Tanrım, bana bir iş ver lütfen: Geleceğin meslekleri için son çağrı

Yapay zeka odaklı her türlü çalışma ve onun taşıyıcısı olan meslekler, insanlığın bütün bu süreçteki kaybının, yaşadığı dramın kısa özetidir.
Yapay zeka odaklı her türlü çalışma ve onun taşıyıcısı olan meslekler, insanlığın bütün bu süreçteki kaybının, yaşadığı dramın kısa özetidir.

‘‘Geleceğin meslekleri’’, bize geleceğin insansızlığını anlamaktadır. Örneğin yapay zeka odaklı her türlü çalışma ve onun taşıyıcısı olan meslekler, insanlığın bütün bu süreçteki kaybının, yaşadığı dramın kısa özetidir. Sosyolojik bakışın göremediği de bu durumun resmini çekmenin, makineleşen insana bir malzeme sağlamaktan başka bir anlama gelmediğidir. Asıl kayıp, tekrar edecek olursak, insanın makine karşısındaki yitiminden çok, bizatihi değerin unutan ve makineleşen insanın kendisidir.

Modern toplumu ve modernliği anlamak için bir disiplin olarak sosyolojiyi takip etmek oldukça faydalı olabilir. Bir analiz birimi olarak “toplum” üzerinden yapılan her türlü işlem, modern zamanların nasıl bir formda yapılandığını bize gösterecek mahiyete sahip. Gerek ortaya çıkan yeni disiplinler gerekse sosyolojinin alt disiplinlere bölünerek çoğalması gibi olgularla birlikte değişmez bir sosyoloji disiplininden bahsetmek mümkün olmasa ve sosyolojinin modasının günden güne aşındığı bir tespit olarak yapılagelse de yine de “sosyo”nun bilimi olarak sosyolojinin hâlâ geçerli bir anlama sahip olduğunu vurgulamak gerek.

  • Sosyolojinin bize “yardımcı” olacağı yerlerden birisi de hiç şüphesiz meslek “fenomeni”dir. O kadar ki bırakın sosyolojinin bir alt birimi olarak “meslekler sosyolojisi”nin varlığını zikretmeyi, yalnızca meslekle korele bir hâlde çalışan “boş zamanlar sosyolojisi”nin disiplin içinde yerini aldığını söylemek bile sosyolojiyle meslek arasındaki sıkı örüntüyü anlamamız için bize önemli bir ipucu verecektir.

Toplumsalın yedeğinde yaşamanın zorluklarına dair

İnsan versus makine eşleşmesindeki insansızlaşma, insanın yerini makinenin aldığı bir anlamdan ziyade insanın yeryüzündeki manasıyla ilgili daha derin bir tartışmaya işaret etmektedir. İnsanla, yaptığı arasına giren bir mesafe vardır. Sosyoloji, bu resmi “toplumsal” bir tematizasyona mahkûm ederek anlayagelmiştir.
İnsan versus makine eşleşmesindeki insansızlaşma, insanın yerini makinenin aldığı bir anlamdan ziyade insanın yeryüzündeki manasıyla ilgili daha derin bir tartışmaya işaret etmektedir. İnsanla, yaptığı arasına giren bir mesafe vardır. Sosyoloji, bu resmi “toplumsal” bir tematizasyona mahkûm ederek anlayagelmiştir.

Toplumsalın incelmiş kıvrımlarında dolaşmamıza yardımcı olan bir disiplin olarak sosyolojinin meslek söz konusu olduğunda yaptığı analizleri şu açıdan dikkate almamız gerekiyor: Ele aldığı temaya dair “eksik” bıraktığı yerlere odaklanarak, meslek gibi bir nosyona dair dikkatimizi çekmesi gereken yerleri negatif bir işlemle bize göstermesi; yani sosyolojinin aşırı tematize edici tavrından ötürü ele aldığı konuya dair neyi eksik bıraktığı ve bunun meslek söz konusu olduğunda karşımıza çıkardığı imkân.

