Türkiye’de din ve dizi ilişkisi: Televizyon tarihindeki kalıcı kodlar ortaya konuyor

Türkiye’de televizyonun ve özelde dizilerin dine bakışını anlamak için öncelikle televizyon alanının mantığını ortaya koymak gerekiyor. Bunun için de Türkiye’de televizyonun sıkça birlikte düşünüldüğü sinema ile farkı vurgulanmalıdır.

Türkiye’de devlet sineması 1990’lı yıllara kadar sansür yoluyla denetlenmek dışında doğrudan bir kültür politikasının aracı olarak düşünülmemiştir. Ancak televizyon 1960’lı yıllardaki erken girişimlerden itibaren devlet tekelinde olacak şekilde planlanmıştır. Bu da televizyonda aydınların bakış açısının daha hâkim olduğu bir durum ortaya çıkarmıştır. Televizyon, kültür politikalarının yürütüleceği ve kültürel meşruiyetin dağıtılacağı bir alan olarak kurgulanmıştır. Sinema ise bir düşük kültür alanı olarak genel bir eleştirelliğe hedef olsa da büyük ölçüde serbest bırakılmıştır. Bu durumun bir tezahürü Birleşen Yollar’ın (1970) 1974’te TRT’de yayımlanması söz konusu olduğunda ortaya çıkan aydınların eleştirileridir. Birleşen Yollar sinemada gösterime girdiğinde genel bir görmezden gelme ve başka vesilelerle dile getirilen ufak dokundurmalar dışında yoğun bir eleştiri söz konusu değilken aynı filmin televizyonda gösterilmesi büyük bir gürültüye neden olmuştur. Bunun sebebi ise televizyonun kuruluş mantığı itibariyle bürokratik söylemin kısıtlarıyla daha sıkı bir şekilde denetleniyor olmasıdır. Bu durum aynı zamanda televizyon alanının din meselesine bakışını da büyük ölçüde şekillendirmiştir.
Son dönemde din meselesinin diziler üzerinden yeniden gündeme gelmesi Kızılcık Şerbeti’yle birlikte oldu. Ama onun öncesinde dijital platformlarda Bir Başkadır yeni trendin öncüsü olarak din meselesinin tartışılmasının çerçevesini de belirledi. Ancak bu dizilerin kökenlerini sinemada ve televizyondaki geçmiş örneklerde bulmak da mümkün. Her şeyden önce Kızılcık Şerbeti bir bakıma ilk yerli dizilerimizden biri olan Kaynanalar (1974) ile genel yapı itibariyle büyük benzerliklere sahiptir. Kaynanalar da esasen bir Amerikan dizisi olan The Mothers-in-Law’ın (1967-1969) serbest bir uyarlamasıdır. Bu dizi de Amerika’da merkez-çevre karşıtlığı üzerinden şehirli-taşralı, yeni kuşak-eski kuşak, modernleşmeci-muhafazakâr farklılıklarından komedi devşiren bir yapımdır. Bu dizi gibi Kaynanalar da benzer bir karşıtlığı hikâyesine temel alır. Bu anlatılar hızlı bir modernleşme süreci içindeki toplumların tecrübe ettikleri kültürel bölünmeyi hafifletecek popüler kültür ürünleridir. Popüler kültür ürünü oldukları için de farklı okumalara açık bir yapıya sahiptir. Kâğıt üzerinde ve başlangıçta taşralı, eski kuşak ve muhafazakâr aileyi tiye alan bir yapımken bugün Türkiye’nin popüler kültür tarihine ilgili bir yazarın ifade ettiği gibi Tanzimat romanından itibaren popüler anlatılara konu olan “yanlış Batılılaşmış” züppe ailenin eleştirisi olarak da okunabilir.

