Sayılarla Türkiye’de inanç ve dindarlık araştırmasına vahiy temelli bir değerlendirme

“Türkiye İnanç ve Dindarlık Araştırması (TİDA)” olarak Mart 2023’te kamuoyuna sunulan raporun bazı başlıklarını vahiy temelli din açısından değerlendireceğim.
“Türkiye İnanç ve Dindarlık Araştırması (TİDA)” olarak Mart 2023’te kamuoyuna sunulan raporun bazı başlıklarını vahiy temelli din açısından değerlendireceğim.

Bu yazıda 2018 yılında akademik müzakerelerine başlanan, Aralık 2021 ve Mayıs 2022 tarihleri arasında saha araştırmasıyla devam eden “Türkiye İnanç ve Dindarlık Araştırması (TİDA)” olarak Mart 2023’te kamuoyuna sunulan raporun bazı başlıklarını vahiy temelli din açısından değerlendireceğim.

Allah inancı

Araştırma, Allah inancını öğrenmek anlamında detaylı sorularla cevap almak istemiştir.
Araştırma, Allah inancını öğrenmek anlamında detaylı sorularla cevap almak istemiştir.

Dinin en temel argümanı imandır. Bu anlamda dindarlık araştırması kapsamında en temel sorulardan biri Allah inancıdır. Araştırma, Allah inancını öğrenmek anlamında detaylı sorularla cevap almak istemiştir. Bu bağlamda “Allah inancım yok” diyen/ ateistler %1,5, “Allah’ın var olup olmadığını bilmiyorum ve bunu bilmenin bir yolu olduğuna inanmıyorum/agnostisizm” %2,5, “Allah’a inanmıyorum ama bence doğaüstü bir güç var/Deizm” %1.7, “Bazı şüphelerim olmakla birlikte Allah’a inandığımı hissediyorum” %8.6 ve “Allah’ın var olduğunu biliyorum ve bu konuda hiçbir şüphem yok” %85,7 şeklinde bulunmuştur.

Meseleye cinsiyet açısından bakıldığında kadın ve erkek -her ikisi için de %94- Allah’a inandıklarını söylemişlerdir. Müslüman toplumlarda ilahi ve vahiy temelli olan inancın deistler tarafından tabiatüstü güçlere tahvil edilmesi sekülerleşmede önemli bir eşiktir. Rakamsal değerlere bakıldığında Allah’a inanma, kadın, erkek, eğitim ve yaş durumlarına göre de yüksek çıkmıştır. Bununla birlikte toplumumuzda inanmayan veya vahiy temelli inanmadan sapma durumları az da olsa bulunmaktadır. Bunların özellikle genç nüfusta olması, gençlerin karakteristik özelliklerinden olan muhalif duruşları yanında, bilgilenme süreçleri ve imkânlarının henüz yeterli olmadığı da düşünülebilir. Bu durum konuyla ilgili yöntem geliştirmede önemli bir imkân olabilir diye düşünüyorum.

İnanç boyutları

Araştırmada meleklere inananlar %89 çıkmıştır. Katılımcıların neredeyse tamamı %89 meleklere inandığını belirtmişlerdir. İnanmayanlar %6 çekimser ise %5’tir.
Araştırmada meleklere inananlar %89 çıkmıştır. Katılımcıların neredeyse tamamı %89 meleklere inandığını belirtmişlerdir. İnanmayanlar %6 çekimser ise %5’tir.

Bu başlıkta melek, cin, nazar, burç, karma şıkları değerlendirilmeye alınacaktır. Burada dikkatimizi çeken vahiy temelli iman cüzlerinden olan meleklere inanma ve Kuran-ı Kerim’de geçen cinlerle birlikte bu referansın fazlasıyla dışında kalan nazar, burç, karma vs başlıkları görmek olmuştur. Bunun nedeni tam olarak anlaşılamamakla birlikte yaklaşımı melek algısında vahiy temelinden bir kayma olduğu veya diğer dinlerdeki ikonvari algının daha baskın olduğu mu kastedilmektedir? Ayrıca vahiy temelli din açısından bakıldığında melek ve cinlerin Allah’a inanma şıkkında olması daha sağlıklı bir yaklaşım olacaktır. Araştırmada meleklere inananlar %89 çıkmıştır. Katılımcıların neredeyse tamamı %89 meleklere inandığını belirtmişlerdir. İnanmayanlar %6 çekimser ise %5’tir. Cinsiyet açısından bakıldığında kadın katılımcıların %92’si meleklere inanırken erkeklerde bu oran %87’dir. Cinlere inanma tüm yaş gruplarında %68, inanmayan %20’dir. Bu oran Allah’a inananlarla %93 birlikte düşünüldüğünde vahiy temelli inanmanın cüzlerinde de bir sıkıntı olmadığı görülmektedir. Mucizeleri de bu bağlamda değerlendirebiliriz. İmanın cüzlerinden olmamakla birlikte vahiy temelli dinlerde bulunması mucizeleri bu başlık altında değerlendirmeye uygun hâle getirmektedir. Hz. Peygamber’in inanmayanlara meydan okuması olarak kabul edilen mucizelere inanan %68, inanmayan %17’dir.