Bir mesleğe sahip olmak, eli ekmek tutmak, elinden bir iş gelmek: Bu ve benzeri öbeklerin ifade ettiği temel nokta, kişinin kendi eliyle bir uğraşı yerine getirmesidir. Kişiyle yaptığı “şey” arasında niteliksel bir farka yol açacak bir mesafe yoktur bu öbeklerde. O hâlde bırakalım, sosyoloji hemen devreye girsin: Modern toplum(un) yapılanması, endüstri devrimi ve devamındaki olaylar bu birlikteliği aşındırmaya başlamıştır: İnsanla, yaptığı arasına giren bir mesafe vardır. Sosyoloji, bu resmi “toplumsal” bir tematizasyona mahkûm ederek anlayagelmiştir. Yapısalcılık, sadece bir ekol olarak sosyolojik usullerden birisi değildir bu anlamda; formları yakaladığı oranda hem ele aldığı konunun “özü”ne temas ettiğini varsayar hem de bu formların içinden otantik bir anlamda insanı kapı dışarı ediverir. Sosyoloji bu yapı-merkezliğin dile geldiği en rafine alanlardan birisidir hiç şüphesiz.

Makineleşen insana dair

Lewis Mumford.
Lewis Mumford.

Lewis Mumford’un önemli çalışması Makine Efsanesi metninin sadece başlıklarına bakmak bile bize sürecin nasıl bir şekilde işlediğini söyleyecektir aslında. İlgili süreç, sadece insanın yerini alan makineleşme epizodunu anlatmıyor; insanla makine arasındaki ilişkinin giderek daha da karmaşık bir hâle geldiğini de söylüyor. Bir yandan insan makineleşiyor bir yandan da makine insansılaşıyor. Bu yer değiştirme ve iç içe geçiş hikâyeleri ise, insanın kendi yapıp etmeleriyle arasına koyduğu mesafeye işaret ediyor. Ama daha önemlisi, bütün bu sürecin ontolojik bir kırılımla ilgili olduğunu söylüyor Mumford’un metni. Bizatihi bilimsel tutum alışın tekno-lojk-leşme sürecinin dallanıp budaklandığı tuhaf bir süreç. Bir insansızlaşma hikâyesi, bir trans-makine süreci.

Elbette insansızlaşma, sadece makinenin insanın yerini aldığı teknik bir süreç ya da analizle, kaba bilimcilik eleştirilerine bırakılamayacak kadar önemli bir anlama sahip. Zira insanın yükseltilmesiyle (Neyin hilafına olduğunu söylemeye bilmem gerek var mı?) birlikte başlayan sürecin, insanı (da) ortadan kaldıran bir boyuta dönüşüp ilerlemesi nereden baksanız trajiktir. Dolayısıyla insan versus makine eşleşmesindeki insansızlaşma, insanın yerini makinenin aldığı bir anlamdan ziyade insanın yeryüzündeki manasıyla ilgili daha derin bir tartışmaya işaret etmektedir.

Sosyoloji, sürecin basit bir teknikleşme, insan versus makine eşleşmesini daha yüzeyde yorumlayan bir yerde duruyor. Onun sustuğu yer, “meslek” gibi bir nosyonda kendini daha net bir şekilde bize gösteriyor. Zira mesleğin doğasındaki değişim, endüstri devrimiyle başlayan, bilimin teknolojikleşmesiyle devam eden süreç (yapay zekâ bu durumun uç verdiği “doğal” bir sonuçtur), insanın ortadan kalktığı bir manaya işaret eder. Sosyal olana yoğunlaşan bakış, bu anlamda insanın yeryüzündeki temel kapalılığını açma kararlılığına kulak tıkayan süreci ne yazık ki duymaz, onu sadece analiz eder, olanı yorumlar ama onun daha derinde taşıdığı anlamı göremez; hatta bırakın onu anlamayı, var olan kapalılığı daha muhkem bir hâle getirir olanı ele alış biçimiyle.

