Şiir diliyle iktisat

Shakespeare,Thomas Brooks, 1857
Shakespeare,Thomas Brooks, 1857

Roman diliyle iktisat ve siyaset okumalarım şiiri teğet geçiyor. Sorunşairlerde değil elbet, bende. Kurgunun değerini ve “gerçekliğini” çok geçkavradım. “Romanperver İktisatçı”yı saymazsak, roman diliyle iktisat, siyasetve iş hayatı yayımlandı; roman diliyle emperyalizm, finans, hukuk, din vetarih de sırada. Fakat arada bir şiir bahçesine girip de nefeslenmezsem,tıkanacağımı hissediyorum. Bu yazı böyle bir ihtiyaçtan doğdu.

Romanı anladık da, şiir diliyle iktisat mı olurmuş, demeyin lütfen; önce paşa paşa oturup Sabri Ülgener’i okuyun. Klasik şiirlerimiz üzerinden Osmanlı iktisat zihniyetinin hangi renklere bürünebildiğini görün. Ne yazık ki, “Ülgener bakışı” bir geleneğe dönüşmedi. Hatta Ahmet Güner Sayar’ın kadirşinas eseri olmasa, Ülgener’in yaşayıp yaşamadığı bile bilinmeyecek. Oysa amazon.com’a sadece “Shakespeare, Economics” arama başlığı ile girdiğimizde en az bir düzine kitapla karşılaşıyoruz: Shakespeare and Economic Theory (David Hawkes), Shakespeare’s Political and Economic Language (Vivian Thomas), Shakespeare’s Cultural Capital (Dominic Shellard), Shakespeare’s Twenty-First Century Economics: The Morality of Love and Money (Frederick Turner), Money and the Age of Shakespeare (Linda Woodbridge), Shakespeare and Economic Imperative (Peter F. Grav)... Bu türden ama başlığı iktisat kelimesini içermeyen kitaplar dâhil edilse sayı birkaç düzineyi bulur. Aynı aramayı Goethe veya Balzac için yapsak eser sayısı muhtemelen daha fazla olur.

Tiyatro, borsa ve genelev

Londra 16. yy sonlarına doğru dünyanın değilse de Avrupa’nın en büyük ticaret merkezi hâline gelmişti. Tiyatro bu ticaret dünyasının kalbi gibiydi. “Tiyatro ve yakın çevresi piyasanın ruhunu tecessüm ettiriyor, çağın en geçerli parası (currency) olan dil, tiyatroda darp ediliyordu.

Money and the Age of Shakespeare
Money and the Age of Shakespeare

... Shakespeare diğer iktisadi kaynaklarla para arasındaki farkı vuzuhla kavrıyor, kredi ve faizin mahiyetini ve içerimlerini, likiditeyi ve nakit akışını, israfın ahmaklığını ve yoksulluğun acısını biliyordu.” Arz ile talebin önem ve kudretini, savaşın iktisadi ve beşerî maliyetlerini, fırsat maliyetinin aşikârlığını görüyordu. “İktisatın dünyası kralın sarayını da içine alıyordu, genelevin işleyişini de. Hatta, alış fiyatı veya bekâretin zirve noktasından pörsümüş etin sıhhi tehlikelerine doğru düşüşe geçen değeri gibi mevzularla ilgilenen dünya finans yapıları için genelev bir mikrokozm sunuyordu..”1 Shakespeare’in eserlerinde para, borç, faiz, rehin (ipotek) gibi kavramlar toplumsal gerçekliğin esasını oluşturuyordu. Atinalı Timon’dan Venedik Taciri’ne kadar neredeyse bütün eserlerinde bu kavramların ustaca işlendiğini görürüz. Önce sonelerden aşklı, faiz ve ipotekli bir örnek:

  • İyi anlıyorum: o, senin oldu bu sefer
  • Arzuna boyun eğdim rehin ederek kendimi.
  • Vazgeçerim kendimden, yeter, bana geri ver
  • Öteki benliğimi, dirlik düzenliğimi.
  • Ne sen buna razısın, ne o özgür kalmaya,
  • Çünkü sen aç gözlüsün, onun tertemiz kalbi;
  • Benim için kefalet belgesini yazdı ya,
  • O da sana sımsıkı bağlandı benim gibi.
  • Güzelliğin alıyor hakkı olan kazancı;
  • Tefecisin, faizin alıp son kuruşunu,
  • Borcum için o dosttan oldun davacı,
  • Ben kötüye kullanıp yitirmiş oldum onu.
  • Ben dostumu yitirdim; senindir hem o hem ben,
  • Kurtulamadım hâlâ, o borcu ödemişken.2

Altının, “insanlığın ortak orospusu” sarı madenin tarih içinde insanı dönüştürme gücünü Shakespeare’den daha güçlü ifade edebilen olmuş mudur?

