Folklorik vampir gitgide kurgusal nitelikler kazanırken sınırları da keskinleşmiş. En büyük değişiklik, diğer isimler tarihin tozlu sayfalarına karışırken “vampir” teriminin ön plana çıkması ve tabii ki standart karakteristik olarak beliren “kan emme” unsuru...

Özellikle sinemadaki örneklerde vampirin anti-Hıristiyan olduğu vurgulanıyor, bu evrede güçlü görsel öğelerle desteklenerek bir bakıma “karanlıklar prensi” kimliği kazandığı, Hristiyanlıktaki şeytan figürüne yaklaştığı söylenebilir. Bu yorum bir ölçüde devam etmekle birlikte günümüz anlatılarında vampirlik kurumunu olumlayan sonsuz gençlik, güzellik, büyüleyicilik vb. kavramlar ön plana çıkmış durumda. Mevcut manzarada Anne Rice romanlarının etkisi göz ardı edilemez tabii ki...

Resmedilen vampirler dinin kendisinden bile yaşlılar, zaten zorunlu olarak insanlara tehdit de değiller. Sonsuz gençlik ve güzellikle ödüllendirilip ebedî yalnızlığa mahkûm edilmiş iyi vampirler ve kötü vampirler var. Vampir mitinin evrimiyle, toplumların değer yargılarının evrimi arasında paralellikler kurulabilir sanıyorum. Bugünün vampirleri olabildiğince “birey” ve anlatılar hiç olmadığı kadar endüstriyel.

Aydınlanma çağının filozofları Rousseau ve Voltaire’in, 19. yüzyılın önemli düşünürü Karl Marx’ın da zaman zaman vampir metaforunu kullandığını görüyoruz. Vampir figürü neden değişik platformlarda sıkça kullanılacak kadar seviliyor?

Halkın ilgi gösterdiği bir karakter olduktan sonra yeni sahalara sıçraması bir bakıma kaçınılmaz olmuş. Çok güzel çizilmiş bir figür, birçok açılımı olabiliyor. Aslında ölü olduğu hâlde başkalarının hayat enerjisini emerek canlı gibi davranmak eşsiz bir kötülük. Buna karanlık ve mezarlık fobilerini de eklediğinizde benzersiz bir korku timsali ortaya çıkıyor.

Günümüzden en dikkat çeken örnek, mesela bazı son dönem filmlerinde iyice insanlaşan vampirin Hıristiyanlığın koruyucusu rolüyle Avrupa’daki Müslüman işgaline direnen bir figüre dönüştürülmesi olabilir... Büyük bütçeli Drakula: Başlangıç filminde bu politik söylem öyle bir hâlde ki filmin finali Kont Drakula ve Fatih Sultan Mehmet arasındaki kılıç dövüşüyle yapılıyor. Nedense bu ilginç yorum Türkiye’de pek tepki çekmedi.

Kayda değer bir örnek olarak gösterdiğiniz 1953 yapımı Drakula İstanbul’da filminde Drakula’nın kurbanına kinayeli bir şekilde “Allah rahatlık versin” demesi bizim bu işlere korku değil de komedi temalı baktığımızı göstermez mi? Konuya hâkim bir isim olarak kullanılan edebiyat ve sinema dilini nasıl buluyorsunuz?

Hayır, bahsettiğimiz tamamen korku türünde üretilmiş bir film, herhangi bir komedi teması yok. Günümüzde vampir mitinin geldiği noktadan bakarak, altmış küsur sene önce çekilen Müslümanlaştırılmış Drakula öyküsünün kastedilenden farklı algılanabileceğini düşündüğümden o örneği verdim.

Yaratıcı çabaları sonsuz takdir etmek ve desteklemekle birlikte, ülkemizdeki mevcut vampir sineması ya da edebiyatı hakkında teknik ya da estetik değerlendirme yapmak mümkün değil. Yanlış anlaşılmak istemem, bazı nitelikli işler var elbette. Umarım öyküler, romanlar, filmler, diziler daha da fazlalaşır ve üzerine yorum yapabileceğimiz yerel kurgusal vampirlerimiz olur. Bunu asırlarca vampirlerle mücadele etmiş atalarımıza borçluyuz.