Sönmez seher-i haşre kadar şi’r-i kadim: Ahmed Paşa

​Sönmez seher-i haşre kadar  şi’r-i kadim:  Ahmed Paşa
​Sönmez seher-i haşre kadar şi’r-i kadim: Ahmed Paşa

1. Gökte yapılıp yere indirilmiş şehirlerden biri olan Bursa’dan Ahmed Paşa gibi şairler çıkar. Hz. Hasan’ın ayağının tozunu sürme çekenlerin soyundandır. Derler ki bazı çınarlar bile müderrisliği sırasında onun talebesi olmuştur.

“Beni hor eyleme kim izzeti sen vermiş idün Lütfuna olma peşîmân ki budur şâh-ı kerem”
“Beni hor eyleme kim izzeti sen vermiş idün Lütfuna olma peşîmân ki budur şâh-ı kerem”

2. Fatih “zîver-i silk-i südûr” eyler Ahmed Paşa’yı. “Ebû’l-irfân” sözüne mazhar olan şairin padişahla bir hatırasını naklediyor Muallim Nâci: “Padişah bir gün Hâfız-ı Şirâzî’nin şiirlerinin belâgatinden bahsettiği sırada; ‘Ânân ki hâk-râ be-nazar kîmyâ konend’ mısraını okuyarak, ‘alt tarafı nedir?’ buyurdukta, hiç düşünmeden; ‘Kuhlü’l-cevâhir kademet tûtyâ konend’ cevabını vermek gibi zariflikler sayesinde teveccühe mazhar ola ola ‘hâce-i şehriyâr’ oldu.”

Hâfız’ın beytinin ilk mısraı “Onlar ki bakmakla toprağı kimya yaparlar” manasına gelmektedir. Aslında “Ne olurdu göz ucu ile bize de baksalardı” manasında olan ikinci mısraını, Ahmed Paşa, büyük bir incelikle “Senin cevhere benzeyen ayağının tozunu gözlerine sürme yaparlar” şeklinde değiştirmiştir. Şair, bakmakla bu beyti kimya yapmış olmalı.

3. Kapıcılar Odası’nın karanlığında hangi nûr-ı siyeh ona “Kerem Kasidesi”ni yazdırdı?

  • “Beni hor eyleme kim izzeti sen vermiş idün
  • Lütfuna olma peşîmân ki budur şâh-ı kerem”

Öyledir, “tekdüzelikte imgelemi kışkırtan bir büyü vardır.

4. “Çîn-i zülfün müşke benzetdüm hatâsın bilmedüm / Key perîşân söyledüm bu yüz karasın bilmedüm”

Saçının kıvrımını miske benzetmedeki hatayı bilemedim, çok perişan olduğunu söyledim, bu yüz karasını bilemedim.” Çin ve Hıtâ ülkeleri miskin ana vatanı olarak kabul edilir. Sevgilinin saçının perişan olması divan şiirinde çok rastlanır bir durumdur (“Âşiyân-ı mürg-i dil zülf-i perîşânındadır”, Fuzûlî). Siyah zülüfler, yüze dökülerek bir “yüz karası” meydana getirmişlerdir. Misk de siyah renktedir zaten. Şair, sevgilinin zülüflerini miske benzetmekle hata mı etmiştir? “Hakk’ın zatı ve künhü”ne karşılık gelen zülüf yani karanlık, nasıl meçhulse Allah’ın zatı da öyle meçhuldür. Şebüsterî, Gülşen-i Râz’da mealen şunları söylüyordu: “Tanrı’nın pek parlak, pek nurlu zatına karşı aklın nuru, güneşe bakmaya çalışan göze benzer. Göz güneşe bakmaya kalkıştı mı, kamaşır, kararır, bir şey görmez olur. Fakat bilsen... Karanlık Tanrı zatının nurudur. Âb-ı hayat, o karanlık içindedir. O kara nur ancak göz nurunu alır. Sen bakışı bırak... Zaten burası bakış yeri değil...”

Divan şiirinde zülüf yani sevgilinin saçlarının kesreti simgelediğini biliyoruz. Sevgilinin yüzü de vahdeti simgeler. Vahdet-kesret şeklinde yani ikili oluşlar şeklinde karşımıza çıkan bu durum klasik şiirimizin asıl karakterini belirleyen tasavvufun da başat hususiyetidir. Zülüfler yani kesret, yüzü yani vahdeti örtmektedir. Bu saatten sonra ne söylense perişan söylenecek ve her teşbihte de “hata” olacaktır.

