Telefonun zilinde derin anlamlar gizli

Cemaat huşu içinde ibadetini yaparken dışarıdan gelen müzik bir anda caminin içini dolduruyor.
Cemaat huşu içinde ibadetini yaparken dışarıdan gelen müzik bir anda caminin içini dolduruyor.

Artık dışarıdan gelen sesler pek doldurmuyor camilerin içini. Namaza duruyorsunuz, tüm uyarılara rağmen kapatılmayan telefon zil sesleri tekbir ile otomatiğe bağlanmışçasına çalmaya başlıyor.

Metin Karabaşoğlu’nun Camide Dans Var kitabını okurken aklıma gelen “cami, dans, dışarıdan gelen müzik, ibadet, secde, İbrahim Tatlıses” kavramlarını yıllar sonra çağa ayak uymuş şekliyle yaşamaya devam ediyoruz. Karabaşoğlu’nun yazısını hatırlatayım. Camide cemaatle namaz kılınıyor. Cemaat huşu içinde ibadetini yaparken dışarıdan gelen müzik bir anda caminin içini dolduruyor. İbrahim Tatlıses’in “Allah Allah bu nasıl sevmek” şarkısı cemaati de etkisi altına alıyor ve cemaat artık sanki hocaya değil de müziğin ritmine uyarcasına namazını eda ediyor.

Hacı emminin cep telefonu

Artık dışarıdan gelen sesler pek doldurmuyor camilerin içini. Namaza duruyorsunuz, tüm uyarılara rağmen kapatılmayan telefon zil sesleri tekbir ile otomatiğe bağlanmışçasına çalmaya başlıyor. Hem de ne çalmak. Hacı emminin cep telefonundan bir oyun havası yayılıyor caminin içine. Ya da son günlerin popüler bir şarkısı caminin kubbesine kadar yükseliyor. Camide dans var gösterisi tekrar başlamış oluyor. İmamın sesine karışan müzik ile birlikte devam ediyor namaz.

Metin Karabaşoğlu,
Metin Karabaşoğlu,

Bazen zil sesi ilahi olunca hiç olmazsa buna katlanılır diyeceğiz ama ilahilerin sadece adı ilahi. Bir oyun havasının üzerine yazılmış “Muhammed’in o gözleri sürmeli / aşık olan rüyasında görmeli” telefon sesiyle oturup kalkıyor cemaat.

Telefonunun zil sesini ilahiye ayarlayan hacı emmiler hacı neneler telefon her çaldığında hiç acele etmiyor. Bir zikir edası ile önce kendinden geçiyor, huşu içinde ilahinin manevi atmosferini içine çekip öyle açıyor telefonunu.

Hasan Ali Toptaş’ın Kuşlar Yasına Gider romanında da böyle bir sahne vardı. Roman kahramanının dayısının çok sevdiği atı ölünce dayı, özlemini dindirmek için telefon zil sesini at kişnemesi yaptırır ve telefon her çaldığında bir müddet telefonu açmaz, atını hatırlar, gözleri yaşarır, hüzünlü bir şekilde telefonun açma düğmesine dokunur.

Telefon zil sesi deyip geçmemek gerek. Bunun da bir raconu ve havası var. İdeolojinin görünen bir yüzü vardır. Herkesin fikri kendine deyip düşünceler saklansa da insanlar düşüncelerini görünür yapmayı severler. Çocuklarına isim verirken yaparlar bunu mesela. Kürşat, Alperen, Deniz, Devrim, Talha, Tuğba, İkra, Zozan gibi isimler ailenin düşünce yapısıyla verilir genelde.

Telefon zil sesi deyip geçmemek gerek. Bunun da bir raconu ve havası var. İdeolojinin görünen bir yüzü vardır.
Telefon zil sesi deyip geçmemek gerek. Bunun da bir raconu ve havası var. İdeolojinin görünen bir yüzü vardır.

İdeolojinin; bıyığa, sakala, favoriye yansıması da sıklıkla rastlanan bir durumdu. Günümüzün karmaşık hayatında bunlar da birbirine karışmış durumda. Fırça bıyıklı birini camiden çıkarken görebildiğimiz gibi, çember sakallı birini demlenirken görmek de kimseyi şaşırtmıyor. Artık düşünceler değil ekoller etkili hayatta. Tarz olma hevesi ile artık bütün şekiller, idoller, simgeler birbiriyle sarmaş dolaş oluyor.

Telefon zil sesleri de böyle bir devinimden geçiyor. Bir anda Mehter Marşı ile cenge gitmeye hazırlanırken, bir Ahmet Kaya şarkısı ile doruklara sevdalanmak an meselesi olabiliyor. Dalgın olduğunuz bir an yanınızda uluyan bir kurt sesi ile Ötüken düşlerinden uyanabiliyorsunuz.

Öz çekim yapan teyzeler

Kalabalık otobüste içli bir ilahinin sesiyle huşu içinde devam eden yolculuğu sağlayan ses artık kimseyi şaşırtmıyor. Hacı emmi de herkese ilahi dinletmenin mutluluğu ile cevaplıyor telefonu. Elbette zil sesini uzun uzun dinlettikten sonra.

Bir anda Mehter Marşı ile cenge gitmeye hazırlanırken, bir Ahmet Kaya şarkısı ile doruklara sevdalanmak an meselesi olabiliyor.
Bir anda Mehter Marşı ile cenge gitmeye hazırlanırken, bir Ahmet Kaya şarkısı ile doruklara sevdalanmak an meselesi olabiliyor.

Çok hızlı alışıyoruz her şeye. Çok çabuk adapte oluyoruz yeniliklere. Çağın gereği gibi bir sihirli cümle var ki kimseye söz hakkı tanımadan ya da bahane sıralamaya fırsat vermeden oluyor ne olacaksa. Ev telefonlarının hızlı değişimi şimdi gözümde canlanıyor da… Çevirmeli telefondan tuşlu telefona geçip oradan telsiz telefonlara geçiş çok da kolay olmamıştı. Oradan nasıl bir hızla teyzelerin gün yaparken öz çekim yaptığı vakitlere geldik, hiç yadırgamadan yeni pozlar veriliyor telefona doğru; anlayamasak da alışıyoruz.

Torunundan telefon isteyen neneler artık “asker telefonu” istemiyor. “Figen Hanım’ın telefonu gibi olsun, büyük ekran, dokunmatik, selfie de yapabileyim.” Telefon geldikten sonra da uzun ve meşakkatli bir alıştırma evresi yaşanıyor. Elbette telefon zil sesi de en havalısından olacak:

“Nermin Hanım’ın telefonu çok güzel çalıyor. Onun gibi olsun.”
  • Altın günlerine giden teyzelerin birbirlerinin telefonlarında duydukları zil seslerini paylaşmaları da artık sıradan bir alış veriş halini aldı bile. Eskiden oyalar, yazmalar, kazak örnekleri paylaşılırken şimdi kimse böyle şeylerin yüzüne bakmıyor. “Ben artık örnekleri youtubeden izliyorum” diyor Hatice teyze. Kazak örnekleri WhatsApp durumlarında paylaşılıyor, gruplarda görücüye çıkıyor örnekler.

Zil seslerinin bir orkestra eşliğinde ayyuka çıktığı günümüzde biraz sessizliği arzuladığımız yerlerde bile yakamızı bırakmıyor korkunç bir gürültü. Birden bire çalıyor telefon ve başlıyor içimizdeki sessizliğin boşluğa yuvarlanması. Tâ ki hatlar kesilene kadar.