Umudun kandili

Umut, bazı zamanlarda öğrenilmiş bir çaresizliğin ağlarına yakalanır.
Umut, bazı zamanlarda öğrenilmiş bir çaresizliğin ağlarına yakalanır.

Umut, bazı zamanlarda öğrenilmiş bir çaresizliğin ağlarına yakalanır. Çoğu kez öylesine saçından tırnağına kadar kırılıp saçılmıştır ki umut, insan hiçbir zaman onun dağılmış parçalarını tekrar bir araya getiremez. Defalarca yenilmiş olmanın tecrübesi, ruhumuzu bir mağlubiyet damgasıyla dağlar.

  • Umut eden kişi, sadece “ben umuyorum” dememektedir, aynı zamanda “sende umudum var”, “bizim için umut duyuyorum” demektedir, çünkü umut etmek, daima kişisel bir gerçekliğe, “sen” olabilecek bir varlığa güvenmektir.
  • Gabriel Marcel

“Size düşüş sırasında yazıyorum” demişti Rene Char, “Dünyada olmak durumunu böyle duyumsuyorum.” İnsandan başka bir canlıda bulunmadığını varsaydığımız bir ruh taşımı, bilincimiz, bize birkaç nitelik bağışlar. Bunların pek çoğu da birbiriyle sıkı ilişki içerisinde. İnsan kendisi üzerine düşünebilen ve geleceği hayal edebilen bir varlık. Öngöremediğimiz bu gelecek, bir düşüş duygusu veriyor bizlere. “Başkaları zamandan düşer, bense zamana düştüm” diyor Cioran. Bir olma şaşkınlığı.

Rene Char
Rene Char

Yine de her birimiz bu düşüş duygusunu farklı şekillerde deneyimliyoruz. Olabileceğini öngördüğümüz ancak emin olamadığımız mutlu bir olay karşısındaki bekleyişimizi umut diye adlandırıyoruz; tehlikeli, istenmeyen bir olay karşısındakini ise kaygı ve endişe. İnsan olmamız nedeniyle umudun ve kaygının kolları her birimize yetişiyor. Her ikisi de yaşamlarımızdaki silinmez müphemliğin farklı ışıklar altındaki görünümleri.

Aslında, iyi sonuçlanacak ya da kötü- istenmeyen sonuçlara yol açacak bir geleceğe dair yansıtmalar aynı belirsizliği içerir. Kontrol demeyeceğimiz olayların ne niteliğini ne de miktarını bilmeyiz. Buna mukabil sınırlı yapıları dahilinde bile olsa, aklımızın ve irademizin etkileyebileceği unsurlar hemen hemen belirgindir. İşte, umudun ve kaygının bizim üzerimizdeki etkisi de bu belirsizlik alanından ziyade, muktedir olduğumuz bu belirgin eylem alanında ortaya çıkıyor. Kaygı, ruhlarımızda bir tür felç hali yaratarak, baş vurabileceğimiz iç ve dış kaynaklarımızı da kullanmaktan bizi alıkoyarken, umut tüm kaynaklarımızı seferber etmeye iter.

Umut, bazı zamanlarda öğrenilmiş bir çaresizliğin ağlarına yakalanır. Çoğu kez öylesine saçından tırnağına kadar kırılıp saçılmıştır ki umut, insan hiçbir zaman onun dağılmış parçalarını tekrar bir araya getiremez. Defalarca yenilmiş olmanın tecrübesi, ruhumuzu bir mağlubiyet damgasıyla dağlar.

Bu tecrübeler sadece geçmişteki bireysel girişimlerimizin sonuçsuz kalmasıyla da oluşmaz. Dahil olduğumuz sınıfın tecrübeleri, kolektif umutsuzluk olarak önümüze bir duvar örer. Veya bizatihi aynı türde bir engellenmişlik olmak zorunda da değildir acı tecrübeler. Bir hastalık organizmamızdan ruhumuza girdiğinde yalnızca bedenimizi ele geçirmekle kalmaz, yüreğin dalları arasında da karanlık bir ağ örer. Umut o ağlara takılır, ruh süreğen bir karanlığa gömülür.

Umutsuzluk, ruh ve bedene kendi karakteristik izini bırakır. İnsanlarla ilişkilerimiz, genel kişilik yapımız, yüz ve beden ifadelerimiz hatta sağlığımız bu izi yaşamın her alanında taşır. Ancak yol açtığı başka pratik vahim sonuçlar da var. Umudun, insanda ve yalnızca insana özgü olmasının yöneldiği bir gaye var çünkü. İnsanda bir organizma olarak yaşam sürdürme işlevini aşan özlemlerin adıdır umut. Yaratıcı eylemin, insanın bir şeyler başarmaya çabalamasının sebebidir.