  • Aman bu ne? Altın? Sarı, pırıl pırıl, halis altın!
  • Yoo, tanrılar, içim başka dileğim başka değil benim.
  • Ben kök istedim sizden, cömert tanrılar, kök!
  • Altının bu kadarı karayı ak, çirkini güzel,
  • Yanlışı doğru, soysuzu soylu, yaşlıyı genç,
  • Korkağı yiğit etmeye yeter de artar bile.
  • Niçin yaptınız bunu tanrılar? Nedir zorunuz?
  • Bilmez olur musunuz ki bununla
  • Rahipleriniz, kullarınız elinizden alınabilir.
  • Bu sarı köle, dinleri yıkar da yapar da,
  • Cehennemliği cennetlik eder;
  • Hırsızları başköşelere oturtup
  • Şanlar, şerefler, alkışlarla senatörler arasına sokar.
  • Haydi git, adı batasıca çamur!
  • Seni bütün insanlığın ortak orospusu seni!
  • Sen değil misin millet sürülerini birbirine düşüren?
  • Doğadaki yerine sokayım seni yeniden!3

Âşık Paşa’nın Garib-Nâme’si

On dördüncü yüzyıl Anadolu bilgelerinden Âşık Paşa, Garibnâme adlı muhteşem eserinde servet peşinde koşmanın bilgi arayışına kıyasla değersiz bir faaliyet olduğuna dikkat çeker.

Âşık Paşa
Âşık Paşa

Hz. Ali’yi soru yağmuruna tutan on kişi, sırayla ilim mi yoksa servet mi (mal/zenginlik) daha üstündür diye sorarlar. Aldıkları cevap özetle şudur: İlim dünya malından değerlidir, hesapsız mal sahibi Karun servetiyle harap oldu; mal sevgisi insanın kalbini karartır ve malı çoğalanlar tanrılık iddiası gütmeye meylederler.

  • Onumuz bu sözi bir bir soralum
  • Mal mı yigdür ilm mi yigdür görelim
  • Ol emirü’l-mü’minin eytdi ayân
  • Tanrı ilmi yig-durur bellü beyân
  • Niçe kim renc yir-isen ilme yigil
  • Dünya malından ilim yig bellü bil
  • Malı Karûn dirmiş-idi bî-hisâb
  • Akıbet anun-ıla oldu harâb
  • Pes ilim yigdür bu maldan mutlaka
  • Mal girü kor şahsı ilm iltür Hakk’a
  • Malı olan ne bilür Hak emrini
  • Masiyette geçürür ol ömrini
  • Eytdi mal sevgisi çün mala konar
  • Endişeyle kişinün gönli tunar
  • Cân gönül bu ilm-ile rûşen olur
  • Bagdugi yir gözine gülşen olur
  • Her kimün kim ilmi çoksa baydur ol
  • Kamular yılduz gibidir aydur ol
  • İlla her kim malı çok oldı bular
  • Tanrılık davisini kıldı bular
  • Bunları başdan çıkardı malları
  • Ol sebebden azgun oldu halları
  • İy yarânlar ilme key rağbet kılun
  • Câhil olman bu âlimlerden olun.4

Urfalı Nâbî’de merkantilist düşünce

On dördüncü yüzyılın Kırşehirli şairi binyılların geleneğine böylesine gömülü iken, 17. yüzyılın Urfalı şairi çağdaş (kapitalistik?) gelişmelere sanki uyanmış gibidir. Evet, Osmanlı iktisat sistemi ana hatlarıyla kapitalist gelişmeleri sınırlayıcı nitelikteydi.

Tarih boyunca “ekonomi” toplum sisteminin mühim fakat küçük bir parçası iken, kapitalist çağda ekonomik alan o kadar genişledi ki, “toplum” ekonomik sistemin küçük bir parçası hâline geldi. Ekonominin toplumsal sisteme gömülü olduğu çağların edebiyatının iktisadi meselelerle ve özellikle parayla fazla haşır neşir olması beklenemez. Buna rağmen Osmanlı şair ve edipleri iktisadiyata bigâne değildiler. İşte, uyumsuz kimliğini mahlasında Arapça/Farsça iki olumsuz ön eki birleştirerek yansıtan Urfalı Nâbî, Avrupa’da sonradan “merkantilizm” diye adlandırılan paracı/ticaretçi çağın iktisadi gerçekliğine o denli vâkıftır ki, halkın altını elde tutup da dolaşımdan alıkoymasına tipik bir İngiliz merkantilist kadar bozulmaktadır. Zavallı altın, dünyaya geldiğine bile pişman gibidir:

Kîseden kîseye hapsederek halk zeri

Çok peşimanlığı var çıktığında mâdenden.