5. Ahmed Paşa’nın Murabba’sına yapılan besteyi lise yıllarımda döne döne dinlemiştim. İlkgençliğim biraz da bu şarkıdır. Yunus’un “Hak bir gönül verdi bana ha demeden hayrân olur” mısraını o hatırası kalbe ışıklarla dökülen günlerde kavramıştım galiba…

  • “Gül yüzünde göreli zülf-i semen-sây gönül / Kuru sevdada yiler bî-ser ü bî-pây gönül
  • Dimedüm mi sana dolaşma ana hay gönül / Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül
  • Bizi hâk itdi hevâ yolına sevdâ n’idelüm / Pây-mâl eyledi bu zülf-i semen-sâ n’idelüm
  • Kul idinmezdi güzeller bizi illâ n’idelüm / Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül”

6. Rivayet olunur ki Ahmed Paşa’nın vefatından hemen sonra, bir şuara meclisinde sohbet edilmektedir. Devrin büyük şairlerinden Necâtîbirdenbire içeri girer. Meclistekiler “Biz de sizden bahsediyorduk, Ahmet Paşa mı büyük yoksa siz mi, bir neticeye varamadık” derler.

Necâtî Bey’in Meşâirü’ş-şuarâ’da bir gazeli ve minyatürünün bulunduğu sayfa (Millet Ktp., Ali Emîrî Efendi, Tarih, nr. 772, vr. 176b)
Necâtî Bey’in Meşâirü’ş-şuarâ’da bir gazeli ve minyatürünün bulunduğu sayfa (Millet Ktp., Ali Emîrî Efendi, Tarih, nr. 772, vr. 176b)

Necâtî bir şiir dehasıdır ve irticalen şu beyti söyler: “Necâtî’nin dirisinden ölüsü Ahmed’in yeğdir / Ki İsâ göklere ağsa yine dem urur Ahmed’den

Yani “Merhum Ahmed’in (Paşa) ölüsü dahi benim diri hâlimden üstündür. Nitekim, diri olarak göğe yükseltilen Hz. İsa, vefat etmiş olan Hz. Muhammed (Ahmed)’e(sav) âşıktır, ondan söz eder daima.” Pes doğrusu, cevabın zarafeti karşısında lal kesilmemek ve gözlerin bulutlanmaması mümkün mü? İşte bizim şiir medeniyetimiz.

7. “Lebi Şîrâzî helvâdır satarsa

Değer Mısr u Buhârâ vü Semerkand

Ahmed Paşa, bu hayali Hâfız-ı Şirâzî’den almış olabilir mi? (“Eger an turk-i şîrâzî be dest âred dil-i mâ râ/ Be hâl-i hindûyeş bahşem Semerkand u Buhârâ râ”. Beytin tercümesi şöyle: Şirazlı o dilber verse gönlümün muradını hani, yanağındaki hint benine bağışlarım hem Semerkant’ı, hem Buhara’yı.)

8. Lâtifî’nin Ahmed Paşa hakkında söylediğidir: “Merhum son derece güzel söz söyleyen, bu konuda orijinal şeyler ortaya koyan, düşünmeden şiir söylemede yetenekli ve uzağı gören biriydi.

9. “Suhandân ola çünki şâh-ı devrân

Sözüyle kadr bulur ehl-i irfân”

Çağın padişahı söz ustası olmasaydı marifet sahipleri, yani şairler, kimin tek sözüyle değer ve yücelik bulabilirdi ki?

10. Tezkireler, Ahmed Paşa’nın kaside vadisinde sühân-perdâz olduğunu söylemekle çok haklıdırlar. O kuştan bir tüy:

Okudum hattın lebinde kim gubâr-ı müşg ile

Çeşme-i cân üzre yazmış sûre-i kevser güneş

11. Riyâzî Tezkiresi’nden iktibas: “Rivâyet edilir ki Sultan Hüseyin Baykara zamanında Horasan diyarı ilim ve irfan menbaı ve belâgat ve beyan menşei imiş. Sultanın veziri Mir Ali Şir Nevâyî bir hususi meclisinde Horasan şairlerinin diğer bütün memleketlerde yetişen şairlere üstün olduklarını söylemiş.

Orada bulunan Mevlânâ Câmî, ‘Rum şairleri yaratılıştan çok büyük ehliyet ve kabiliyete sahiplerdir. Bunu inkâr etmek doğru olmaz’ demiş. O sırada derviş kıyafetli birisi meclise gelip bir köşede oturmuş. Kim olduğunu, nereden geldiğini sormuşlar. ‘Rum diyarından geliyorum,’ demiş. ‘Rum şairlerinin yeni şiirleri var mıdır,’ demişler. Derviş de Ahmed Paşa’nın şu beytini okumuş:

‘Çîn-i zülfün müşke benzetdüm hatâsın bilmedüm / Key perîşân söyledüm bu yüz karasın bilmedüm’

Bu beyit üzerine Mevlânâ Câmî bi-ihtiyâr kalkıp raks ve semâa başlamış ve işte davâmız sâbit oldu demiş.”

İnsanı raksa davet eden söz, işte onun peşindedir sahih şairler…

12. Ahmed Paşa’nın bir gazelinin makta beyti: “Mürûr-ı vâ’de-i yâra inanma sen Ahmed / Gama inan inanursan ki eski yârundur”

Demek ki sadece şair sözü değil, sevgilinin sözü de yalandır. Ve “gam defterinin tamâmı” yoktur.

