Uzaktan öğrenmekten uzaktan öğretmeye

Esma Bilgin Taşdemir ve Rumeysa Bilgin
Esma Bilgin Taşdemir ve Rumeysa Bilgin

Pandemi ile birlikte eğitimin “zorunlu” olarak dijital ortama taşınmasının akabinde uzaktan eğitim sistemi, pek çok tartışmanın konusu oldu. Uzaktan eğitimin uygulanabilirliği, uzun vadede eğitim sisteminin büyük ölçüde dijital ortama taşınmasının mümkün olup olmadığı, hocalar ve öğrenciler açısından uzaktan eğitim sisteminin avantajları ve dezavantajları gündeme getirildi. Pek çok tartışma ülkemiz için “görece” yeni olan bu eğitim sisteminin henüz sonuçları bilinemeyeceği için nihayete erdirildi. Oysa, her ne kadar gündemimize yeni dahil olmuş olsa da uzaktan eğitim sistemiyle üniversitelerden mezun olmuş pek çok kişinin varlığından haberdarız.

Esma Bilgin Taşdemir ve Rumeysa Bilgin kardeşler de lisans eğitimini uzaktan tamamlayanlardan. Esma Bilgin, Londra Üniversitesi’nin uzaktan eğitim programı dahilinde İnformasyon Sistemleri ve Bilgisayar Bölümü’nden mezun olurken, Rumeysa Bilgin de yine aynı üniversitenin uzaktan eğitim programı dahilinde olan Yönetim ve Bilişim Sistemleri Bölümü’nden mezun oldu. Akabinde her ikisi de lisansüstü eğitimlerini Türkiye’de örgün eğitim sistemi dahilinde tamamladı. Halihazırda Esma Bilgin İstanbul Medeniyet Üniversitesinde Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü’nde, Rumeysa Bilgin ise İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi’nde Uluslararası Ticaret ve Finans Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktalar. Bilgin kardeşlerle, lisans döneminde “talebe” iken tecrübe ettikleri uzaktan eğitim süreçleri ile pandemi ile birlikte “hoca” olarak tecrübe ettikleri uzaktan eğitim süreçleri üzerine konuştuk.

Uzaktan eğitim süreciniz nasıl başladı?

Esma Bilgin Taşdemir: 1999-2000 yılları başörtüsü yasaklarının aktif olarak uygulandığı bir dönemdi. Burada üniversite sınavına başörtüsü ile girmekte sıkıntı yaşanıyordu.

Beyza Karakaya, Esma Bilgin Taşdemir ve Rumeysa Bilgin
Beyza Karakaya, Esma Bilgin Taşdemir ve Rumeysa Bilgin

Bir gün denk geldi, bir gazetenin köşe yazısında Londra Üniversitesi’nin uzaktan eğitim programı olduğunu öğrendim. Başka bir açıklama yoktu sadece web adresi vardı. Sonra onu araştırmaya başladık. Daha sonra yurt dışında uzaktan eğitim veren çok fazla üniversitenin olduğunu fark ettik. İngiltere’deki Exeter Üniversitesi, Amerika’daki üniversiteler vs… Ama araştırmalar sonucunda Londra Üniversitesi’nde karar kıldık çünkü dünya çapında tanınırlığı olan bir üniversite olduğunu fark ettik. O dönemde uzaktan eğitimin nasıl olacağı hakkında bir fikrim yoktu. Kafamda sadece açık lise formatı vardı. Ama tek şansımız bu olduğu için dört elle sarıldık. Bu noktada anne ve babamız bizi her zaman hem teşvik etti hem de maddi-manevi desteklerini esirgemediler. Gerek çalışmamız için gereken ortamın sağlanması gerekse de yurtdışından getirttiğimiz kitapların ve sınavların ücretleri gibi maddi şartların yerine getirilmesinde...

Peki süreç nasıl işledi? Lise diploması yeterli oluyor muydu uzaktan eğitim programına başvurmak için?

E.B.T: Bizim lise diplomalarımızın üzerine bir de İngiliz sisteminden bir sertifikasyon istediler.