Benzer bir yapı din meselesini dizilerde gündeme getiren Kızılcık Şerbeti için de söz konusudur. Dizi temelde dindar yeni zengin bir aileyi hedefe oturtuyor gibi görünse de dizide “seküler” tabir edilen ailenin kırılganlığını gösteren “kripto bir dizi” olduğunu söyleyenler de mevcuttur. Aslında bu tür ikircikli yorumlara yol açma durumu popüler kültür ürünlerinin çok anlamlı yapısının bir tezahürüdür. Bununla birlikte popüler kültür ürünleri aynı zamanda farklı mecralara sirayet edebilecek esnek yapımlardır. Kaynanalar TRT’nin erken döneminde tiyatro kökenli aydınları tarafından ekrana taşınmıştır. Tiyatro, Türkiye’de devletin etkin bir biçimde kültür politikası yürüttüğü “nitelikli” bir alandır. Ama aynı zamanda modernleşme sürecinde geniş halk kesimlerine ulaşabilen bir popüler kültür damarına da sahiptir. Sonraki süreçte bu damar meddahlık, orta oyunu ve Karagöz gibi geleneksel dramatik sanatlarla birlikte düşünülmüş, geleneksel tiyatro olarak da ifade edilmiştir. “Yeşilçam sineması” tabiriyle kültürel niteliksizlikle damgalanan popüler sinemanın özellikle komedi boyutunda bu tiyatroyla ortak bir kültürel zemini de bulunmaktadır. Zira Kaynanalar popülerleşmesiyle birlikte kısa bir zaman zarfında “Yeşilçam”a da uyarlanmıştır. Bu durum ayrıca eleştiriye konu olmuştur. Kızılcık Şerbeti ve sonrasında din meselesini konu alan diziler de benzer şekilde başarılarını Kaynanalar gibi hem resmi kültür hem de popüler kültür bağlamında hareket edebilmelerine olanak sağlayan kültürel açıdan amfibik özelliklere sahip olmalarına borçludur.

Din meselesi aslında 1990’lardan itibaren etnik meseleyle birlikte yoğun bir biçimde aydınların gündemine girmiş bir konudur. Bunun popüler kültür bağlamında tezahürleri de olmuştur. Hacı (2004) bu anlamda erken ve başarısız örneklerden biridir. Asmalı Konak (2002-2003) sonrası “ağa dizileri”nin popülerleşmesi bu dizilerin etnik ve dini vurgulu versiyonlarının da yapılmasını gündeme getirmiştir. Din vurgulu bir ağa dizisi olarak ifade edilebilecek olan Hacı’nın senaristi Robert Kolejlidir. Dizi politik göndermeleri sebebiyle ses getirmiş ancak halkta bir karşılık bulamamıştır. Kızılcık Şerbeti ve onu takip eden dizilerin senaristleri ise muhtemelen Robert Kolejli değildir. En azından antropolojik düzeyde bir din bilgisine sahip oldukları ya da bu konularda danışmanlık aldıkları, dinin gündelik hayattaki tezahürlerinin dizilerde tutarlı bir biçimde verilebilmesinden anlaşılmaktadır. Diğer yandan dizinin yapımcısının da Yeşilçam kökenli oluşu, dizinin popüler başarısının tesadüf olmadığını ortaya koymaktadır. 1990’lardan bugüne gelişen dizi anlatısının oluşmasında TRT geleneğinin yanı sıra reklamcılıktan ve Yeşilçam’dan gelenlerin de katkıları mevcuttur. Dizi alanında Yeşilçam’dan gelenlerin kültürel meselelere vukûfiyetleri daha yüksektir. Kızılcık Şerbeti ve Kızıl Goncalar dizi alanının Yeşilçam kanadından gelen örneklerdir.

