Shakespeare’in kayıp gençliğinin peşinde: Will

​Shakespeare’in kayıp gençliğinin peşinde: Will
​Shakespeare’in kayıp gençliğinin peşinde: Will

Ünlü yazar ve şairlerin hayatları, uzun yıllardır film yapımcılarının gözde temaları arasında yer alageldi.

Tolstoy beyaz perdeye The Last Station ile taşınırken, James Joyce’u Nora, Pablo Neruda’yı Il Postino, Virginia Woolf’u The Hours ve Hemingway’i In Love and War filmleriyle izleme imkânı bulduk.

Son yıllarda ünlü isimlere sinemanın yoğunlaşan ilgisi, ABD’li şairler Emily Elizabeth Dickinson ve Allen Ginsberg, romancı ve öykücü David Foster Wallace, Truman Capote ve Franz Kafka gibi ünlü isimlere yönelik uyarlamalarla sürdü. Geride kalan Temmuz ayında ise dünya tiyatrosu ve edebiyatının en önde gelen isimlerinden William Shakespeare, yaklaşık 20 yıl önce Oscar kazanan Shakespeare in Love’ın ardından, bu kez Will isimli diziyle yeniden ekranlara taşındı.

2001 yapımı Moulin Rouge’un senaristi Craig Pearce’ın yapımcılığında hazırlanan ve Shekhar Kapur'un yönettiği Will, ABD’li yayıncı kuruluş TNT tarafından gösterime sunuldu.

William Shakespeare’i İngiliz aktör Laurie Davidson’ın canlandırdığı Will, ünlü yazar Shakespeare’in az bilindiği için “kayıp” olarak nitelenen ve üzerinde spekülasyonlar hiç bitmeyen gençlik yıllarını konu ediniyor. 25 yaşında üç çocuk babası olarak Stratford’dan Londra’ya gelen Shakespeare’in hikâyeleştirildiği Will, ünlü ismin henüz tanınmadığı yıllarda bir oyun yazarı olarak Londra’da ve Globe isimli tiyatroda tutunma çabasına yönelik gerilimli hikâyesine odaklanıyor.

“İzzetin peşinde” bir genç yazar

TNT tarafından gösterime sunulan Will, Shakespeare’in Londra’ya adım attıktan sonra, geldiği bu yeni şehirde genç ve tanınmayan bir oyun yazarı olarak kendisini kabul ettirme ve hayata tutunma çabasına odaklanıyor.
TNT tarafından gösterime sunulan Will, Shakespeare’in Londra’ya adım attıktan sonra, geldiği bu yeni şehirde genç ve tanınmayan bir oyun yazarı olarak kendisini kabul ettirme ve hayata tutunma çabasına odaklanıyor.

Londra’nın bir taşra kasabası olan Stratford’da, eldiven ustası bir babanın oğlu olarak 1564 yılında dünyaya gelen William Shakespeare, 18 yaşında Anne Hathaway ile hayatını birleştirir. Bu evlilikten Susanne, Hamnet ve Judith isimli üç çocuğu olan Shakespeare, babasının mesleğini devam ettirmek istemez ve içindeki yazma arzusuna karşı koyamayarak soluğu 1589 yılında Londra’da alır.

TNT tarafından gösterime sunulan Will, Shakespeare’in Londra’ya adım attıktan sonra, geldiği bu yeni şehirde genç ve tanınmayan bir oyun yazarı olarak kendisini kabul ettirme ve hayata tutunma çabasına odaklanıyor. Ancak Shakespeare’in Londra’ya gelirken yanında taşıdığı ve burada bir yankesici çocuğa (Presto) kaptıracağı mektup, genç yazarı sürekli diken üstünde tutacak gerilimli bir hikâyenin de başlangıcını oluşturuyor.

Zira Katoliklerin Protestanların yoğun baskısı altında olduğu günlerde Londra’ya gelen Shakespeare, yanında Kraliçe I. Elizabeth’in adamlarının en çok aradığı isim olan kuzeni Katolik Rahip Robert Southwell’e verilmek üzere şifreli bir mektup taşımaktadır.

Papa’nın İngiltere’deki en güvendiği isim olan ve “kelimeleri bir donanma kadar tehlikeli” olarak görülen Southwell’e Shakespeare’in teslim etmesi gereken mektup, el değiştirmesiyle birlikte kısa sürede Katolik genç yazarın hayatını tehdit edecek bir şantaj malzemesine dönüşür.

