Paris’ten Stockholm’e, coğrafi psikolojik rahatsızlıklar

​Paris’ten Stockholm’e, Coğrafi Psikolojik Rahatsızlıklar
​Paris’ten Stockholm’e, Coğrafi Psikolojik Rahatsızlıklar

Gittiğiniz herhangi bir şehirde ünlü bir ressamın tablosu, mimari bir şaheser, ihtişamlı bir cami veya katedral karşısında bayılacak düzeyde hazza kapıldınız mı? Ya da filmlerde gördüğünüz hâlinden bambaşka şekliyle sizi karşılayan kentte uğradığınız hayal kırıklığı sonucu halüsinasyonlar görerek hastanelik oldunuz mu?

Ziyaret ettiğiniz şehrin ağır manevi atmosferi sizi tuhaf sanrılar içinde bıraktı mı? Cevap hayırsa Paris, Floransa ve Kudüs sendromlarına yakalanmayan “şanslı”lardansınız.

Sadece Stockholm versiyonunu bildiğimiz şehir sendromları, bazen turistik bir “afallama” bazen de sendroma ismini veren şehirde yaşanmış sıra dışı bir vaka neticesinde ortaya çıkan coğrafi psikolojik rahatsızlıklar olarak tanımlanıyor.

Paris sendromu

Paris sendromu, Paris’e gelen Japon turistlerin hayal kırıklığı, kültür ve dil farkı dolayısıyla yakalandıkları geçici bir psikolojik rahatsızlık. Sendrom ilk kez 1986 yılında Japon Profesör Hiroki Ota tarafından tanımlanıyor.

Daha çok kadınlarda görülen sendromun halüsinasyon görme, his değişikliği, baş dönmesi, bulantı, aşırı terleme, panik atak gibi bazı semptomları var. Japonya şok yaşayıp hasta olan vatandaşlarını yalnız bırakmayarak büyükelçiliğe ait 7/24 açık yardım hattı bile kurmuş. Bu ilginç hastalığın tedavisi şehre “au revoir” demek ve bir süre seyahate çıkmamak.

Hastalığa dünya genelinde en çok Japonların yakalanması tesadüf değil, bir nevi aşırı popüler kültür zehirlenmesi. Amélie, Jeux d’Enfants, Funny Face, La vie en Rose gibi romantik filmlerle özdeşleşen Paris, Japonlara göre, yansıtıldığı şekliyle yani, taş döşeli sokakları, ışıklı caddeleri, vitrinlerini renk renk makaronların süslediği butik kafeleri ve tüm cezbediciliği ile “romantik ve masalsı” tatil imkânı sunan bir “rüya şehri”. Albenili filmlerin oluşturduğu beklentiler ve gerçek (aşırı kalabalık, trafik, kötü servis, turistlerden bunalan Fransızların kabalığı vs.) arasındaki zıtlık Paris sendromunu 80’li yıllarda literatüre kazandırmış.

“Aydınlandırıcı” şehir olarak Kudüs

Gittikleri şehirlerde benzersiz deneyimler için duydukları arzunun tesiri altında kalan turistler kimi zaman beklenti fazlalığı sonucu kimi zaman da yurtlarından bambaşka bir dünyanın, uhrevi bir atmosferin içinde kendilerini bulduklarından bazı şehir sendromlarına yakalanıyorlar. Kudüs sendromu da şehir sendromlarının en yaygın olanlarından. Bu sendrom, turistin manevi ortamdan etkilenerek dinî halüsinasyonlar görmesi, dinsel temalı saplantılı düşüncelere kapılarak kendisini peygamber veya mesih ilan etmesi gibi durumlar ortaya çıkarabiliyor.

İlk kez 1930’lu yıllarda Psikiyatrist Heinz Herman tarafından tanımlanan hastalığın üç tipi var. İlk tip, Kudüs’e gelerek yarım kalmış bir misyonu tamamladığını, yüce bir görevle kutsandığını (!) düşünen kişilerin kendilerini mesih ya da peygamber ilan etmesi şeklinde görülüyor. İkinci tipte ise kişi “aydınlandığını” düşünerek bazı sanrılar görmeye başlıyor. Üçüncü formda da birincisine benzer şekilde kişi “seçilmiş” biri olduğuna inanarak ömrünü “dinine adamaya” karar veriyor. Kişilerde psikolojik etkilerinin yanında sürekli beyaz giyinme, kişisel temizliğine aşırı önem verme (saç, tırnak kesme takıntısı, vücutta yaralara yol açacak aşırı temizlik) gibi belirtiler de görülüyor. Bu sendrom Müslümanlar ve Hıristiyanlar için hac vazifesinin gerçekleştirildiği Mekke ve Roma gibi şehirlerde de ortaya çıkabiliyor.