Okumak istediğimiz bölüme göre ayarlanan bir gereksinimler listesi vardı. Onları da tamamladıktan sonra başladık. Başlangıçta ne olursa olsun kabulümüz niyetiyle başladık. Zira bu bizim tek çıkış yolumuzdu. Dört elle sarıldık. O vakitler denklik garantisi de yoktu.

Sadece kendimiz için okuyacağız diye çıktık yola. Ancak mezun olduktan sonra denkliğin peşine düştük. O da ayrı bir macera.

Birlikte mi başladınız üniversiteye?

E.B.T: Birlikte başlayamadık. Ben A-Level yapmak zorunda kaldım kardeşim de O-Level yapmak zorunda kaldı. Bir sene vardı aramızda.

Rumeysa Bilgin: Benim İngilizce yeterliliğim yoktu, ablamın vardı. O yüzden aynı anda başlayamadık. Ben bir sene de bu TOEFL sınavı için harcadım.

Liseyi örgün eğitimle mi tamamlamıştınız?

E.B.T: Yarı yarıya. Yarısı örgün eğitim ile yarısı uzaktan eğitimle oldu. O dönem İmam-Hatiplerde kat sayı problemi vardı. Biz de fen bölümünden mezun olabilelim diye birinci sınıftan sonra açık liseye geçtik. O yüzden sistem biraz da olsa tanıdıktı ama tabi ki üniversite zordu bizim için.

Dersler online mı gerçekleşiyordu?

E.B.T: Dersler online değildi fakat bitirmemize yakın online dersler başlamıştı. Online olarak bazı kaynaklara erişebilme imkânınız vardı fakat onun dışında her şey, dersin kitaplarını okuyup yazılı sınavlara girmek şeklindeydi.

Bizim eğitim şartlarımızda düşündüğümüzde sizi disipline eden motive eden bir sistemin ya da rekabetçi bir ortamın içinde değildiniz. Motivasyonunuzu nasıl sağladınız?

R.B: Sanırım birlikte olmamız etkili oldu. Tek başımıza olsaydık daha zor olabilirdi, ya da çaba harcamayabilirdik. Bir de başka bir şey yapmayı hiç düşünmedik zaten. Lisede çok çalışan öğrencilerdik. Açık öğretimde okurken de çalışkan öğrencilerdik.

Gün içinde çalışma sisteminiz nasıldı?

R.B: Yani sabah kalkıp belirli bir program dahilinde ders çalışıyorduk. Sabah 9’dan öğlen 12’ye kadar çalışıyor, öğlen bir ara veriyor, akşam tekrar 5’e kadar ders çalışmaya devam ediyorduk.

Okul gibiydi yani?

R.B: Evet okul gibiydi ve hafta içi her gün bu şekilde çalışıyorduk.

E.B.T: Ailemiz de bize o noktada bir esneklik sağlıyordu. Bizden başka çok fazla bir şey beklemiyorlardı. Ev işlerine tabii ki katkımız oluyordu. Ya da sosyal ilişkilerimiz de vardı ama bizim ders çalışma saatlerimiz belliydi. Okuldaymış gibiydik. Hatta çok enteresan 150 m2 evde oturuyorduk ama ikimiz aynı anda yalnızca 20 m2’nin içindeydik. Belki o bile bir motivasyon sağlıyordur.

Ortak dersleriniz oluyor muydu?

R.B: Farklı bölümlerde okuyorduk ama birbirlerinden çok uzak bölümler değildi ortak derslerimiz de olmuştu.

Derslerinizin online olmadığını söylemiştiniz peki nasıl çalışıyordunuz?

R.B: Bütün derslerimiz için ders kitabı satın alıyorduk yurt dışından. O kitapları alıp okumak zorundaydık. Bugün öğrenciler böyle bir şey yapmıyorlar. Ders kitabı okumak gibi bir alışkanlıkları yok.

E.B.T: Kitabı kapaktan kapağa okuyorduk yani.

R.B: Evet bütün kitaptan sorumluyduk. Şimdi ben ders anlatırken öğrencilerime ders kitabının sadece belirli bir bölümünü anlatacağımı söylüyorum ve sadece oradan gidiyoruz.