Yıkıcılık, umutsuzluktan doğar. Artık umut kalmadığında, bizler de bir sıfır noktasında asılı kalamayız. Yıkıcılık ister istemez yüreğin çöreklendiği yerinden başını kaldırır. Yıkıcılık bazı insanlarda, başkalarına ve genel olarak varlığa karşı yönelir. Hınç ahlakı kişinin yargılarını ve eylemlerini rehin alır. Kötümserlik, art niyetlilik, ön yargı, şefkatsizlik, saldırganlık vb tüm habis duygular, insanlarla arasındaki ilişkilerde görüşünün bulanmasına neden olur.

İyi ve ahlaklı olma kaygısı taşıyan ya da engellenmiş olan diğer bazı insanlarda ise, bu hınç ve yıkım güdüsü kişinin kendine yönelir. Özyıkım, depresyon, kaygı, tükenmişlik olarak ruhta işlemeye başlar. Kişi kendini sabote eder, yaşam yollarına kendi eliyle tuzaklar yerleştirir. Tüm bunlara psikolojik kaynaklı pek çok bedensel rahatsızlık da eşlik eder. Yaşamın dostu olmayı başaramayan insanlar, ölüm ve yıkım tarafından dostluğa kabul edilirler.

  • Ve başka bir çürümeyi de başlatır umutsuzluk. Umut etmek, en temelinde, umudu inşa etmektir. Arzulamak nasıl ki arzuyu sürdürmek ve büyütmek içinse, umut etmek de umudu yaşatmak içindir.

Yaşayan bir umuda, sadece onun sahibi olan kişi bağlanmaz. Umudumuz, olguların dünyasındayken dahi başka insanlardandır. Bize dostane bir elin uzanacağına, imkansızlığın, ihtimal dışılığın bertaraf edilebileceğine, insanların iyilik edeceğine, bize değer vereceğine güvenmektir. Dikey bir boyutta ise, tüm varoluşun ve onu yaratanın iyi niyetine bağlanırız. Hem insanların hem de yüce yaratıcının bizim hakkımızda bir hüsn-ü niyet sahibi olduğunu var sayarız. Umudu kesmek, bu hüsn-ü niyetin doğrulanması için bir imkanı reddetmektir. Oysa insanlara yer yüzünde iyilik yaratmaları için bir şans verilmelidir.

Tüm yaradılış umudun eseridir. Meyve ağaçları çiçeklendiğinde umut ederler, gün doğduğunda, yağmur yağdığında, çocuklar dünyaya geldiğinde umudu da taşırlar. Umudun bu kadar yüz çevrilemez olmasının sebebi, her günlük hayatımızın ritmini oluşturması. Hatırlarken geçmişi bugüne bitiştiririz, umut ederken ve özlerken ise geleceği. İnsan, içeriden yapılan ve içten başlanarak değiştirilebilen bir canlı. Hayatın azgın sularını aşıp da karşı tarafa geçmek için kuracağımız köprüleri ancak umut bize ilham edebilir.

Umut ve iyimserlik, dünyamızdaki eksikliğiyle bize kendi gelişini müjdeleyen bir şeylerin habercisidir. En azından onu aramak, gelmesi için onu çağırmak, yerini hazırlamak boynumuzun borcudur.

Sevindirici olan şu ki, genelde gelmeleri için kendilerine bir yer açılmış ve çağrılmış şeyler, gelir. Yahut, kendileri gelmemiş olsa da yerleri boş kalmaz. Umut, her halükarda bir şey yaratır. Yaşamdaki tüm atılımlar, bu şekilde hükmünü icra eder.

Bununla beraber, en müjdeli ve iyi şeylerin bile yanlış bir tarzının olması mümkün. Umudun da yanlış ve zararlı iki üslubu, faydadan çok zarara neden olabiliyor. İlki, “beklenti” olarak da tanımlanabilecek edilgen ve pasif umut şekli. Bu şekilde bir genel beklenti hali, zamanın sonsuzluğuna veya iradenin yokluğuna oynar. Ya, insan kendi kaderinin eli olduğunu yadsır, bir şeylerin kendiliğinden yola gireceği, birilerinin onun için harekete geçeceği, onu kurtaracağı düşüncesiyle avunur. Ya da daha zamanın çok olduğu, öncelikle daha acil başka şeyleri halletmesi gerektiği veya umudu için henüz zamanın gelmediği tedirginliğiyle sürekli bir erteleme içine girer. Umut edilen için sorumluluk alma, harekete zamanı “şimdi” değil başka zamandır. Şimdi veya daha sonra değilse bile, bir başka dünyada – mesela cennette- elbette güzel bir şeyler olacaktır. İnsan, sadece niyetinin, bunu hak etmeye yeteceğine inanacak kadar safdil veya tembel olabilir. Oysa, herkese yalnızca kendi emeğinin- çabasının karşılığı verilecektir.

