Şeyhini arayan şair : Mehmet Akif İnan

Şeyhini Arayan Şair :  Mehmet Akif İnan
Şeyhini Arayan Şair : Mehmet Akif İnan

Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında Müslümanca düşünme ve yaşamanın derdini ve davasını taşıyan birçok aydının hayatında iki hususiyet dikkat çekmektedir. Birincisi, mağlup devletin ve ümmetin yeniden inşası hususunda içlerinde büyüttükleri dert ve dava onlarda entelektüel bir kriz ve arayış şeklinde tezahür etmiştir. İkincisi ise resmiyetin reddettiğinin ve bireylerin kaybettiğinin mana ve maneviyat olması itibariyle bu aydınlar, kendi hayatlarında da anlam eksikliğini hissederek “yaşanmaya değer bir hayat” için bir gönül adamının sözüne ve sohbetine ihtiyaç duymuşlardır. Hayatları ve eserleriyle de bu ruhu yeni inşa sürecinin temeline koymuşlardır.

Yedi güzel adamın, edasıyla Necip Fazıl’a belki de en çok benzeyeni Mehmet Akif İnan ise sürekli bir arayışın içerisindeydi.
Yedi güzel adamın, edasıyla Necip Fazıl’a belki de en çok benzeyeni Mehmet Akif İnan ise sürekli bir arayışın içerisindeydi.

Bu aydınların başında kuşkusuz Necip Fazıl Kısakürek gelir. Onun 1934 yılında Abdulhakim Arvasi (ö. 1943) ile Beyoğlu Ağa Camiiavlusunda göz göze geldiklerinde “yakan gözler”le ruhuna çakılan “büyük temel çivisi”, tam otuz yıl yalan yanlış yollarda yandıktan sonra uyanmasına vesile olmuştu.

Necip Fazıl, eşiğinde durduğu Büyük Kapı’da derlenip toparlandıktan sonra Büyük Doğu’ya yelken açmıştı. Aynı dönemlerde Samiha Ayverdi, Kenan Rifâî’nin sohbetlerinde kendi ruhuna bir yol aramaktaydı.Arif Nihat Asya ise 1933 yılında tanıştığı Üsküdar Mevlevihanesi’nin son postnişîni Ahmet Remzi Akyürek’in yanında yoğrularak bütün tariklerin kavşağı Hz. Peygamber’e doğru yürüyordu yalın ayak.

Naatlar yazıyordu ve bundan dolayı şiirleri iki kapak arasına geldiğinde adı Kubbe-i Hadrâ olmuştu. Sonra Nurettin Topçu Abdülaziz Bekkine’nin huzurunda, isyan olmadan iman olamayacağı bilgisinin ”isyan ahlakı” şeklinde sütunlaşacağı bilgelik dersleri alıyordu onu Hareket’e geçirecek.

Ardından güzel adamlar takip ettiler onları. Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu ve Rasim Özdenören Abdurrahim Reyhânî Efendi’nin nazarına mazhar olmuştu.

Yedi güzel adamın, edasıyla Necip Fazıl’a belki de en çok benzeyeni Mehmet Akif İnan ise sürekli bir arayışın içerisindeydi. Bazen bu arayışlar kaçışlara dönüşüyordu. 1974 yılında “Ey Beyaz Ela” şiirinde iç çırpınışını şöyle dile getirmişti:

  • Ey uyku ey anne gel kurtar beni
  • Ezildim aklımın hesaplarında
  • Ey anne ey uyku ey beyaz ela
  • Bir çılgınlık bulsam kurtulsam yahut

1977 yılında arayışı ızdıraba dönüşmeye başlamıştı. Ruhunu kelepçe gibi kavrayan ve kendine dar gelen dünyadan bir kaçış arayışı içindeydi, “Yokluk” isimli şiirinde bu hâlini şöyle dile getirmişti:

  • Bir ateş külçesi etlerim, eşyam
  • Kartallar, kutuplar kaçırın beni
  • Ey mavi çocukluk hangi indesin
  • Baharlar ve narlar dua nerdedir
  • Deliler kargalar alın bilgimi
  • Uzatın gövdemi uyku şehrine

1977 yılında Mavera’da yayımlanan “Akşamın Kılıçları” şiiri onun arayışının en önemli ifadelerini içermekteydi. Bu şiirde, çok hassas olduğu kelimelerin kendisine yük olmaya başladığını, aklın işkenceye dönüştüğünü ve aslında ifade etmeden aşkı aradığını, yürüdüğü yolların kendini yorduğunu dile getirmişti.