  • Oysa biz ders kitabındaki tüm bilgileri öğrenmek zorundaydık. Bugün ben öğrencilere bakıyorum. Hocanın anlattığı kısımlar dışında kendilerini asla ders kitabından sorumlu hissetmiyorlar. Dersin kısıtlı bir süresi var ve bazen başka şeyler araya giriyor hoca o günkü müfredatın hepsini anlatamayabiliyor.

Sizin anlatamadığınız kısım orada kalıyor. Öğrenci dersten sonra o kısmı kendi başına öğrenmek için herhangi bir çaba harcamıyor.

Bu eğitim sisteminden mi kaynaklanıyor sizce?

E.B.T: Evet, bizim sistemimiz bütüncüldü. Her şeyi bilmek durumundaydık. Hatta ben yüksek lisansa başladığım zaman kütüphanemde lisansta okuduğum kitaplara bakıyordum 8-10 tane kitap var belki ama baştan sona okunmuş kitaplar hepsi de. Örgün eğitimden gelen arkadaşların daha fazla kitap okuduğunu düşünüyordum ve benim okuduklarım az görünüyordu gözüme. Sonra arkadaşım “Biz kitap okumazdık, slayttan çalışırdık” dedi. Slayttan çalışmak diye bir şey olduğunu o zaman öğrendim ben.

Sosyal bilimler ya da sosyal bilim kavramları kitaptan okuyarak anlaşılır elbette fakat sizin bölümleriniz sayısal bilimlerde ve soyut bir şeyi kitaptan anlamak oldukça zor olsa gerek.

E.B.T: Evet. Benim lisans eğitimim internetin yaygınlaşmaya başladığı bir döneme denk gelmişti.

Başlangıçta ne olursa olsun kabulümüz niyetiyle başladık. Zira bu bizim tek çıkış yolumuzdu. Dört elle sarıldık.
Başlangıçta ne olursa olsun kabulümüz niyetiyle başladık. Zira bu bizim tek çıkış yolumuzdu. Dört elle sarıldık.

Ve bir konuyu anlamadığım zaman internette araştırma imkânım vardı. İlk senelerimde daha az internet kullanabiliyordum. Hiç unutmam “Turing makinesi” diye bir kavram vardır bilgisayarda. Ben onu kendi kendime anlamaya çalışmıştım. Kendimce anladığım şeyin daha sonra Turing makinesine yaklaşık olduğunu fark ettim. Ama onu çözmek için epey zaman harcamıştım. Belki de işin güzel tarafı oydu.

R.B: Bu noktada şunu da söylemek lazım. Türkiye’de daha sonra hoca olduğumuz zaman ben Türkçe kitapları gördüğümde fark ettim bizim okuduğumuz kitapların öğretme kabiliyetinin çok yüksek olduğunu. Pedagojik açıdan çok başarılı kitaplardı. Gerçekten bir insanın kendi başına öğrenmesini sağlayabilecek şekilde yazılmışlardı. Ama Türkçe yazılmış ders kitaplarına baktığımızda gerçekten çok yetersiz olduklarını, ders notu gibi hazırlandıklarını görüyoruz. Hatta ilginçtir ki bazıları yurt dışında yazılmış kitapların neredeyse Türkçe tercümesi şeklinde. Kitap başka bir kitap, yazarı başka ama o kitapları almış parça parça tercüme etmişler.

Bunu neye bağlıyorsunuz?

R.B: Onlar öğretmeyi biliyorlar. Kitabın soruları, resimleri, bölümlenmesi, inşa edilmesi… Ders kitapları gerçekten çok güzel hazırlanıyor orada. Ama şöyle bir durum var sanırım. Yurt dışında ders kitapları yazıldıktan sonra ciddi aşamalardan ve kontrollerden geçiyor. Burada ise hocalarımız geniş bir makale yazar gibi ders kitabı yazıyor ya da ders notlarını genişletip kitap haline getiriyor. En azından benim alanım için böyle bir durum geçerli. Belki bizim okuduğumuz kitaplar da Türkiye’deki kitaplar gibi olsaydı, daha çok zorlanırdık diye düşünüyorum.

