Seph Lawless’ın objektifinden Amerika otopsisi: Bir Ulusun Ölümü
Foto-Muhabiri Seph Lawless, Amerika Birleşik Devletleri'nin hiç bilmediğimiz yüzünü gösteriyor. Fotoğraflarını yayımladığı Amerika Otopsisi: Bir Ulusun Ölümü (Autopsy of America: The Death of a Nation) kitabında sanki film sahnelerindeki kıyamet senaryolarıyla karşılaşıyoruz. Fakat hepsi gerçek birer kare: Terk edilmiş okullar, fabrikalar, alışveriş merkezleri, eğlence parkları, tiyatrolar, hastaneler, spor sahaları, evler, hatta kasabalar... Lawless ile fotoğraflarının hikâyelerini, aktivizmini, doğal olarak biraz da Amerika’yı konuştuk.
Foto-Muhabiri Seph Lawless, Amerika Birleşik Devletleri'nin hiç bilmediğimiz yüzünü gösteriyor. Fotoğraflarını yayımladığı Amerika Otopsisi: Bir Ulusun Ölümü (Autopsy of America: The Death of a Nation)kitabında sanki film sahnelerindeki kıyamet senaryolarıyla karşılaşıyoruz.
Fakat hepsi gerçek birer kare: Terk edilmiş okullar, fabrikalar, alışveriş merkezleri, eğlence parkları, tiyatrolar, hastaneler, spor sahaları, evler, hatta kasabalar...
Lawless ile fotoğraflarının hikâyelerini, aktivizmini, doğal olarak biraz da Amerika’yı konuştuk.
Sizin objektifinize yansıyanlar izlediğim Hollywood filmlerinden çok farklı. Etkileyici ama aynı zamanda ürkütücü! Bir röportajınızda şöyle diyorsunuz: “Banliyö evlerinin ve akıllı telefonlarının rahatlığı içindeki Amerikalıların, aslında ülkelerinde ne olduğunu görmelerini istiyorum.” Gerçekte ne oluyor ülkenizde, bize göstermek istediğiniz nedir?
Amerikalı olmaktan gurur duyuyorum ama her zaman değil. Bazen kelimeler yeterli olmaz, zaten bu yüzden fotoğraf çekmeye başladım. Fotoğraflarım ülkemin kırılgan yanını anlatıyor. Onlar üzerinden, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük ekonomik makinesi olan Amerika’nın sonunun başlangıcını göstermek istiyorum.
Sonun başlangıcı! Amerika’nın dış politikalarından rahatsızlığınızı ifade ederken de sanatın savaşmak için bir silah olduğunu ve bunun sanatçıların sorumluluğu olduğunu söylüyorsunuz. Fotoğraflarınız ister istemez savaşların yok ettiği ülkeleri de hatırlatıyor. İçinizdeki aktivist bunu bilinçli tercih etti diyebilir miyiz?
Birçok bakımdan zaten bir savaş enkazı fotoğraflıyorum, diyebiliriz. Benim fotoğraflarım, ismine Amerika dediğimiz kocaman bir savaş alanında çekiliyor. Bombalarla değil fakat hırsla paramparça edilmiş bir coğrafyada! Amerika Birleşik Devletleri hükümeti, güçlü araçlarla ciddi bir propaganda yaparak, Amerika’nın dünyanın ahlaki otoritesi olduğu gibi bir yalanı yayıyor. Hâlbuki öyle değil! Ülkem, haksız bir şekilde, emperyalist usuller kullanarak ve “Bizim yolumuz en iyisi!” gibi bir yalanla başka ülkelere giriyor.
Fotoğraflarınız bizi Amerika’nın unutulmuş bölgelerindeki insanların varlığından da haberdar ediyor. Onların hikâyelerinde sizi en çok ne etkiledi?
Bu iş benim için psikolojik olarak zor olabiliyor aslında. Çünkü ülkemin, bundan çok daha iyisini yapabileceğini, buna imkânı olduğunu iyi biliyorum.
Bunun sonuçlarıyla bu kadar yakından karşılaşmak çok üzücü ve yıpratıcı oluyor. Ülkemdeki bu ahlaki başarısızlık ciddi eleştiri hak ediyor. Ve çektiğim fotoğrafların bunu değiştirmemize yardımcı olduğuna inanıyorum.
Terk edilmiş yerleri bulmak çok vaktinizi alıyor mu? Çekim öncesi yaptığınız hazırlıklardan bahseder misiniz?
Serbest çalışan bir foto muhabir olarak, seyahatlerimde çok yer görüyor, çok insanla tanışıyorum. Bulduğum en iyi yerler, seyahatlerim sırasında tanıştığım insanlardan öğrendiklerim oldu.
Okul, kilise, hastane, ev, alışveriş merkezi, tema park... Çok sayıda terk edilmiş mekânda fotoğraf çektiniz. En çok zorlandığınız yer neresiydi?
Çalışmalarımla alakalı birçok kez yasal uyarı aldım ve seneler boyunca girdiğim ve fotoğrafladığım yerler sebebiyle çok kez tutuklandım.Bir keresinde avukatım mahkeme salonunda bana fısıltıyla “Senden daha azına sahip olan insanlarla artık takılma!” dedi.
Başımı belaya sokmamı artık istemiyor gibiydi. Ben de durup ona gülümsedim ve şöyle dedim: “Bu şekilde yaratılmışım. Günlerimin çoğunu benden daha azına sahip olan insanlarla geçiriyorum çünkü ilginçler ve senin kadar sıkıcı değiller.”
Ülkemiz sizi en çok terk edilmiş AVM fotoğraflarınızla tanıyor. Türkiye’de de neredeyse her gün yeni bir AVM açılıyor. Buraları henüz terk etmeye başlamadan bize neler söylemek istersiniz?
Fotoğraflarımda görünen dağılan ve paramparça olan Amerika’nın, aslında kapitalist sistemin tahrip edici sonuçlarının ortaya çıkardığı bir dramın fotoğrafı olduğunu söylemek isterim.
Bu ikazı da sadece ülkem için değil Amerika’ya benzeyen tüm ülkeler adına yapıyorum. Söyleşi talebiniz beni çok mutlu etti. En kısa zamanda Türkiye’yi ziyaret etmek ve orada fotoğraflarımı sergilemek istiyorum.
* Bu röportaj Elif Fatma Dursun tarafından Nihayet Dergisi için çevirilmiştir.