Sarı maden, ekonomiyi canlandıracağına, keseler içinde zindan hayatı yaşamaktadır:

Sanduklar içre oldu pinhân

Geh kîseler içre çekti zindan.

Shakespeare
Shakespeare

Para ekonomik mübadeleyi, dil ise fikrî mübadeleyi sağlar. İnsandan insana iletilmeyen anlamlı sözler, tıpkı yararsız nakit gibi mahzende yatadurur:

Sîneden elsineye sıçramayan mânî-i sâf

Benzer ol nakde ki bî-sûd yatar mahzende.

Edebî iktisat analizinden antropo-teolojiye geçelim: İnsanlar bir kez hırsa kapıldılar mı Allah’ı unutup putlaştırdıkları kuruşlara tapmaya başlarlar:

Kâfir-dilân-ı hırs ferâmuş idüp Hakkı

Şimdi sanem-misâl perestiş guruşadır.

Harcamaların başını alıp gittiği bir yönetimde, bütçe denkliği için gelirlerin artırılması gerektiğine dair bir maliye politikasıyla noktalayalım:

Leşker-i masrafa takat getirilmez Nâbî

Kuvvet ihsân ede Allah meğer îrâda.5

İnsanı esneten kazanç lakırdısı

Şiirden romana geçelim biraz, daha doğrusu ilk roman denemelerimize. Osmanlı toplumunda roman (fiction) sayılabilecek ilk eserler 19. yüzyılın ortalarında yazılabildi. Türk romanına bir nevi hazırlık sayılan Hançerli Hanım Hikâye-i Garibesi (1851-2), daha ilk sayfasında bir para babasının öyküsü izlenimini veriyor: Dördüncü Murat devrinde, Karun gibi zengin bir Bedestanî Halil Efendi’miz vardır, fakat evi âdeta yoksul barınağıdır. Sınırsız servet biriktirme arzusundan ziyade fukaraperverliği, züht ve takvası ile temayüz eden bu İstanbullu Timon hakkında devrin bir şairi şunları yazıyor:

Bir bezirgân deyip de geçme sakın

Terk-i kesb eylemiş bulup temkîn

Hânesinde ibadete meşgûl

Fukaraya inâyeti mebzûl.6

Evet, Bedestanî Halil Efendi, “pek ziyade zengin olmasından dolayı ticaretten feragat ederek” vaktini ibadetle geçiriyor. Temkin bularak, kazanç yolundan ayrılıyor. Aynı yıl yayımlanan Vartan Paşa’nın Akabi Hikyayesi’nde Rupenig Ağa’nın kazanç içerikli lakırdısı ise insanları kazanç işlerine heveslendireceğine, sadece esnetiyor: “Başga l’akırdı yok, ya Malie paşasına gitmiş, yahud Tershane müşiri ile görüşmüş, beş bin akceye iltizam almış, çifte hayvan için yirmi beş bin ğuruşa bir fayton alacağ iken iki yüz elli ğuruş için pazarlığı bozmuş. O âdem l’akırdı itmeye başlarsa, ben de esnemeye başlarım.” Sözün muhatabının verdiği cevap ise, toplumsal değer sistemimizin müstakbel yörüngesini haber veriyor niteliktedir: “Her ne kadar bunlar böyle ise, toaleti pek eyi.”7

İş bu pek iyi tuvaletlere istikbalde pek heves edilecek ve Türkiye muasır medeniyet seviyesine yükselecekti. Bu yükselişin en “gerçekçi” tarihini roman ve şiirlerden okuyabiliriz. Neredesin Mustafa Sabri Tanpınar?

1. Vivian Thomas, Shakespeare’s Political and Economic Language, London: Continuum, 2008, s. xviii-xix.

2. William Shakespeare, Soneler, İstanbul: T. İş Bankası KY, 2009, s. 134.

3. William Shakespeare, Atinalı Timon, T. İş Bankası KY, 2016, s. 76.

4. Âşık Paşa, Garib-nâme II/2, İstanbul: Türk Dil Kurumu, 2000, s. 745-65.

5. Bkz. Ali Fuat Bilkan, “Sabri F. Ülgener’in Nâbî Yorumları,” ed. A. F. Bilkan içinde: Şair Nâbî, Ankara: Kültür ve Turizm bakanlığı, 2012, s. 345-8.

6. Hançerli Hanım Hikâye-i Garibesi, Hz. Dr. Yakup Çelik, İstanbul: Akçağ, 1999. Bkz. M. Özel, Roman Diliyle İktisat, İstanbul: Küre, 2018, s. 231-7.

7. Vartan Paşa: Akabi Hikyayesi, Hz. A. Tietze, İstanbul: Eren, 1991, s. 8.