Sorun büyüklüğünden ötürü görünmez olmakta!

Günümüzde, özellikle belirli çevrelerde, ama aynı zamanda dindar bireylerin iç dünyalarında da yer edecek şekilde, Müslüman olmak sanki ayıp bir şeymiş, bir suçmuş, bir kötülükmüş gibi yansıtılmaya çalışılıyor.
Günümüzde, özellikle belirli çevrelerde, ama aynı zamanda dindar bireylerin iç dünyalarında da yer edecek şekilde, Müslüman olmak sanki ayıp bir şeymiş, bir suçmuş, bir kötülükmüş gibi yansıtılmaya çalışılıyor.

İçinde yaşadığımız dünyada insanlar görünür ve görünmez yöntemler aracılığıyla yaşam tarzları, bakış açıları, zihinleri ve nefsleriyle Batı’ya doğru göç etmeye zorlanıyor. Bütün bir düzen bu şekilde inşa edilince insanların fikirlerinde, söylem ve eylemlerinde İslâm’dan uzaklaşmaları rastlantı olmaktan çıkıyor. Varoluşsal Tehcir kitabının yazarı Ömer Kemal Buhari ile hem bu kavramı hem de geçerli normları özgür olabilmek için nasıl tartışmaya açmak gerektiğini konuştuk.

“Varoluşsal Tehcir” ile tam olarak kast ettiğiniz şeyi anlatabilir misiniz?

Varoluşsal Tehcir, kitapta da açıklamaya çalıştığım üzere bir öznenin bir diğer özneyi çeşitli şiddet yöntemlerine başvurarak bulunduğu (varoluşsal) yerden başka bir yere gitmeye zorlaması anlamına geliyor. İçinde yaşadığımız dünyaya baktığımda bunun yapıldığını görüyorum. İnsanlar çeşitli görünür ve görünmez yöntemler aracılığıyla yaşam tarzları, bakış açıları, zihinleri ve nefsleri itibariyle İslâm’dan Batı’ya doğru göç etmeye zorlanıyor. Günümüzde, özellikle belirli çevrelerde, ama aynı zamanda dindar bireylerin iç dünyalarında da yer edecek şekilde, Müslüman olmak sanki ayıp bir şeymiş, bir suçmuş, bir kötülükmüş gibi yansıtılmaya çalışılıyor.

Varoluşsal Tehcir
Varoluşsal Tehcir

Bu sadece bir içerik meselesi değil, âdeta yapısal bir mesele. Toplum mühendisliğinde yapıldığı gibi. Diğer taraftan Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) örneğine baktığım zaman en saf, en pak, en masum, en iyi insanı görüyorum. Çöreklerini arkadaşlarıyla paylaşmadan yemeyen, kuşu öldüğü için derin bir üzüntü duyan küçük bir çocuğa taziyeye giden, konuştuğu insanlara “dönünce bütün gövdesiyle dönen”, yeryüzünde barışı ve adaleti tesis etmek için insanları aydınlatan, kötülüğü iyiliğe çevirmek ve bertaraf etmek için elinden geleni yapan, ebedi âleme döndüğünde geride mal mülk bırakmamış mümtaz bir, par excellence insan. İslâm insanlara “onu örnek alın” diyor. Burada doğal olarak gerçeklikle söylem arasında bir paradoks oluşuyor. Bu paradoksun kökeninde Batı medeniyeti adı verilen güç merkezinin muhtelif ajandalarının olduğu kanaatindeyim. Bu ajandalar doğrultusunda medya, internet, siyaset, ekonomi ve hayatın akla gelen tüm önemli iktidar alanları seferber ediliyor. Şiddet burada elbette asli vurguyu hak eden kavram, bu yüzden hem şiddetin mahiyetine hem de uygulamada olan muhtelif şiddet türlerine yer verdiğim ayrı bir bölümü de kitaba dâhil etme ihtiyacı duydum.

Bu kitabı yazma amacınız neydi?