E.B.T: Orada öğretilen matematik ve burada öğretilen matematik arasında çok farklı iki paradigma var. Burada tamamen test matematiği öğretiliyor. Orada ise belli başlı formülleri gösteriyorlardı ve oradan diğer formülleri senin çıkarman gerekiyordu. Çünkü o formülün nereden geldiğini biliyor olman gerekiyordu. Türkiye’de öğrendiğimiz sistemden farklı olduğu için başlangıçta bir şok yaşadık ama sonra adapte olduk.

Sınavlar nasıl yapılıyordu?

R.B: Biz derslerin hepsi için yazılı sınava giriyorduk. Sınavlar genellikle üç saat sürüyordu. Ve test sorusu olmuyordu. Her bir soru için bizden makale benzeri metinler yazmamız bekleniyordu. Ve sınav sonunda cevap kâğıtlarımız kapalı zarflar içinde İngiltere’ye gönderiliyordu. Cevap kâğıtlarımız orada dersi veren hocalar tarafından okunuyordu. Onlardan ders almadığımız halde o hocaların nasıl cevaplar isteyeceğini tahmin etmeye çalışıyorduk. O da bir anlamda yazma kabiliyetimizi çok geliştirdi. Muhtemelen ilk senelerde çok daha basit şeyler okudular bizden, daha sonraki senelerde daha başarılı çalışmalar okumuşlardır diye düşünüyorum. Zira en yüksek notumu en son dersimden aldım.

Hocalarla iletişim kurabiliyor muydunuz?

R.B: İletişim yoktu ama o bölümün hocalarını biliyorduk. Yalnız şöyle bir şey vardı dersi veren hocalar bize fasiküller hazırlarlardı. Hangi konuları öğrenmemiz gerekiyor, hangi ders kitaplarını okumalıyız gibi bilgiler yer alırdı. Bunun dışında alıştırma soruları olurdu, konuları da özet mahiyetinde anlatırlardı o fasiküllerde. O fasiküller üzerinden biraz hocaları anlamaya çalışıyorduk. Bir de bazı derslerim için o fasikülleri hazırlayan hocaların kitaplarını okumuştum ben. Oradan da bir çıkarım yapabiliyorduk. Ama yüz yüze ya da mail yoluyla herhangi bir iletişim olmuyordu.

E.B.T: Çünkü Londra Üniversitesi çok yaygın bir eğitim sistemi olan bir üniversite. İngiltere’nin eski sömürgeleri şimdiki İngiliz Milletler Topluluğu’nda (Commonwealth ülkelerinde) yaygın olan bir üniversite. Çok sayıda öğrencisi var o sebeple hocalarla direkt iletişim kurma imkânınız yok. Onlar sadece fasikülleri ve sınav sorularını hazırlayabiliyorlar, sınavları okuyabiliyorlardı. Onun dışında Türkiye’de hiç bilinmeyen bir sistemdi bu.

Bilgi Üniversitesi o vakitler kendi öğrencilerine sanki ikinci bir diplomaymış gibi ekonomi alanında vermeye karar vermişti. Bazı sınavlarımıza onlarla beraber girerdik. Onlar ekonomi soruları çözerken ben bilgisayar soruları çözerdim.

Sınavlar British Council’de oluyordu ve mutlaka gözetmen atanıyordu. Bir kişi bile olsan başında iki gözetmenle sınava giriyordun.

Bilgi üniversitesi haricinde Türkiye’de sizden başka öğrenci var mıydı?

E.B.T: Benim programımda tek kişi benim.

R.B: Benim bölümümde de yoktu. Bir arkadaş vardı sadece o da uluslararası ilişkiler bölümündeydi. Sonuç olarak sınıf arkadaşım yoktu. Ancak karakterimden mi kaynaklanıyordu yahut içinde bulunduğum şartlar mı karakterimi etkiliyordu bilmiyorum ama ben tek başıma olmayı seviyordum. Tek başıma çalışmayı seviyordum, tek başıma bir şeyler yapmayı... Şimdi de seviyorum.

E.B.T: Bugünkü hayatımızda tek başınalık çok el üstünde tutulan bir özellik değil. Grup insanı olacaksın takım insanı olacaksın. Paylaşacaksın, interaksiyon olacak.

İş ilanlarında da genellikle aranan özellik kişinin takım çalışmasına yatkın olmasıdır.