Bir sanat zehirlenmesi

Dinsel temalı şehir sendromlarının yanı sıra aşırı doz sanatın yol açtığı Floransa sendromu da özellikle sanatsever turistlerin muzdarip olduğu bir başka psikolojik rahatsızlık. Floransa, Stendhal veya sanat zehirlenmesi olarak bilinen bu sendrom daha çok İtalyan rönesansının başkenti Floransa’yı ziyarete gelenlerde görülüyor.

Marie-Henri Beyle
Marie-Henri Beyle

Stendhal mahlasıyla yazan Fransız yazar Marie-Henri Beyle, 1817’de Floransa’yı ziyareti esnasında Michelangelo, Machiavelli ve Galileo Galilei’nin mezarlarının bulunduğu Santa Croce Bazilikası’nı gezerek, Giotto’nun freskleriyle süslü bazilikası karşısında büyüleniyor ve ziyareti esnasında kalp çarpıntısı, hâlsizlik hislerini yaşadığını yazıyor. En çok Floransa’da rastlanan sendrom bu yüzden Stendhal veya Floransa sendromu olarak anılıyor.

Stockholm sendromu ve türevleri

Şehir sendromları arasında en çok bilineni, hem günlük söylemlerde hem de filmlerde sıklıkla karşımıza çıkan Stockholm sendromu.

Bilindiği üzere Stockholm sendromu bireyin kendisini esir alan kişi ya da kişilere karşı duyduğu sevgi, sempati, sadakat gibi olumlu duygular anlamına geliyor. Sendrom, 1973 tarihinde 32 yaşındaki Jan-Erik Olsson’un bir bankada esir aldığı 4 kişi ile ortaya çıktı. 6 gün süren kurtarma operasyonunda polise karşı direnen rehineler daha sonra Olsson’un yargılanmasını istememiş hatta soyguncunun savunması için aralarında para dahi toplamışlardı.

Stockholm sendromu, daha sonraki yıllarda tam zıddını oluşturan iki sendromu daha katmış psikolojik rahatsızlıklar listesine: Lima ve Londra sendromu.

Rehinenin, kendisini esir alan kişilere karşı öfkeli ve saldırgan bir tutumla yaklaşması Londra sendromu olarak anılıyor.

Sendrom, 1980 yılında Londra’da İran Büyükelçiliği kuşatmasında Abbas Lavasani adlı bir rehinenin kendisini esir alan kişiyle iş birliğini reddetmesi, tartışması ve olayların sonunda öldürülmesi ile ortaya çıktı.

Lima sendromunda da esir alan kişi rehinesine karşı sempati duyuyor. Sendrom Peru’nun başkenti Lima’da 1996 yılında Japon Büyükelçiliği’ne düzenlenen baskın sonrası anılmaya başlanıyor. Baskında rehineleri öldüreceklerine kesin gözüyle bakılan teröristler insafa gelerek (!) rehinelerin hiçbirini öldürmüyor.

Göç uykusu

Şehirlerle birlikte anılan sendromların en esrarengizi Uppgivenhets sendromu. Resignation sendromu olarak da bilinen sendrom dünyada sadece İsveç’te görülüyor. Ülkenin en esrarlı hastalığı olan bu sendroma yakalanan kişiler zoraki göç sonucu travma yaşayan göçmenler.

Sovyet ve Yugoslavya ülkelerinden gelerek İsveç’e yerleşen göçmenler, aileleri sınır dışı edilmekle tehdit edildiği zaman bu sendroma yakalanarak bir tür bitkisel hayata giriyor. Kişi derin bir uykuya dalarak günlerce hatta aylarca uyanamıyor. Göçmenleri derin uykudan uyandırabilecek tek ilaç ise oturum kararı.

Farklı beklentiler, duygusal karmaşa, kültür çatışması ile ortaya çıkabilen ya da geçmişte yaşanmış türüne az rastlanır asayiş olayları neticesinde isimlendirilen şehir sendromlarını okurken, “Bizim de bir sendromumuz olsaydı nasıl olurdu?” sorusu aklınıza gelmiştir mutlaka. Paris, Floransa ve Kudüs sendromlarının benzerlerini veyahut da hepsini aynı anda yaşatacak potansiyele sahip İstanbul’un sendromu değil, sendromları olabilirdi belki de...