Yeşilçam sinemacılarının kültürel yetkinliklerinin yanı sıra havayı koklama kabiliyetleri de yüksektir. Kimi zaman havayı yanlış kokladıkları da olur ama bir şekilde yeni dönemlere ve ortamlara hızlıca uyum sağlamayı da bilirler. Dizi alanındaki Yeşilçam kökenlililerin de bu özellikleri muhafaza ettikleri söylenebilir. Son dönemde dizilerde din meselesinin gündeme gelmesini ise televizyon alanındaki çeşitli değişimlerle ilişkili düşünmek mümkün. Bunlardan en önemlisi dijital platformların ortaya çıkışıdır. Dijital platformların yaygınlaşması ve bu platformların abonelik ücreti üzerine kurulu bir iş modeline sahip olması ses getiren yapımların yapılmasını gündeme getirmiştir. Din meselesi de dizilerde ses getirebilecek konulardan biri olarak öne çıkmıştır. Bir Başkadır bu açıdan çok konuşulacak dizilerin bir prototipidir. Sonraki süreçte Doğu, Kübra, Arayış gibi örnekler de ortaya çıkmıştır. Ancak konunun tam olarak tüketilebildiği söylenemez. Dijital platformların daha çok abonelik ücreti ödeyebilecek orta sınıf seyirciye seslenmesi din meselesine yaklaşımın bağlamını belirlemiş ve kısıtlamıştır. Bu arada televizyon alanında da düşük izlenme oranları ve seyirci kitlesinin parçalı hâle gelişiyle birlikte dijital platformlarla rekabet edebilmek için ses getiren konulara yönelinmiştir. Elbette açık televizyonun mantığı sadece ses getirmek üzerine kurulu olamaz. Ses getiren yapımlar reklamverenlerin daha çok önemsediği orta sınıf seyirciyi ekran başına çekse de uzun vadede geniş seyirci kitlesine de hitap edebilmek diziler için öncelikli olmaya devam etmektedir. Açık televizyon dizilerinde din meselesinin ses getirecek ama aynı zamanda geniş kitleyi de ilgilendirecek şekilde tam potansiyeliyle ekrana gelişi böyle bir ortamda gerçekleşmiştir.

Din meselesini konu edinen dizilerde dinin nasıl ele alındığı ise ilk bakışta ortaya çıkan manzara itibariyle devletin, bürokrasinin ve aydınların dine bakışının yansıması olarak ortaya çıkmıştır. Özellikle Kızıl Goncalar’ın tarikat ve cemaat yapıları başta olmak üzere muhafazakâr çevrenin tepkisine maruz kalması edebiyatta, basında ve sinemada üretilen geçmiş klişeleri tekrarlayarak devletin hışmını çağıracak şekilde bu grupları hedef göstermesiyle alakalıdır. Dizide çocuk yaşta evlilik meselesi üzerinden tarikat yapılarının tartışmaya açılması bu yapıların geniş toplum kesimleri ve siyasi merkez nezdinde gözden düşürülmesi amacına matuftur. Meselenin toplumsal karşılığının ötesinde söylem gücü biraz da dünya genelindeki İslam karşıtlığına eklemlenme kabiliyetiyle ilişkilidir. Diğer yandan tarikat yapılarının ekonomik, sosyal ve giderek siyasal gücünün tebarüz ettirilmesi ise daha çok 12 Eylül sonrası süreçte bu yapılara karşı siyasi merkezin tavrının bir parçası gibi durmaktadır. Bu süreçte tarikat ve cemaat yapılarının uyarılması, büyütülmesi ve biçimsizleştirilmesi söz konusu olmuştur. Bu yapılara sinema, televizyon ve medyanın diğer alanlarında alan açılması bu gruplara toplumsal karşılıklarının çok ötesinde bir görünürlük kazandırmıştır. Bu görünürlüğün olumlu yanları olduğu kadar olumsuz yanları da vardır. Bugün tarikat ve cemaat yapıları bir sorunsal olarak ekrana taşınırken geçmişte bu yapıların film ve dizilerde sorunsuz temsil edilmeleri de söz konusu olmuştur. Geçmişte olumsuz temsil dışarıdan ve yüzeyselken günümüzde içeriden ve daha derinlikli bir mahiyete sahiptir. Karalamanın yerini ifşaat almıştır.