E.B.T: Ben mesela doktora yaparken de onu fark ediyordum. Hocam o özelliğimi çok fazla sevmiyordu. Gidip birilerine sormamı, birilerinden öğrenmemi istiyordu. O şekilde beni yönlendirmeye çalışıyordu. Ben de hep tek başıma çalışmaya alıştığım için daha pratik geliyordu, başka birisiyle uğraşıncaya kadar tek başıma yaparım diyordum. Halbuki aslında bazı noktalarda tekerleği yeniden icat etmemek için zamanına ve zeminine göre paylaşmak, yardım almak gerekiyor.

R.B: Uzaktan eğitimin bize getirdiği dezavantajlardan biri de bu o zaman. Grup çalışmasını sevmemek.

E.B.T: Avantaj da olabiliyor dezavantaj da olabiliyor yerine göre.

Aslında dört kız bir erkek kardeşsiniz bu sebeple belki bir arkadaşa ihtiyacınız olmamıştır fakat yine de sosyalleşme yönünden bir eksiklik hissettiniz mi?

E.B.T: Üniversite tabii bize sosyalleşme imkânı sağlayamadı. Fakat genel olarak da bizim ailede yetişirken çok dışarıyla irtibatımız olmadı. Çünkü hep lojmanlarda yaşadık, lojmanlarda sizden başka bir yada iki daire vardır. Onların çocukları akranınız olur ya da olmaz. O yüzden kendi içimizdeydik hep. Sonra kız kardeşlerimiz örgün eğitime gitmeye başladı üniversiteye geçince. O zaman biraz daha farklı bir yol olduğunu gördük. “Aa bak böyle de bir yöntem varmış, dışarda arkadaşların var, okul arkadaşların var, okula gidiyorsun” diye düşünmüştüm. Onun dışında sanki varsayılan yöntem bizimki gibiymiş gibi geliyordu.

R.B: Ama yüksek lisansta örgün eğitime geçtiğimizde güzel arkadaşlıklarımız oldu. O ortama hızlı bir şekilde adapte olduk buna da şaşırıyorum geriye dönüp baktığımda.

Lisans eğitiminizi uzaktan tamamladınız fakat lisansüstü eğitiminizde örgün eğitim sistemine geçtiniz. Her iki sistemi de görmüş kişiler olarak nasıl bir mukayese yaparsınız?

E.B.T: Çok farklı iki tecrübeydi gerçekten. Ben örgün eğitime geçtiğimde başkalarını beklerken zaman kaybettiğimi fark ettim. Ya da senin ilgilendiğin başka bir kısım var oraya bir türlü gelemiyorsun. Ya da senin için oluşturulan içerikler var slaytlar gibi onlarla kısıtlanabiliyorsun ister istemez. O açıdan oldukça farklı. Uzaktan eğitimin en büyük katkılarından biri öğrenmeyi öğrenmek olmuştur bizim için. Kendi kendine nasıl öğrenebilirsin bir şeyi. Bir kere o disipline girdikten sonra aşağı yukarı hep öyle devam ediyor hayatın.

University of London
University of London

R.B: Yüksek lisansa başlayınca örgün eğitimin çok daha kolay olduğunu fark ettim. Birisi sizin için anlatıyor ve anlamadığınız yeri açıklıyor. Ben lisans eğitimim sırasında anlamadığım bir yeri defalarca okuduğumu bilirim. Defalarca aynı sayfayı okuyup cümleyi parçalara ayırıyordum, ben bunun neresini anlamadım diye bakıyordum. Kavramsal bir şeyi anlamak bazen çok zor olabiliyordu.

E.B.T: O ortam daha kolay fakat aynı zamanda verimsiz bir ortamdı. Çünkü yollarda zaman kaybediyorsun, gidiyorsun arkadaşlarınla konuşup zaman kaybediyorsun. Öbür türlü belirli bir zamanın var o zaman içinde planlıyor ona göre hareket ediyorsun. Esnek olmak durumundasın o plan içerisinde. Bazen hiç beklenmedik şeyler olabilir. Eve misafir gelebilir. Sizin bir yere gitmeniz gerekebilir. O zaman yapacağın şeyleri başka bir zaman telafi ediyorsun. Ama kendi programın içerisinde kalıyorsun yine de. Yüksek lisansta müfredat da sulandırılmış gibiydi biraz, o kadar yoğun gelmiyordu yani. Alışılmayacak gibi bir ortam değildi hasılı. Tersini yapmış olsaydık yani örgün eğitimden uzaktan eğitime geçseydik o zaman ciddi bir şok yaşardık diye düşünüyorum.