Shakespeare bir yandan büyük ödül peşindeki yankesici çocuğun, diğer yandan bu yeni geldiği şehirde en büyük rakibi ve hayranına dönüşecek oyun yazarı Cristopher Marlowe’un hedefi olur. Londra’da bir yandan bu şanssız başlangıcı telafi etmek adına çabalayan genç yazar, diğer yandan Katoliklerin barış ve tapınma hakkı için savaşan kuzeni Rahip Southwell’in verdiği mücadele ile yine Katoliklerin “ahlaki açıdan ölümünü ilan ettikleri” tiyatro arasında duygusal bölünmüşlükle mücadele etmek zorunda kalır. Aynı zamanda kendisi, ailesi ve tiyatrodaki yeni çevresinin Kraliçe’nin Katoliklerle mücadelede en güvendiği isim olan işkenceci Lord Topcliffe’in hedefi olmaması için verdiği mücadele, genç yazar Will’i gerilimli ve heyecan dozu yüksek bir olaylar silsilesinin içine sürükler.

Will’i bunca gerilimli hikâyenin içinde ayakta tutan ise kısa sürede büyük bir tutkuyla bağlandığı ve oyunlarını yazmasında kendisine yardımcı olacak Alice’e (Olivia DeJonge) olan aşkı ile “izzet bulmaya geldiği”ni söylediği Londra’da günden güne artan yazma tutkusudur.
Will’i bunca gerilimli hikâyenin içinde ayakta tutan ise kısa sürede büyük bir tutkuyla bağlandığı ve oyunlarını yazmasında kendisine yardımcı olacak Alice’e (Olivia DeJonge) olan aşkı ile “izzet bulmaya geldiği”ni söylediği Londra’da günden güne artan yazma tutkusudur.

Will’i bunca gerilimli hikâyenin içinde ayakta tutan ise kısa sürede büyük bir tutkuyla bağlandığı ve oyunlarını yazmasında kendisine yardımcı olacak Alice’e (Olivia DeJonge) olan aşkı ile “izzet bulmaya geldiği”ni söylediği Londra’da günden güne artan yazma tutkusudur. “Olduğu şey ile olmak istediği şeyin aynı olmadığını”, kendisinin bir “hiç” olduğunu ancak buna rağmen iddialı şekilde “doğaya ayna tuttuğu” söyleyen genç Will, “ne olmak istediği” sorulduğunda ise “özgür olmak” cevabı vererek, yazmayı özgürlük ile eş değer gördüğünü ifade edecektir.

Bu yeni macerasında kendisini bir anda birçok gerilimli olayın içerisinde bulan genç yazarın, tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de “taşralılık” ve “sanatının salakça gösteriler ve gürültüden başka bir şey sevmeyenler arasında kısa süreliğine ünlü olmakla” ithamı, Londra günlerini Shakespeare için daha da zor kılacaktır. Ancak Shakespeare pes etmeyerek, bir yazar olarak kendisini ölümsüzleştirecek içindeki yazma ateşini farklı zamanlarda şu sözlerle ortaya koyacaktır: “İhtiyacım olan şey kendi hikâyemin kahramanı olmak... Bu dünyanın gördüğü en büyük oyunları yazacağım. Görüyorum, yıldızlarda görüyorum... İnsan olmanın keşfi olarak hizmet edecek oyunlar. Zihin, ruh. Nasıl sevdiğimizi ve neden savaştığımızı sorgulayan oyunlar. Ne kadar çok ve ne kadar az bildiğimizi gösteren oyunlar.”

Var oluşun peşinde iki rakip yazar

 Globe Tiyatrosu’nun sahibi ve yönetmeni James Burbage (Colm Meaney), genç yazara bir şans vererek, Cristopher Marlowe tarafından yazılmış taslak hâlindeki Tamburlaine’ın Hayaleti isimli oyunu geliştirmesini ister.
Globe Tiyatrosu’nun sahibi ve yönetmeni James Burbage (Colm Meaney), genç yazara bir şans vererek, Cristopher Marlowe tarafından yazılmış taslak hâlindeki Tamburlaine’ın Hayaleti isimli oyunu geliştirmesini ister.