Nazar

TİDA araştırmasında katılımcıların %80’i nazara inanırken, %10’u inanmamakta, %10 ise çekimser kalmaktadır.
TİDA araştırmasında katılımcıların %80’i nazara inanırken, %10’u inanmamakta, %10 ise çekimser kalmaktadır.

Kalem Suresi 68/51’de, Kur’an’ı işiten inkârcıların onun derin anlam ve belâgatını ve Hz. Peygamber’in bu şerefe nâil oluşunu kıskandıkları haber verilerek, “Nerdeyse gözleriyle seni yere yıkıp öldürecekler.” denilmektedir. Elmalılı Muhammed Hamdi de gözlerin karşısındakine bakışına göre iyi veya kötü bir etkisinin olacağını, bazısının elektrik gibi dokunup çarpacağını, manyetize edeceğini, bir kısmının ise hasedinden tuzaklar kurmaya kalkışacağını ve hedefine ulaştığında göz değmesinin gerçekleşeceğini söylemektedir. (Hak Dini, VIII, 5305). TİDA araştırmasında katılımcıların %80’i nazara inanırken, %10’u inanmamakta, %10 ise çekimser kalmaktadır. Dinî açıdan nazara inanmadan çok bundan kurtulma yollarında tercih ettiğimiz yöntemler önemlidir.Hz. Peygamber (sav)’in nazardan korunmak konusunda Felâk ve Nâs surelerini okumayı tavsiye ettiği kabul edilirken kurşun dökme, çeşitli hayvanların resim veya kemiklerini kullanma ise İslâm dışı gelenek ve uygulamalar olarak görülmektedir. Bu anlamda Allah’a dayanma yerine bazı şeylere sığınma dinî anlamda onaylanmamaktadır.

Burçlar

Katılımcıların %27’si burçlara inanırken, neredeyse yarısı %48 inanmamaktadır. Kadınlar ve erkeklerde inanma %20, yaş gruplarında 18-24 yaş grubu arasında inanan %35, 65 ve üstü yaş grubunda ise %15’tir.
Katılımcıların %27’si burçlara inanırken, neredeyse yarısı %48 inanmamaktadır. Kadınlar ve erkeklerde inanma %20, yaş gruplarında 18-24 yaş grubu arasında inanan %35, 65 ve üstü yaş grubunda ise %15’tir.

Eski kavimlerde burçların yılın belli dönemlerinde sabit bir yörünge boyunca hareket ettiğine ve bu hareketlerinin yeryüzündeki hayatı etkilediğine inanılırdı. Bu inanma gök cisimleriyle ilişki kurma çabasını doğurmuş ve sonucunda birçok kehanet formülleri geliştirilmiştir. İslam inancında burçların veya halk tabiriyle yıldızların insan üzerindeki etkisine inanmak, İslâm’ın ilâhî iradeye atfettiği mutlak hâkimiyet prensibiyle çatışmakta, tevhit akidesiyle de bağdaşmamaktadır. Yıldızlara bakarak geleceği bilme iddiası İslam inancına aykırıdır.

Sonuçları bu açıdan değerlendirdiğimizde katılımcıların %27’si burçlara inanırken, neredeyse yarısı %48 inanmamaktadır. Kadınlar ve erkeklerde inanma %20, yaş gruplarında 18-24 yaş grubu arasında inanan %35, 65 ve üstü yaş grubunda ise %15’tir.

Üniversite öğrencilerinde inanan ise %36’dır. İnanmayanların fark edilir oranda çokluğu vahiy temelli inanmayı desteklemekle birlikte üniversite öğrencilerinde yükselen oran, eğitim ve eğitim mekânlarında dinî öğrenme ve uygulama açısından sağlıklı, doğru ilişki kurma imkânlarında yaşanan sıkıntıları açığa çıkarmaktadır diyebiliriz.

Bir başka açıdan ise genç, eğitimli şehirli nüfus vahiy temelli inanmada yaşadığı eksiklik, anlam kaybıyla fal, burç, uğur/uğursuzluk gibi alanlara yönelmektedir diyebiliriz.