O zaman hiç zaman kaybetmeden hızlıca söyleyelim:

Mesleğin form değiştirmesi, ne idiği belirsiz mesleklerin ortaya çıkması insanın da deforme olduğunu bize söyler. Ortaya çıkan yeni meslek türlerinin insanla yaptığı arasına (doğal olmayan) araçlar ya da mesafeler koyması ve teknik olanın burada tek geçerli akçe olması, insanın giderek daha büyük bir tahribata muhatap olduğunu ifade eder.

Dolayısıyla yeni meslek türlerinin (yapay zekâ merkezli) güvenlikten eğlenceye kadar geniş bir spekturumda yaşamımızı istila etmesinin ortaya çıkardığı ahlaki problemler bile bu anlamıyla bir sonuçtur. Bu durum, ahlaki olanla ilgili göstermemiz gereken hassasiyeti küçümsemek anlamına gelmez; tam tersine, ahlaki olandan daha büyük bir meselemiz olduğunu bize söyler: O da döne dolaşa tekrarlamaktan bıkmamamız gereken ontolojik yırtılmadır.

Putperestliğin özüne dair

Görünüşleri kurtarmak: Putperestlik Üzerine Bir Çalışma’sında şöyle der Barfield: “Bilimsel teorinin bu mütevazı bakış açısını vurgulayanlar, (…) sıkça şunları söylüyorlar: ‘Bir gün bilebiliriz’, hatta ‘Şimdi bilmiyoruz.’ Dahası, konuşma bilimsel ise genellikle bilim tarihine ‘bilginin sınırlarının genişletilmesi’, vs. gibi cümlelerle atıfta bulunuluyor. Bunların hepsi başka tür bir bilgi kavramına işaret ediyor ve dinleyicilere modern bilimin, bilgi kaynağı olmanın dışında, bizim için tek güvenilir bilgi olduğunu vurguluyor. En azından bilimin bulgularının yalnızca uygulama araçları olmadıklarını ve yalnızca bilimi ileriye götürmeye yaradıklarını, yan zamanda mutlak geçerliliğe sahip olduklarını ileri sürüyor.” Barfield’ın kafasında doğrudan fizik bilimlerinin olduğunu biliyoruz ama aynı zamanda şunu da biliyoruz: Onun dolaylı muhatapları “sosyal bilimciler”, hadi daha rafine bir şekilde söyleyelim, “sosyo”nun bilimini yapan sosyologlar, yani modern teologlar… Dolayısıyla her ne kadar fizik bilimlerinin netliğinden uzakta olduklarını vurgulasalar da, bir analiz birimi ve bilinebilecek bir nesne olarak “toplum”u önünüze koyanların, “Bir gün bilebiliriz”- cilerle aynı safta olduklarını söylemekte bir beis yok.

Çalışmasının amacını özetlerken şöyle der Barfield:“Bugüne kadarki bilinç evriminin, az çok, açık olmayan ama dolaysız bir fenomeni fark etme durumundan, fenomenlerle artan bir ilişki kurma durumuna doğru sürekli bir gelişim olarak anlaşılabileceği gösterilmeye çalışıldı. Önceki farkında olma durumu fenomeni temsiller biçiminde algılıyordu. Sonraki ilişkide fenomen temsil edilmeyen olarak ve nesneler insan bilincinden bağımsız olarak algılanıyor. Bu duruma uç aşamada putperestlik diyorum.”

İnsanın kendi bilincinden bağımsız olmak, nesnelerin bir bütünlük içinde olmaması ama daha önemlisi, insanın çeperlerinin dışında kalan bir anlama sahip olmalarına işaret eder.
İnsanın kendi bilincinden bağımsız olmak, nesnelerin bir bütünlük içinde olmaması ama daha önemlisi, insanın çeperlerinin dışında kalan bir anlama sahip olmalarına işaret eder.