Lise yıllarımdan beri İslâm düşüncesiyle ve Batı düşüncesiyle ilgileniyorum. Almanya’daki üniversite hayatım boyunca da bu ilgimi devam ettirdim. Batı-İslâm ilişkileri de beni yakından ilgilendiren bir alan oldu. Bu ilişkinin hem teorik hem pratik hayat alanlarında İslâm’a karşı bazı haksızlıklar yapıldığını fark ettim. Zamanla bu haksızlıkların sistematik bir çerçevede yapıldığını ve belli amaçlarının olduğunu anladım.

Ömer Kemal Buhari
Ömer Kemal Buhari

Gerek Türkiye’deki Batı yanlısı insanlarla gerekse bizatihi Avrupalılarla insani ilişkiler kurdum, bu konularda görüş alışverişinde bulundum. Yabancı dillere olan ilgim sayesinde onlarla kendi dillerinde iletişim kurma imkânına kavuştum. Bu etkileşimler dâhilinde Batılıların İslâm’ı hep olumsuz bağlamlarda değerlendirdiğine, ancak bunu yaparken dayandıkları temellerin çürük olduğuna çok defalar şahit oldum. İlginçtir, henüz Batılı dostlarımdan (buna akademisyenler de dâhil) “sağlam” diyebileceğim bir İslâm tenkidi duyabilmiş değilim. Medyatik imgeler, savaş kavramları, basmakalıplar, ön yargılar, beylik sözler, polemikler, hatta tarihî iftiralar... Aynı zamanda bu söylemlerin iç yüzünü keşfetmek için gerekli mekanizmalara sahip olmayan Müslümanların da en azından bilinçaltı düzeyde bu söylemleri inandırıcı bulabildiklerini gözlemledim. Bu amiller bir araya geldiğinde dert söyletti ve bu kitabı yazmakla mükellef olduğumu hissettim.

  • Bunun dışında hâlihazırda yaşadığımız dünya birçok açıdan ciddi sorunlarla boğuşuyor. Uzun süren bir mücadelenin sonunda İslâm Batı tarafından kötülenerek ve baskılanarak, en azından dünya toplumlarının önemli bir kesimi için “ciddi seçenekler” arasından dışarıya atıldı. Ancak şu da bir gerçek ki İslâm’ın “yaşa ve yaşat” ilkesi üzerine kurduğu toplumsal varoluş tarzı, doymayan insanlara “kanaatin” en büyük zenginlik olduğunu bildirmesi, zengin-fakir uçurumunu çeşitli sosyo-ekonomik mekanizmalarıyla önlemesi, dünya toplumlarının özlem duyduğu kardeşliği ve dayanışmayı en üst düzeyde mümkün ve gerçek kılması ve bunlar gibi çok sayıda unsur bir araya geldiğinde, İslâm’ın 21. yüzyılda ve sonrasında insanlık için ciddi vaatleri olduğu sonucu ortaya çıkıyor.

Ama bu vaatlerin teoriden pratiğe yol bulabilmesi için önce Müslümanların önündeki, ama daha da önemlisi iç dünyalarındaki (zihinlerindeki ve nefslerindeki) engellerin kaldırılması gerekiyor. Varoluşsal Tehcir bu engelleri kaldırmak adına önce bu engellerin neler olduğunu tartışarak işe başlıyor. Bu da aslında bilince dayanan bir özgürleştirme yöntemi. Eğer İslâm bu âlemin yaratıcısı olan Allah Teâlâ’nın yarattığı insanlar için uygun gördüğü yaşam formunun adıysa, o hâlde bu özgürleştirme sadece Müslümanları değil, tüm insanlığı kapsıyor ve ilgilendiriyor.

Kitapta bahsettiğiniz Batı’nın dönüşümü (Eski Batı, Modern Batı ve Yeni Batı) ve bunun Müslümanlar üzerindeki yansımalarından bahseder misiniz?