Karma

Bu inanma biçimi vahiy temelli değildir. Araştırmada kurumsal dinle ilişkisi olmayan şeklinde tanımlanan bu inanma biçiminden kastedilen Uzak Doğu dinleri mi yoksa başka bir inanma mı anlaşılmamaktadır. Bununla birlikte karmaya inanan %28 inanmayan %51’dir. 18-14 yaşta inanan %37, en büyük yaş grubunda %18, üniversite öğrencileri %40’dır. Vahiy temelli dinin zıddı olan bu inanma biçiminin genç, eğitimli ve şehirli nüfusta artması, gelecek açısından ciddi bir problemdir. Bu durumda vahiy temelli inanmayı anlatma ve aktarmada yeni ve gelişen teknoloji imkânlarından yararlanmak ve gençlerin de dahil olduğu pozisyonları oluşturmak önemli olabilir diyebiliriz.

Kadın-din ilişkisi

TİDA araştırmasında kadınların dinî davranma biçimlerini açığa çıkartan sorular da bulunmaktadır. Burada dinî pratiklerden olan başörtüsü kullanma sıklığını ele alınacaktır. Sorularda evde ve dışarıda seçenekleri de bulunmaktadır. Araştırma bulgularına göre Türkiye’de yaşayan 18 yaş üstü kadınların %73 diğer bir deyişle dörtte üçü herhangi bir şekilde başörtüsü takmaktadır. Geriye kalan %27 ise kullanmamaktadır.

Kadınların başörtüsü takması vahiy temelli dinlerde farzdır. Din açısından başörtüsü ev veya dışarısı şeklinde konumlandırmakdan çok, yabancı erkeklerin görmesine bağlanmıştır. Bu anlamda ev içinde yabancı erkeklerin olması durumu da kadının başörtüsü takmasını gerektirir. Bununla birlikte yaşı büyük kesimin çoğu evde de başörtüsü takmaktadır.

Kadınların %73 oranında başörtüsü takması vahiy temelli din-kadın ilişkisinin olumlu anlamda seyrettiğini ve Allah inancı skalasıyla da doğru orantılı olduğunu göstermektedir diyebiliriz. Takmayan %27 ise inanmayanlar veya inandığı halde yerine getirmeyen genç eğitimli nüfusu göstermektedir diyebiliriz.

Türkiye’de yaşayan 18 yaş üstü kadınların %73 diğer bir deyişle dörtte üçü herhangi bir şekilde başörtüsü takmaktadır. Geriye kalan %27 ise kullanmamaktadır.
Türkiye’de yaşayan 18 yaş üstü kadınların %73 diğer bir deyişle dörtte üçü herhangi bir şekilde başörtüsü takmaktadır. Geriye kalan %27 ise kullanmamaktadır.

Kadının ibadet ederken özellikle namaz kılarken başörtüsü takması vahiy temelli dinin uygulama pratiğini gösteren Hz. Peygamber (sav)’e dayanmaktadır. Araştırma bulgularına göre kadınların %69’u ibadet ederken başörtüsü takmakta ve fakat %30 takmamaktadır. Eğitim açısından bakıldığında okur yazar olmayan kadınların tamamı %100 ibadet ederken başörtüsü takmakta, ilkokul mezunlarında %93, lise mezunlarında %72, üniversite öğrencilerinde %57 ve yüksek lisans veya doktora mezunlarında %37 bulunmuştur. Dolayısıyla kurumsal eğitimle, ibadetlere dair sünnet temelli uygulama olumsuz anlamda bir seyir izlemektedir.

İbadet ederken başörtüsü takmayan kadınların %30 olması yüksek bir orandır. Burada dinin referans kaynağı olmaktan çıkartılarak, birey bazlı konumlandırılma esas alınmaktadır diyebiliriz. Bu da sekülerleşmede önemli bir göstergedir.

Mesele sadece nasip değil, nasibi hakkıyla gerçekleştirmek... Buna benzer bir uygulamayı, Cuma saatinde camide olduğu hâlde “Kadın Cuma kılmaz!” geleneksel algısıyla cemaate dahil olmayıp namaz kılmayan kadınlar için de söyleyebiliriz.
Mesele sadece nasip değil, nasibi hakkıyla gerçekleştirmek... Buna benzer bir uygulamayı, Cuma saatinde camide olduğu hâlde “Kadın Cuma kılmaz!” geleneksel algısıyla cemaate dahil olmayıp namaz kılmayan kadınlar için de söyleyebiliriz.

