Saçlara örgü, yüreklere kardeşlik

​Saçlara örgü, yüreklere kardeşlik
​Saçlara örgü, yüreklere kardeşlik

Bir sosyal medya hareketi olan Human Movie Team, İnsani Yardım Vakfı (İHH) ve çocuklar için iyilik hareketi For Children işbirliğiyle Suriye’nin Halep şehrinde bulunan Azez bölgesindeki kamplarda yaşayan çoğu yetim 6-13 yaş aralığında kız çocuklarının saçlarını kesip bakım yapmak üzere İstanbul’dan yola çıktık. “Saçlara Örgü, Yüreklere Kardeşlik” ismini verdiğimiz proje ile amacımız iki binin üzerindeki kız çocuğuna aynadaki yansımalarının gerçekte ne kadar güzel olduğunu hatırlatmaktı.

Savaş sebebiyle mesleğini yapamayan Suriyeli kuaförler ve Türkiye’den gelen gönüllü kuaförlerle birlikte üç gün boyunca Siccu, Şemmarin ve Reyyan olmak üzere üç farklı kampı ziyaret ettik.
Savaş sebebiyle mesleğini yapamayan Suriyeli kuaförler ve Türkiye’den gelen gönüllü kuaförlerle birlikte üç gün boyunca Siccu, Şemmarin ve Reyyan olmak üzere üç farklı kampı ziyaret ettik.

Bir sosyal medya hareketi olan Human Movie Team, İnsani Yardım Vakfı (İHH) ve çocuklar için iyilik hareketi For Children işbirliğiyle Suriye’nin Halep şehrinde bulunan Azez bölgesindeki kamplarda yaşayan çoğu yetim 6-13 yaş aralığında kız çocuklarının saçlarını kesip bakım yapmak üzere İstanbul’dan yola çıktık. “Saçlara Örgü, Yüreklere Kardeşlik” ismini verdiğimiz proje ile amacımız iki binin üzerindeki kız çocuğuna aynadaki yansımalarının gerçekte ne kadar güzel olduğunu hatırlatmaktı.

Savaş sebebiyle mesleğini yapamayan Suriyeli kuaförler ve Türkiye’den gelen gönüllü kuaförlerle birlikte üç gün boyunca Siccu, Şemmarin ve Reyyan olmak üzere üç farklı kampı ziyaret ettik. İlkini 2018 yılında gerçekleştirdiğimiz projenin çocuklarda pozitif etkiler bırakması ve bu yönde olumlu geri dönüşler almamız ikincisini düzenlememiz için bizi motive etti.


Aslında çok basit görünen bu etkinliğin çocukların ilgisini böylesine çekeceğini ilk başta düşünmemiştik. Oysa bir kız çocuğunun saçlarıyla oynanması ve ilgilenilmesinin onu ne kadar özel hissettirdiğini bizler kendi çocukluğumuzda zaten tecrübe etmiştik.

  • Fakat aracımızı görür görmez peşimizde konvoy oluşturan çocukların heyecanı ve araçtan indiğimizde etrafımızı saran cıvıl cıvıl “Ehlen!” sesleri savaşın ve mağduriyetin ortasında kalmış bu çocuklar için yapılan ufacık bir dokunuşun bile sandığımızdan daha fazla önem taşıdığını bize tekrar hatırlattı.

Kamp hayatı dışında başka herhangi bir yaşam şeklinin hayalini dahi kuramayan çoğu “doğuştan mülteci” bu çocukların gözünde ilgi, şefkat ve içten bir tebessüm paha biçilemez bir mutluluktu.

Bu mutluluğa vesile olmak bizi neşelendirse de üç günlük ziyaretimizde karşılaştığımız tüm çocuklarda aynı sevinç ve heyecanı görememek, hatta bazı çocukların oldukça hüzünlü ve ümitsiz olması bizi bir o kadar da üzmüştü. Etkinliğimiz bu zıt duygu geçişleri arasında devam ederken hepimiz “Bu çocukları nasıl mutlu edebiliriz, onları bir kerecik olsun nasıl güldürebiliriz?” sorularının cevabını arıyorduk.