Kızılcık Şerbeti’ne geri dönecek olursak bu dizide ortaya konan dindar profilinin 1950’li yıllardan itibaren basında ve sinemada eleştirel bir karikatür olarak ortaya çıkan “Hacı Ağa” tipinin bir tür devamı olduğunu söyleyebiliriz. DP’nin CHP içinden çıkışıyla birlikte muhalefete dair eleştirel söylemin uğraklarından biri DP’lilerin sıklıkla ilişkilendirildikleri taşra eşrafının görgüsüzlüğü olmuştur. Kızılcık Şerbeti’nin kökenlerinde yer aldığını söylediğimiz Kaynanalar ve bir bakıma onun devamı sayılabilecek Sonradan Görmeler dizisi aslında 1950’lerden günümüze bir devamlılık içerisinde düşünülebilecek olumsuz taşralı yeni zengin temsillerinin televizyon alanındaki örneklerini oluşturur. Geçmişte taşralılık, geleneksellik ya da açgözlülük bu temsilin farklı dönemlerdeki farklı vurgularını oluştururken günümüzde dindarlık öne çıkmaktadır. Geçmişte kendini devletle ya da bürokrasiyle özdeşleştiren ve bu noktainazardan taşralı zenginleri eleştiren söylem Gezi Parkı olaylarından sonra farklı bir moment kazanmıştır. Kızılcık Şerbeti’nde MÜSİAD göndermesi yapılırken temel karşıtlık “dindarlık” ile “sekülerlik” arasında kurulmakta, zenginliğin nasıl elde edildiği sorunsallaştırılmamaktadır. Bir bakıma geçmişteki bürokratik söylem büyük sermayeyle eklemlenecek şekilde genişletilmektedir. Meselenin bir hayat tarzı meselesi olduğu vazedilmektedir. Din de bu meselenin kaynaklarından biri olarak tespit edilmektedir.
Diğer yandan artık “Hacı Ağa” karikatürü de değişmektedir. İlginç bir biçimde Kızılcık Şerbeti’nin “dindar” ailesinin reisi “seküler” ailenin gösterişli kadın ferdi tarafından arzulanır hâlde resmedilmektedir. “Dindar” ailenin “seküler” hayat tarzına açık ve her iki “oyunu” da oynayabilen karakteri ise nerdeyse dizinin en olumlu karakterlerinden biri olarak çizilirken yine “seküler” ailenin güçlü kadın ferdi ile evliliğe varan bir ilişki içerisinde gösterilmektedir. “Dindar” ailenin erkeklerinde olumsuz yük annesinin sözünden ve etki alanından çıkamayan erkek çocuğa yüklenmiştir. Dolayısıyla da olumsuzluğun asıl kaynağı “dindar” ailenin annesidir. Bununla birlikte dizide en çok ses getiren olay “dindar” ailenin kızının, ailesinin (esasen annesinin) zoruyla evlendirilmesi ve bu evlilikte şiddete maruz kalmasıdır. Mazlum ya da zalim dizinin sorunların odağında gösterdiği artık “dindar” erkek değil “dindar” kadındır. İş hayatına katılmayan, evde oturmayı ve yemek pişirmeyi fazilet sayan, dindarlığı aile içinde yeniden üreten ve sonuç olarak hayat tarzı temelinde kodlanan bütün sorunların yaratıcısının ve aynı zamanda bu sorunların en büyük kurbanının “dindar” kadın olduğu izhar edilmektedir. Sonuç olarak dizide din meselesinin önemli bir boyutunun kadın meselesiyle ilişkili olduğu anlatılmaktadır. Dindar kadının iş hayatına atılmasının ve ailesinden bağımsızlaşmasının sorunların çözümü olduğu vazedilirken aynı zamanda bunların yeni sorunlara kapı aralayacağı da dizinin çok anlamlılığına katkı sağlayacak şekilde gösterilmektedir.
Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.