Burada buna dair bir anımı paylaşmak istiyorum: 2014 yılında Cuma namazı için Sultanahmet Camii’ndeydik. Başı açık ve fakat yerlere kadar uzun kıyafetiyle genç bir kız safları yara yara öne geçiyordu. Önde kendine bir yer buldu ve o andan itibaren teyzeler kıza başörtüsü ikramı için teyakkuza geçti. Namaz başlayana kadar sürdü bu tavsiyeler ve fakat genç kız başını örtmeden namaza durdu. O an “Allah nasip ediyor ama onu layıkıyla yerine getiremiyor, nasibimizi eksiltiyoruz.” diye düşündüm. Bu hepimiz için geçerli. Demek ki mesele sadece nasip değil, nasibi hakkıyla gerçekleştirmek... Buna benzer bir uygulamayı, Cuma saatinde camide olduğu hâlde “Kadın Cuma kılmaz!” geleneksel algısıyla cemaate dahil olmayıp namaz kılmayan kadınlar için de söyleyebiliriz.

Başörtüsü takmayı olumsuz anlamda etkileyen bir durum da şehir ve şehrin mekânlarıdır. Şehirde eğitim ve çalışma hayatıyla daha çok dış mekânda bulunan kadın başörtüsünden dolayı karşılaştığı olumsuz tutum ve davranışlardan etkilenmekte, onlarla mücadeleye girmekten yorulmakta ve her daim kendini ifade etme zorunluluğuna tabi tutulmanın yarattığı psikolojik travmatik tutum karşısında başörtüsünü açabilmektedir. Bu durum şehir ve şehrin mekânlarında bir diğer ifadeyle şehirli zihniyette, dinin referans olduğu algısında azalmayı desteklemektedir. İş, eş, arkadaş vs birçok sosyal ortamda sıkıntı yaşayan eğitimli kadın, çözüm olarak başörtüsünü açmayı tercih edebildiği söylennebilir.

Hâkim savcılık üzerinden yapılan soruşturmada başörtülü kadınların hâkimlik veya savcılık yapabileceğini kabul edenler %85, katılmayanlar %7, çekimser ise %7 çıkmıştır.
Hâkim savcılık üzerinden yapılan soruşturmada başörtülü kadınların hâkimlik veya savcılık yapabileceğini kabul edenler %85, katılmayanlar %7, çekimser ise %7 çıkmıştır.

Araştırmada ortaya çıkan sonuçlardan biri de toplumda, kamuda, çalışma hayatında başörtülü kadın sorunu olmadığıdır. Hâkim savcılık üzerinden yapılan soruşturmada başörtülü kadınların hâkimlik veya savcılık yapabileceğini kabul edenler %85, katılmayanlar %7, çekimser ise %7 çıkmıştır. Dolayısıyla ülke genelinde başörtülü kadınların kamu görevlerinde çalışabileceğine dair bir uzlaşı söz konusudur. Bu anlamda gündeme taşınan ve siyaset üzerinde tahvil edilen başörtüsüne dair sorun bazlı değerlendirmelerin kamuoyunda bir zemini bulunmadığını gösterdiği söylenebilir. Bu durum da suni gündem ve siyasi jargonda taraftar kimliğini koruma güdüsüyle hareket edildiğini göstermektedir. Bu bağlamda ülke insanının önemli bir kesimi hem rahatsız hem de mağdur edilmektedir diyebiliriz.

Bu sonuçların bir benzeri “Başörtüsü siyasi bir sembol müdür?” sorusunda ortaya çıkmıştır. Buna katılmayanlar (%76) iken katılanlar (%17)’dir. Sonuç olarak toplumsal alanda vahiy temelli dindar kimlikle var olma biçimi farklı nüanslarla seyretmektedir.

Allah’a inanmada oldukça yüksek bir performans sergileyen ülke insanımız, inancın uygulama biçimi olarak da düşüneceğimiz, ibadet etmede farklılıklar göstermektedir. Bu farklılık yaş, eğitim ve şehirli olma durumlarına göre de değişmektedir.

Son tahlilde bulgular genel anlamda değerlendirildiğinde dindarlara düşen modern-şehirli dünyada vahiy temelli inanma ve ibadet etmeyi gerçekleştirmek için çalışmak olsa gerek.

1. Burçların insan üzerine yaptığı etki hakkında en ayrıntılı bilgiler Mezopotamya ve özellikle Asur geleneğini takip eden Yahudi-İbrânî literatüründe görülür: TDV İslâm Ansiklopedisi, C, 6, s.424-426.