Okul dışında bir uğraşınız var mıydı? Ders çalışmak dışında zamanınızı nasıl değerlendiriyordunuz?

E.B.T: Tabi dediğim gibi daha verimli bir sistem olması ve kendimize ait zamanımız kalabilmesi sebebiyle Gelenekli Türk Sanatlarına eğilme ve ciddi manada eğitim alabilme imkânımız oldu. Ben hat sanatıyla ilgilendim, Rumeysa tezhip sanatıyla ilgilendi.

R.B: Benim 10 yıllık bir tezhip geçmişim var.

E.B.T: Ben de 2000 yılında başlamıştım. İcazet aldım. Kardeşim de yine sertifika aldı. Tezhipte icazet farklı bir sistem.

R.B: İcazet tezhipte daha uzun sürede veriliyor. En son Kubbealtı Sanat Akademisi’nde dört yılın sonunda sertifika aldım.

Belki de zamanı kendinize ait kılabilmeniz bu sanatlarla bu kadar uzun soluklu ilgilenebilmenize imkân tanımıştır. Zira pek çok insanın hobisi oluyor üniversitede fakat bu kadar ilerletebileceği bir zamanı olmuyor. Ya da olsa bile çok boş geçiyor.

E.B.T: Ders dışında bir şeyler yapmak, yaptığın şeye daha ciddi anlamda eğilmeni sağlıyor olabilir. Değerini kıymetini biliyorsun çünkü. Aynı zamanda ben şuna da inanıyorum. Hat eğitimim sırasında aldığım disiplin ile kendi kendime ders çalışırken oluşturduğum disiplin birbirlerini etkileyen şeylerdi. Hat eğitimi alırken de tek başınasın, hiçbir şekilde bir yardım alamıyorsun. Hoca sana yazıyı gösteriyor ve sen bu yazının aynısını yazmak zorundasın. Nasıl yaparsan yap, lisans eğitimimizle aynıydı. O yüzden bana çok uygun gelmişti. Hat dersinde aldığım o disiplini bu tarafa aktarabilmek, tersi de geçerli. Birbirlerine denk geldiler.

Hiç böyle düşünmemiştim. Çok güzel bir benzerlik.

E.B.T: Aynı zamanda geleneksel eğitim sırasında mutlaka mükemmeliyetçiliğe gitmek zorundasındır. En mükemmeli neyse onu yapmaya çalışmalısın. Tabi ki mükemmeli yapamazsın ama mükemmeli hedefleyip sen kendinin en mükemmelini yaparsın.

Uzaktan eğitimde de aynı şey oluyordu ama maalesef modern dünyada bu biraz engel teşkil ediyor. Kendi doktora çalışmalarım sırasında öyle oldu.

Hocam mükemmeli yapmaya uğraşma şu an çalışan bir sistem yap sonra daha iyisini yaparsın derdi. Bana öyle bir etkisi olmuştu.

Bu süreçte yaşadığınız başka olumsuzluklar nelerdi? Dezavantaj olarak değerlendirebileceğiniz şeyler var mıdır?

R.B: İmtihanlar genelde mayıs ayının ilk iki haftasında olurdu. O yüzden nisan ayı boyunca biz çok sıkı çalışmak zorunda kalırdık ve ben hep baharın etrafta yol açtığı değişimi göremediğim için üzülürdüm, baharı kaçırdığımı düşündüğümü hatırlıyorum o dört sene boyunca. Pencereden bakıp, “Aaa evet bahar gelmiş çiçekler açmış, neyse sınavlar geçsin dışarı çıkarız” derdik fakat o zaman da yaz gelmiş olurdu. O yüzden baharı çok uzun süre göremedik.