Bütün bu işkencelerden kurtulmak için şairlik davasında da olmadığını, kendine aşkı anlatacak veli ordusunun ayağının altında toprak olmayı arzuladığını söylemişti. Bu dönemde henüz şeyhi ile tanışmamış, ancak yaşadığı karanlık aydınlığa en yakın vakitti sanki.

  • İçimin göğüne ağsam diyorum
  • Yoruldum kelime hamallığından
  • Toprağın altına yürüsem bir gün
  • Kurtulsam aklımın işkencesinden
  • Düşen yaprağın acısı bende
  • Çoğaltır uykusuz gecelerimi
  • Kızgın bir sac oldu yollar yüzüme
  • Doğrandım akşamın kılıçlarında
  • Bir kurtuluş olur belki delirmek
  • Soyunmak dünyadan işkencelerden
  • Her akşam bir hayal kundaklar beni
  • devreder rüyanın salıncağına
  • Sorular sökülse şakaklarımdan
  • Ey’leri anlıma gülle kazısam
  • Şair değil, güneş değil, değil hey
  • toprak olsam veli ordularına

1979 yılına geldiğinde, Akif İnan’ın arayış ve kaçış duygusu oldukça yoğun bir hâl alır. Bir nevi son çırpınışları görülür. İç dünyasındaki gelgitleri “Yılgı” isimli şiirinde şöyle dile getirir.

  • Bu yıldırımlara dayanamam ben
  • Her an kopmaktadır bir dalım candan
  • Kırılan sesimdir eriyen gölgem
  • Göklerim yitiktir kuyulardayım
  • Akrepler ağmakta uykularıma
  • Düşlerin ipini tutamıyorum
  • Hangi yöne koşsam önümde duvar
  • Tepemde yılgının bombardımanı
  • Durmadan uğuldar kulaklarımda
  • Yıkmakta aklımın mazgallarını
  • Komut alan şeytan ıslıklarından
  • Korkunç bir paniğin ayak sesleri
  • Çarşılarda balkon dehlizlerinde

Bazen cevaplar soruları çağırır. Akif İnan da ruh ve beden soru ve arayış olmuştur artık. 1979 yılında bir yaz günü Urfa’ya ailesini ziyarete gider.

  • Şeyh Ali Arıncî
  • Kardeşleri Yüzbaşı Mustafa İnan ve Doktor Ahmet Bedir İnan ile kız kardeşlerinin evine misafir olurlar. Sohbet esnasında kardeşi Yüzbaşı Mustafa sıklıkla Akif İnan’a, hocası Şeyh Ali Arıncî’den, onun ilminden, irfanından ve ahlakının güzelliğinden bahseder. Ona intisap etmesi tavsiyesinde bulunur.
  • Akif İnan, net bir şahsiyettir. Bütün anlatılanlardan sonra kardeşi Mustafa’ya döner ve şöyle der: “Şeyhinin büyüklüğünden bu kadar bahsediyorsun. Ben bugüne kadar nice şeyhler gördüm, onlarla oturdum ve sohbet ettim. Ama hiçbiri benim gönlümü etkilemedi. Eğer senin şeyhin bu anlattığın kadar büyükse takar tasmasını boynuma ve çeker yanına.” Bu tavır, tam da Akif İnan tavrıdır. Açık ve nettir. Onun bu net tavrı ve sözleri kardeşi Mustafa’yı incitir ve hüzünlendirir. Bunun üzerine ağabeyine bu şekilde konuşmamasının daha iyi olacağı şeklinde, nazik bir uyarıda bulunur.
Eğer senin şeyhin bu anlattığın kadar büyükse takar tasmasını boynuma ve çeker yanına.
Eğer senin şeyhin bu anlattığın kadar büyükse takar tasmasını boynuma ve çeker yanına.

O yıllarda kardeşi Yüzbaşı Mustafa, Ağrı’da görev yapmaktadır. Bir kaza kurşunu ile yaralanır. Bunun üzerine Akif İnan ve kardeşi Dr. Ahmet Bedir, Ağrı’ya ziyarete giderler. Olayı haber alan şeyhi Ali Arıncî, büyük oğlu Hikmet’i müridi Mustafa’nın ziyaretine Ağrı’ya gönderir. Burada Akif İnan ile Hikmet tanışırlar ve uzun konuşmalar yaparlar.