Emily Dickinson
Emily Dickinson

Bir diğer hatalı umut tarzı ise, ısrarla talep etmektir. Bir alacaklı gibi, insanların ve kaderin kapısına dayanmak, gırtlağına çökmektir. Beyaz balinanın peşindeki Kaptan Ahab gibi hem kendini hem de ona güvenen insanları hüsrana sürüklemek işten değil bu durumda. Bir şeyi ele geçirmeyi yaşamın temel planı haline getirdiğinizde ve peşinden onu kovalayıp da elde edemediğinizde hırs yapmak, aslında içinde umuda hiç de yer olmayan bir tavırdır. Bu, insanın aklına ve iradesine atfettiği iktidarın kibridir. Kaybediş ve öğrenme çoğu zaman birlikte doğar. Yaşamlarımızın içinde her zaman çok geniş ölçüde bir belirsizlik olduğunu, başkalarının iradeleri ve yaratılışın ölçüsüyle mukayyet olduğumuzu kabul etmek, bizleri daha makul ve etkili davranmaya sevk edecektir. Yine de erişemezsek, umduğumuzun yerine bulduğumuzun da yararlı olabileceğini, onun da bizden bir beklentisi olduğunu hatırlayalım.

  • "Umut" o tüylü şeydir -
  • Ki ruha tüner -
  • Ve şakır durur sözsüz bir ezgiyi -
  • Ve hiç durmaz - hep öter -
  • Ve - Borada - en tatlı - duyulur sesi -
  • Fırtına nice şiddetli olmalı -
  • Ki yıldırsın bunca insanı ısıtan
  • Bu küçük Kuşu -
  • En soğuk ülkede işittim onu -
  • Ve en yabancı Denizde -
  • Ama - ne Cefalar çekti de - yine
  • İstemedi - tek kırıntımı bile.’’
  • diye yazar Emily Dickinson.

Umut insanları genişletir. 'Umut bizlere sadece umudu olmayan kişiler için verilmiştir...' Bir diğer deyişle, sadece içimizdeki umut, biçare olup da artık umudu kalmamışlara bir yardım eli olabilecektir. Bu düşünceye, Benjamin'in umudun gizemli yolunu vurguladığı bir başka ifadesini de eklemek isterim: “Son umut, o umudu taşıyan için asla son değildir, sadece umudun beslendiği kişiler için sondur” diye yazar Eugenio Borgna, Ruhun Yalnızlığı’nda.

Eugenio Borgna
Eugenio Borgna

Umut, daha büyük bir canlılık, daha büyük bir duyarlılık ve akılcılık sağlamak yönünde gerçekleştirilmek istenen her toplumsal değişimin, belirleyici öğesidir. Erich Fromm Umut Devrimi’nde şöyle yazar: “Umut, kendi içinde çelişkilidir. Ne edilgin bekleyiştir, ne de gerçekleşmesi olanaksız koşulların gerçekçi olmayan bir şekilde zorlanmasıdır. Atlama anı geldiğinde sıçrayacak olan çömelik bir kaplana benzer umut… Umutları zayıf olanlar, ya vurdumduymazdırlar ya da şiddete eğilim duyarlar; umutları güçlü olanlar, yeni yaşamın tüm belirtilerini görür, bundan sevinç duyarlar ve doğmaya hazır olan şeyin varlık kazanmasına yardımcı olmaya her an hazır bulunurlar.”

Umut bittiğinde hayat biter. Umut inanmaktır: Geleceğin bizim için daha güzel şeyler sakladığına. Umut ancak kuvvetli bir inançla kaimdir. Umutsuz insanın yüreği katılaşmıştır. Umutsuz insan hayattan nefret eder ve öç peşinde koşar. Hayatı üretemeyen, hayatı yok etmeye yeltenir.

Umut, biz kalplerimizi birbirimize yasladığımızda belirir. Gelecek bugünden iyi olabilir: Yeter ki sen çabala! Yeter ki sen o güzel günleri çağırmayı bil. En koyu karanlığın ortasında çakan bir ışık yalımı. Sevmeyi bilirsek içimizde bir sevinç filizlenir. Umut edebildiğimizde hayat bize yeni yollar açar. Yaşıyoruz, çünkü umut edebiliyoruz. Umut onca derdin arasında: ”Bu da geçer ya Hû!” Sabredersen yarın daha güzel bir gün olabilir. Bin kapı kapansa da bir kapı açılır. Kazanılan bir şeydir umut, hayatın olanca zorluğu içinde tırnaklarınızla kazdığınız bir tünel kurduğunuz doğru köprü, bulduğunuz doğru insandır. Koca bir karanlığı aydınlatmaya bir mum yeter!

Yeter ki hiç sönmesin içimizde umudun kandili.