Aslında kısaca bize şunu söylüyor: Modern bilimcilikten önceki düşünme tarzı, fenomenleri fark eder ve onları sadece temsiller biçiminde algılardı. Burada fenomenler, bir “anlama” sahipti ve daha büyük bir dünya-görüşünün devamı olarak anlaşılır ve yorumlanırdı. Sonraki durumda ise fenomenler artık temsil edilme kabiliyetlerini yitirmeye başladılar. İlk durumda insanın kendi varoluşunun dışında alımlanmayan ve bir temsil kabiliyetine sahip fenomenler varken, ikinci durumda nesnelerin insanın kendi hayat pratiğinin dışında -“insan bilincinden bağımsız”- durabildiği bir “gerçeklik” vardır. İnsanın kendi bilincinden bağımsız olmak, nesnelerin bir bütünlük içinde olmaması ama daha önemlisi, insanın çeperlerinin dışında kalan bir anlama sahip olmalarına işaret eder. Nesneler, insan bilincinin dışında bir değere sahiptirler. Değer ve nesneler arasında, insandan bağımsız olarak işleyen süreç ise putperestliktir. Putperestlik, fenomenleri temsil edilemeyen ve insandan bağımsız bir “değer” olarak görmenin diğer adıdır. Putperest, nesnelere kendinden (hem insandan bağımsızlık anlamında hem bizatihi nesnelerde varsaydığı) bir değer atfedendir. Putperest, nesnelere kendinden bir değer atfeder ve sonra bu varsaydığı “kıymet”in peşinden koşarken hem aradığı nesneyi hem de kendini kaybeder. Putperest, tam olarak nesnede kaybolup onu göremeyendir

Oysa “gelecek” geçmişin birikiminin gerçek, aktüel bir güncellenmesine işaret eder ve ne yazık ki meslekler söz konusu olduğunda ortaya çıkan neredeyse her türlü “yenilik” tam da bu birikimi ortadan kaldırmaktadır.
Oysa “gelecek” geçmişin birikiminin gerçek, aktüel bir güncellenmesine işaret eder ve ne yazık ki meslekler söz konusu olduğunda ortaya çıkan neredeyse her türlü “yenilik” tam da bu birikimi ortadan kaldırmaktadır.

Barfield’dan aldığımız iki tutamaç var: İlki, bilimciliğin şimdiyi ve geleceği kuşatan bilmişliği; ikincisi ise fenomenlerin temsil kabiliyetlerini yitirerek parçalanması ve putperestliğin her tarafı kuşatması. Bu tablo içinde sosyolojik bakış, elindeki nesneyi yani toplumu her halükârda bilebileceğini ve şimdinin ve elbette geleceğin toplumunun gideceği yerle ilgili söz hakkını kimseye bırakmaz. İşin yahut mesleğin insandan uzaklaşmasına dair analizleri bir durum tespitinden çok bizi ikna etmeye çalıştığı ve temelde bilimciliğe hizmet eden, ona inanmamızı sağlayan bir aparat işlevi görür. O, öncelikle yüzeyde olana odaklanır, bilimciliğin açtığı yarayı göremez, onu gerçekten anlamaya çalışmaz. Putperestin körlüğünde sosyolog da payını almıştır.

Oysa “gelecek” geçmişin birikiminin gerçek, aktüel bir güncellenmesine işaret eder ve ne yazık ki meslekler söz konusu olduğunda ortaya çıkan neredeyse her türlü “yenilik” tam da bu birikimi ortadan kaldırmaktadır. Sosyolojik analiz tam da bu noktada bizi geleceğin toplumuna karşı hazırlar, ona alıştırır ama insana sahip çıkmaz. Zira insan, geleceğin mesleklerinin disiplinlerarası, insansız ve teknolojinin ince kıvrımlarında (Mumford’un makinesidir bu) sadece yok olup gitmez; bir aparata dönüşür. Hannah Arendt, modern zamanları karakterize eden üç özellikten birisinin teleskobun icadı ve yeryüzünün doğasını evrenin bakış açısından ele alan yeni bir bilimin ortaya çıkışı olarak işaretler. “İnsanın harita çizme, ölçme yeteneği, doğası gereği ancak çevresindeki bağlardan ve elinin altındakine ilgisinden sıyrılıp yakındaki her şeye karşı mesafe aldığında işleyebilir.” Bu, Barfield’ın temsil yeteneğini yitiren fenomenlerinin, insan bilincinden bağımsızlaşma sürecidir: putperestlik, yani körleşme süreci.