13. Bakın ne diyor Ahmed Paşa: “Dil mürşidine hayâl-i zülfün / Hem hırka vü hem asâdır ey dost.” Dostun zülfünün hayalinin bile gönül ehline hırka ve asa olduğu zamanlar…

14. “Ne yazdı gül yüzün vasfında hâme

Ki yaprak gibi titrer idi nâme”

Yazarken kalbi de kalemi de titreyen Ahmed Paşa, okurken kalbi titreyen kelimeler ve biz…

15. “Hatın kim müşg ile mercâna yazmış

Muhabbet-nâmedir kim câna yazmış

Yazarken ruhların vasfını Ahmed

Kalem düşmüş elinden yana yazmış”

“Yazı”yı çok sık kullanıyor şiirlerinde Paşa. Kalem suresinde “Nûn’a, kaleme ve onunla yazılana and olsun” diyor Kadir-i Mutlak. Bütün muhabbetnâmeler cana yazılır ama yanakların vasfı yazılmaz, yazılamaz, kalem düşer elden. Bir katre alevdir o, yakar. Pervane olanlar bilir bunu. Aşk kelama sığmaz…

16. “Âfitâb-ı saltanatsın yürü heft iklime kim

Tîginin maşrıkla mağrib tabi’-i fermanıdır

Tîg-i kahrın kanda kim oynada berk-i sûzinâk

Bir azâb ebrin sürer k’anın ecel bârânıdır”

  • Ahmed Paşa’nın Fatih için yazdığı bir kasidedeki mısraı bana Prof. Dr. Ömer Faruk Akün’ün “Divan Şiirinde Sevgilinin Prototipi Olarak Orta Asya Türk Fizyonomisi ve Türk Gulâmları” başlıklı yazısını hatırlattı: “Divan şiirinde sevgilinin fizik güzelliğinin tesirini belirten imajlarda, onu bir savaşçı hüviyetinde ve öldürücü silâhlarla donanmış gösteren tasavvurların yer alması çok dikkat çekici ve arka planı olan bir meseledir. Bu imaj sistemine göre onun gözü, bakışları, kirpikleri ve kaşları sırasıyla kılıç, hançer, ok, zülüfleri de bir kemenddir. Kaşları ayrıca okunu fırlatmaya hazır bir yaydır. Hepsi birer silâh tasavvuruna bağlı bu teşbihler ona vurucu ve kan dökücü bir portre çizer.
  • Walter G. Andrews, Şiirin Sesi, Toplumun Şarkısı’na alarak incelediği şiirlerde “hükümdarın 122 kez dolaysız biçimde anıldığını” söylüyor. “Hükümdar” kelimesinin çoğunlukla “sevgili”ye, “kul” kelimesinin de “âşık”a atıf yaptığını belirten Anderws, Hodgson’dan da hız alarak mutlak otoritenin padişahın şahsında toplandığını, “devlete-hükümdara tebaa olma ilişkisi”nin “açıkça bir aşk veya sevgili ilişkisi” olduğunu ifade etmekte. “Âşık-sevgili, efendi-kul, tebaa-hükümdar ilişkilerinin birbirleriyle özdeşleştirilmesi”nin “hem şiir geleneğinde anlam üretimi açısından hem de anlamın şiirden toplumsal davranış alanına yayılması açısından önemli sonuçlar” getireceği kanaatinde olan Andrews’a göre, bu husus, otorite ilişkilerinin doğasının “kişi”den “kavram”a ya da en azından kavramla rasyonalizasyonuna giden sürecini anlamak bakımından dikkate değer.

17. Ahmed Paşa, o meşhur Güneş Kasidesi’nde hem sevgili hem hükümdar imajını birleştirerek çarpıcı savaş metaforları üretmiştir. Dikkat çekici olan, kadın güzelliğini imleyen metaforların sultan için de, bağlam değiştirerek elbette, kullanılmış olmasıdır.

Fatih Sultan Mehmed’i savaşa hazırlayan bu beyitlerden bazıları şunlar:

“Geh ser-i nîzenle bozılur sevâd-ı rûy-ı mâh / Geh gubâr-ı sümm-i esbünden olur agber güneş

Gûyiyâ na’l-i semendündür hilâl-i îd-i feth / Mîh-i ahterdür zafer bürcinde ne ahter güneş

Ömr-i hasmuna şebîhûn itmek içün her gice / Gök geyer şâmî zırıh mehden düzer migfer güneş

Düşmenün kanın döküp tîg-i zer-endûdın siler / K’atlas-ı gerdûnun eyler dâmenin ahmer güneş”

18. Üstat haklı; sönmeyecek seher-i haşre kadar şi’r-i kadîm ve bir meş’ale gibi elden ele devredecek.