Batı tarih boyunca evrilegelmiş. Başka başka kategorizasyonlar yapmak da elbette mümkün ama Batı’yı anlamak adına bana, Hıristiyanlığın asli unsur olduğu eski Batı, Hıristiyanlığın tahtından indirilip yerine seküler aklın geçirildiği modern Batı ve son olarak modern Batı’nın da sorgulanmaya başlanıp yerine geçmeye aday olan yeni Batı kategorizasyonu anlamlı görünüyor.

Aníbal Quijano
Aníbal Quijano

Bu üçüncü aşama, yani modern Batı’dan yeni Batı’ya geçiş henüz tamamlanmadı ama kurumsal temelleri İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra atıldı ve süreç tüm hızıyla devam ediyor. Kitapta değindiğim önceki dönemleri bir kenara bırakacak olursak, hâlihazırda karşı karşıya olduğumuz yeni Batı dönemi Müslümanlara ve tüm insanlığa yönelik ciddi bir tehdit arz ediyor çünkü küreselci bir siyaset felsefesi ve hatta teopolitik eskatolojiler bağlamında teknokratik bir totalitarizm kurma sevdasına kapılmış durumda. İçinde yaşadığımız dünyanın giderek artan bir oranda tektipleştirilmesi, Türkiye de dâhil olmak üzere tüm dünyada belirli bir insan tipi ve hayat modeli oluşturulması, siyasetin ve ekonominin de belirli mekanizmalar dâhilinde seferber edilmesi ve teknolojik anlamda “Pandora’nın kutusunun” kapatılamayacak biçimde açılması (örn. transhümanizm) gibi unsurlar birlikte düşünüldüğünde, tüm insanlık olarak nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuz, insanların aslında sezgi ve kısıtlı da olsa bilgi yoluyla şahitlik ettiği bir gerçeklik. Müslümanlar olarak bir an önce, ama sağlam bir altyapı inşa etmek suretiyle kendimize gelmeliyiz ve bunun nasıl yapılacağını kitabın son iki bölümünde “Özeleştiri” ve “Öneriler” de ele almaya çalıştım.

Son olarak, insanlara iletmek istediğiniz mesaj nedir?

  • Perulu Sosyolog Aníbal Quijano Güney Amerika’yı temel aldığı “dekolonyal” yaklaşımında insanlara özetle “artık Batı’nın çarpık aynasından kendimizi görmeyi bırakmanın vakti geldi” diyor. Aynı durum bizim için de söz konusu. Giderek dönüş(türül)üyoruz ve kendimiz diyebileceğimiz, kendimize ait olanların varlık alanı gitgide küçülüyor. Biyopolitika, psiko-siyaset, neoliberal yönetimsellik... Bir yaklaşıma göre şiddet de tam olarak “varlığın azaltılması” demek.

İşte bizim bu cendereden kurtulabilmemiz için yapmamız gereken kendimizi tanımak ve bunun için işe Ruh’umuzu tanımakla başlamalıyız. Hatırlayacak olursak “İnca kesist pinhan: Burada birisi gizli” diyordu Celâleddin Rumî. Yunus Emre de “Bir ben var benden içeru” diyordu. İnsan kimdir? Biz isimlerimizin, bedenlerimizin, akıllarımızın hatta nefslerimizin de ötesinde aslında kimiz?

İşte bu öz bilgiye ulaştığımız takdirde işimiz kolaylaşacak ve üzerimizde uygulanan şiddet türlerini bertaraf etmek için gerekli kalkanları geliştirme imkânına sahip olacağız. Elbette iş burada bitmiyor ve yapılacak ve söylenecek daha çok şey var ama takdir edersiniz ki yaklaşık 550 sayfalık bir kitabı birkaç sayfada özetlemek mümkün değil. Ümit ediyorum ki Allah’ın izniyle noktasına-virgülüne dek epey zaman ayırıp emek verdiğim, zihnimle ve gönlümle yazdığım bu kitapla, onu ellerinde kalemle, acele etmeden okuyacak insanlarda belirli bir farkındalık oluşur.