Bir yandan, taşıdığı mektubun neden olduğu gerilimli olaylarla baş etmek zorunda kalan, diğer yandan ise Londra’ya gelişiyle birlikte Globe Tiyatrosu’nda oyunlar izleyen genç Shakespeare, ilk fırsatta aşk, savaş, ölüm ve ihanet temalı III. Edward isimli oyunuyla birlikte Globe Tiyatrosu’nun yolunu tutar. Ancak burada oyunu beğenilmeyen, hatta aşağılanan genç yazar için aynı zamanda bir kapı aralanır.

Tiyatronun genç ve ünlü yazarı Cristopher Marlowe ve en iyi oyuncularının rakip tiyatroyla anlaştıklarının duyulması üzerine, Globe Tiyatrosu’nun sahibi ve yönetmeni James Burbage (Colm Meaney), genç yazara bir şans vererek, Cristopher Marlowe tarafından yazılmış taslak hâlindeki Tamburlaine’ın Hayaleti isimli oyunu geliştirmesini ister. Oyunun sergilenmesi ve beğenilmesinin ardından, ilk kendi oyunu Veronalı İki Centilmen’i yazan Shakespeare, artık aşağılanan taşralı bir yazar olmaktan kurtularak, tiyatro oyuncularının “Frengili piyeslere son. Bizim Will’imiz var!” övgüleriyle ve seyircilerin coşkulu takdirleriyle karşılanır. Ardından, VI. Henry isimli oyunuyla çıtayı daha da yükselten genç yazar, Londra’da var olma mücadelesi adına büyük bir eşiği aşmıştır.

Will’in hedefi doğrultusunda attığı oldukça somut adımların yanı sıra, onun hikâyesine paralel olarak işlenen, varoluşun görünenden daha fazlası olduğuna inanan ve arayış içindeki rakibi Cristopher Marlowe’un hikâyesine tanıklık ederiz.

Marlowe, kendisini ölüm, cehennem, şeytan ve Tanrı ile yüzleşerek, bu soyut kavramlar üzerindeki deneyimleri esas alan ve güç ve bilgi için ruhunu şeytana satmasını konu edindiği Dr. Faustus’u yazmaya götürecek varoluş sancıları ve yaşanmışlıklarla Will’de konu edilmektedir. Marlowe’un bu noktada Shakespeare'in yalnızca şiirsel rakibi değil, aynı zamanda bir hayranı olarak yeniden yorumlandığına ve aşırı uçlarda yaşayan Marlowe’u oynayan Jamie Campbell Bower’ın zor rolünün hakkını başarıyla yerine getiren oyunculuğuyla Will’in gerilim dozunun daha da yükseldiğine dikkat çekmekte fayda var.

Will’de Alice’i oynayan genç oyuncu Olivia DeJonge, yankesici çocuk Presto’yu oynayan Lukas Rolfe, Katolik Rahip Robert Southwell’i oynayan Max Bennett ve Lord Topcliffe’i oynayan Ewen Bremner de merkezinde Will’in olduğu ancak ayrı ayrı akan hikâyeleri, ortaya konulan dramlar ve oldukça nitelikli oyunculuklarıyla Will’in seyir zevkini artırıyorlar.

Rock n Roll bir karakter

Dizide Laurie Davidson’ın canlandırdığı William Shakespeare’i renkli gözlü, yakışıklı, zarif, sıcak, hırslı, yer yer derin ve romantik bir karakter olarak izliyoruz. Ancak Will, bir dönem dizisi olarak 16. yüzyıl İngiltere’sinin ruhunu özellikle mekânsal olarak iyi yansıtmakla birlikte, dizi için tasarlanan kimi kostümler, yapılan psychedelic rock altyapılı soundtrackler, punk afişler, saç modelleri gibi unsurlar özellikle genç yazarı ve birçok oyuncuyu dönemine göre özgün ancak meydan okuyan, gerçekliği aşındırılmış karakterlere dönüştürüyor.

Bu noktada Will’i aradan geçen 400 yılın ardından, gençliği çok iyi bilinmeyen Shakespeare’in sanatsal serüvenine yeni karakterler kazandıran, yeni fikirler ve cazip anlatılarla yeniden tasarlayan, modern ve özgün bir yeniden canlandırma olarak izlemek ve okumak yerinde olacaktır.