Geleceğe, zihinselleşmeye ve canlılığın kaybına dair

Owen Barfield.
Owen Barfield.

İşte “geleceğin meslekleri”, bize geleceğin insansızlığını anlatmaktadır. Örneğin yapay zekâ odaklı her türlü çalışma ve onun taşıyıcısı olan meslekler, insanlığın bütün bu süreçteki kaybının, yaşadığı dramın kısa bir özetidir. Sosyolojik bakışın göremediği de bu durumun resmini çekmenin, makineleşen insana bir malzeme sağlamaktan başka bir anlama gelmediğidir. Asıl kayıp, tekrar edecek olursak, insanın makine karşısındaki yitiminden çok, bizatihi değerini unutan ve makineleşen insanın kendisidir.

Yaşadığımız çağdaki canlılık kaybını, zihinselleşen işlerle doğru orantılı okumak mümkündür. Zihinselleşme, insanın doğrudan kendisi olduğu uğraşlarda artık kendisini bulamama hâlidir. Öte yandan zihinselleşme tekno-lojik-leşme sürecinin bir diğer adıdır. İnsana çağ atlattığı varsayılan her türlü yeni “keşif”, aslında onun dünyaya olan açıklığını kapatıcı bir işlev görmektedir. Bu çerçeveden bakıldığında, önümüzde duran geleceğin meslekleri skalasındaki her bir uğraş, aslında bu açıklığın kapandığını, insanın ilerlediğini sandığı yerde, en temeldeki formun yani canlılığın kaybını anlatıyor: Mesleklerin giderek daha da incelerek hayatımızı kolaylaştırdığı fakat bunun ne için yapıldığının unutulduğu (“kendini unutma”) bir tuhaf durum. Elin emeğinden ziyade giderek daha fazla zihinselleşen yaşamımız, bütün canlılığı istila eden kolaylaştırıcı vasfı altında her tarafı kuşatan, egemenliğini ilan eden tekno-lojik-leşmenin elinde bir aparata dönüşen ve makineleşen insan ve bütün bunları toplumsalın içinde kalarak anladığını varsayan uyduruk sosyal bilimler: hüzünlü ve ahmakça tablo.

Yaşadığımız çağdaki canlılık kaybını, zihinselleşen işlerle doğru orantılı okumak mümkündür.
Yaşadığımız çağdaki canlılık kaybını, zihinselleşen işlerle doğru orantılı okumak mümkündür.

“Tanrı’ya inanmak, sadece bize değil, aşkımızı, sahte tanrılardan korumamıza da bağlıdır” der Simone Weil ve ekler: “İlk olarak, geleceğin bütün isteklerimizi içine tıktığımız bir yer olduğuna inanmayı bırakmalı. [Zira] Gelecek, şimdiyle aynı cevheri paylaşır. (…) İkinci olarak, ihtiyacımız olanla, mülkiyetini edinmek istediğimiz şeyleri karıştırmamalı. (…) Uzun süreden beri kimse yalnız, sade ve süssüz bir hayatla tatmin olmuyor, her an bir başka şeye arzu duruyor. ‘Şeyler’ için yaşamak istiyoruz. Oysa, kendimize söylediğimiz bu yalanı bırakmamız, sadece kendisi için yaşanacak bir nesne olmadığını anlamamız yeterlidir.” Kendisi için yaşanacak bir nesne olmadığını anlamak: En önemli işimiz bu olmasın sakın, ne dersiniz?