Hikmet Efendi, o dönemde medrese tahsilini tamamlamış bir müderristir. Bir ara Akif İnan’a, babasını beraber ziyaret edebileceklerini söyler. Bu teklifi kabul eden Akif İnan, Sofi Şevket’in aracıyla Baykan’a bağlı Arınç köyüne, Şeyh Ali Efendi’yi ziyarete gider.

Tanışırlar, konuşurlar, halleşirler. Akif İnan, Şeyh Efendi’nin nazarlarından ve sohbetlerinden çok etkilenir. Uzun süre bir şey konuşmaz. Tam bir sükûnet hâli gözlemlenir. Necip Fazıl’ı yakan Abdülhakim Arvasî’nin nazarı gibi Ali Efendi’nin nazarı da Akif İnan’ı esir alır. Bir kere daha anlaşılır ki her aşk bir bakışla başlar. Akif İnan orada intisap eder. Yıl 1979’dur.

Bu tarihten sonra Akif İnan iç kıvrılmalardan kurtulmaya başlar yavaş yavaş. Artık sesi ve sözü değişmeye başlar. Şiirleri tasavvufi bir içerik kazanır. İkinci şiir kitabı Tenha Sözler neredeyse bütünüyle şeyhine yazılmıştır. Bunlar içerisinde en dikkat çekici olanı kuşkusuz “Bağlanma” isimli şiirdir. Bir mürşid-i kâmilin tesiri detaylarına kadar anlatılır bu şiirde. Arz-ı hâl ettiği şiirin bazı beyitleri şöyledir:

  • Toprağa konuk olalı gölgem
  • göklerin gözleri üzerimdedir
  • Buzul yangınlarından alıp kalbimi
  • bağladın alnının emziklerine
  • Bir nazarla kırdın küreklerimi
  • buhar kıldın nefsin denizlerini
  • Yollayarak hikmet kervanlarını
  • donattın gönlümün dükkanlarını
  • Aşıladın Cibril emanetinden
  • hantal aklımın kanatlarına
  • Sesindir büyüten gözyaşlarımdan
  • umudun bembeyaz türkülerini
  • Sesinin yankısı dinmez içimden
  • eş olmuş kalbimin atışlarına

Aşka yazılmış şiir uzar ve gider. “Dağılan eczamı toplayan cihaz/ ruhumun gövdemi çağıran sesi” dediği şeyhine bir ömür bağlı kalmanın ve hizmet etmenin bahtiyarlığını yaşar Akif İnan.

Erdem Bayazıt ve Nazif Gürdoğan başta olmak üzere birçok dostunu “Bir hazine buldum, onu paylaşalım” diyerek şeyhinin köyüne götür. Dervişlikle durulur ve dirilir. Soğuk Ankara kışlarında Erdem Bayazıt ve Cahit Zarifoğlu ile birlikte hatme ve zikirle ısınır.

Akif İnan uzun süre şeyhi hakkında bir kitap yazmak ister. Notlar derlese de maalesef nasip olmaz. Ancak kardeşi Mustafa’ya Urfa’da söylediği “Eğer senin şeyhin bu anlattığın kadar büyükse, takar tasmasını boynuma ve çeker yanına” sözünü hiç unutmaz.

Şiir kitaplarında bulunmayan ve bugüne kadar yayımlanmamış on dört kıtalık bir şiirinin son kıtasında şöyle seslenir:

  • Akif-i kıtmîr benem
  • Boynunda zincir benem
  • Yüreği sancır benem
  • Gavs-ı Arınç el medet

Aradığını bulan Akif İnan, şeyhinin 1984 yılında vefatına kadar onunla beş yıl kesintisiz görüşür. Ölümünden sonra da bağlılık yeminini sürdürür.

  • Ölümlerden korkar isem
  • Gönül evi yıkar isem
  • Ben bu yoldan çıkar isem
  • Yazık bana, vahlar bana

Derviş şair Akif İnan, ölümü öldürüp 6 Ocak 2000 tarihinde maveraya sırlanır.

Mekânı cennet olsun