Doğuştan mülteci çocuklar

Bir yabancı dilde ilk öğrendiğimiz sorulardan biridir: Nasılsın? Bu soru tüm zamanların değişmeyen sorusudur ve sorunun cevabı tektir: İyiyim. Belki de doğduklarından beri kamplarda yaşayan bu çocuklara, nasıl olduklarını mahcubiyetle sorarken aldığım cevap “Elhamdülillah”tan başkası değildi. Kısacık ömürlerine kim bilir ne zorluklar sığdıran miniklerin bu cevabı bizi fabrika ayarlarımıza döndürmeye yetmeli değil miydi?

Hadi yabancı dilimizin bu aşamada bizi yarı yolda bıraktığını varsayalım; çocukların bakışları cevabın gizli öznesiydi ve en azından onları anlamak için herhangi bir dil bilmek gerekmiyordu.

  • Doğar doğmaz kendilerini bir yaşam mücadelesinin içinde bulan bu çocukların tüm duyguları, yorgun, gölgeli ve çekingen bakışlarına mühürlenmişti: “Bırakalım, gözlerimiz konuşsun” derler ya hani, işte öyle. Zaten konuşsalar dinleyecek pek kimseleri yoktu, muhatapsızlığa alıştıklarından öyle kolay kolay sesleri de çıkmıyordu. İsimlerini söylerken bile bu soruyla ilk kez karşılaşmış gibi çekiniyorlardı.

Çocuktur, elbette çekingen olabilir ama yapacağımız bir iki minik hareketle kolaylıkla yüzlerinde güller açar. En azından kampa gitmeden bunun böyle olacağını tahmin etmiştik ancak üzülerek söylemeliyim ki yanıldık. Etkinliğin ilk gününde bazı çocukları gülümsetmeyi bile başaramadık. Hüzün gözlerinin içine öylesine yerleşmişti ki bir türlü onu kımıldatıp yerine neşeyi koyamadık.

  • Yaşadıkları ve belirsiz gelecekleri kolay kolay akıllarından çıkmıyor gibiydi. Hayallerini sorduğumuzda mahcup bir gülüşle “Bir hayalim yok” cevabını vermeleri belki de onların minik bedenlerindeki yorgunluk ve yılgınlığın bir tezahürüydü. Kendi çocukluklarını kucaklarındaki çocukların gölgesinde büyüten bu kızlar, oyuncak bebeklerinin yerine kardeşlerinin saçlarını tarıyor, bez bebeklerini değil kardeşlerini sallayarak uyutuyorlardı. Diğer çocukların sahip olduğu seçeneklere sahip değildi onlar.

Bulduklarını yemek ve verileni giymeye alışkın bu çocukların ilk kez saçlarına takılacak tokayı seçmeleri istendiğinde, çekingen elleriyle işaret ettikleri tokaları saçlarında görmek belki de bu yüzden kocaman bir gülümseme oluşturuyordu yüzlerinde.

Dünyayı keşfetmek ve yeni hikâyeler bulmak için seyahat ederiz ya, şimdiye kadar hiçbir sınır geçişinde böylesine başka bir dünyayla karşılaşmamıştım. Öncüpınar kapısından geçtiğimiz andan itibaren sanki farklı zaman dilimindeki bir film setine girmiş gibi hissettim.

Komşumuzun tozlu bir hiçliğe bulandığını görmek yaşadığımız hayatların hangisinin gerçek hangisinin film olduğunu sorgulattı. Günlük hayatımdaki telaşların neredeyse hiçbirinin bu sette karşılığı yoktu. Öyle ki dünyanın başka yerlerindeki çocukların sıradan hayalleri bile bu kamplara uğramamıştı. “Kampta neyin değişmesini isterdin?” sorusuna bir çocuk “yerlerin beton olması” cevabını veriyorsa eğer, sözü daha fazla uzatmamıza gerek kalmamıştır.