E.B.T: Bir de sınavlar Beşiktaş’ta olurdu. Biz Başakşehir’de oturuyorduk. O yüzden sabahın erken saatindeki sınava yetişebilmek için yola çok erken çıkmamız gerekiyordu. Ben şimdi ne zaman yazın sabah saatlerinde dışarı çıksam aklıma sınava gitme saatlerimiz gelir. Çimenler yeni ıslanmış, güneş yeni doğuyor ve ben yollardayım. Güzel zamanlardı. Kendine göre zorlukları vardı. Ama benim tek çıkış yolumun bu olduğunun bilincindeydim. Şunu da söylemek zorundayım. Başlangıçta bizim hiç buradan ötesi olur, akademiye devam ederiz, imkanımız olur diye bir ümidimiz ya da düşüncemiz yoktu. Hakikaten benim açımdan karanlık dönemlerdi, o yüzden daha sonrasında ne olur diye düşünemiyorduk. Tek isteğimiz kendimizi eğitmiş olmaktı.

Bu süreç içerisinde sizi şaşırtan bir şey oldu mu?

E.B.T: Evet, uzaktan eğitim serüvenimiz sırasında dünyanın Türkiye sınırlarından ibaret olmadığını fark ettik. Global bir dünya vardı. O eğitim sisteminin içerisine girince, dünyada başka alternatifler olduğunu hasılı dünya diye bir şeyin olduğunu fark ediyorsunuz. Çoğu öğrencinin yapmadığı şey bu zaten Türkiye’de.

  • Kazandıkları üniversite hangi şehirdeyse orada okuyacak, meslek sahibi olacak ve her şey bitecek. Halbuki dünya diye bir şey var artık. Birazcık derin düşünseler aslında ulusal sınırların dışına çıktıklarında daha farklı alternatiflerin olabileceğini keşfedecekler. Biz mesela bu üniversiteye başvurduğumuzda, üniversitenin bizden istediği sertifikaları almaya çalışırken çok daha farklı bir matematik eğitimi olduğunu fark ettik. Belki annemlerin zamanındaki Matematik sistemi Türkiye’de de öyledir.

Ama şimdiki test ve ezber mantığının dışında, matematiği anlamaya yönelik bir sistemdi bu. Yahut Londra Üniversitesi’nin uzaktan eğitim programının farklı ülkelerde yaşayan öğrencileri sınav tarihleri sırasında diyelim ki Türkiye’de tatildeyseler buradaki British Council’de sınava girebiliyorlardı. Böylesine alternatif ve esnek programlar olabileceğini keşfettik. Bunlar açısından da baktığımız zaman özellikle o dönem için bir kazanımdı bence Londra üniversitesinde okumak.

Belki bizim için de hali hazırda içinde bulunduğumuz pandemi süreci, dünyanın var olduğunu idrak etmemize sebep oldu. Zira yurt dışındaki pek çok üniversite online derslerini, pek çok kütüphane dijital arşivlerini ücretsiz olarak erişime açtı.

E.B.T: Tabii. Kendi küçük dünyamızdan dışarı çıkıp kafamızı kaldırıp dünyada başka neler varmış diye bakmaya sevk etti bizi. Evlerimize kapandık ama dünyaya açıldık.

Üniversite hayatı hep kampüs hayatı ile özdeşleştirilir. Üniversitenin kampüsü, kampüsün sağladığı sosyal imkânlar üniversiteyi daha cazip hâle getirebilir. Apartman üniversitelerinden ziyade kampüsü olan üniversiteler öncelikli tercih sebebidir öğrenciler için. Sizin uzaktan eğitim sürecinizde ise kampüsünüz eviniz, odanız ya da gittiğiniz herhangi bir yerdi. Siz neredeyseniz kampüsünüz oradaydı. Bu mobil kampüs öğrenciye özgürlük mü sağlar, yoksa kısıtlar mı? Nasıl mukayese edersiniz? Ya da kampüsünüzün olmaması sizin için bir eksiklik miydi?

E.B.T: Bence kısıtlamak açısından değil de belki eksiklik açısından düşünebiliriz. Tabii ki kampüsün sağladığı olanakları yadsıyamayız. Bir kütüphanenizin olmaması mesela büyük bir eksiklik. Kendi imkânlarınızla kaç tane kitap alabilirsiniz ki? Onun yerine kütüphanemiz olsaydı belki daha farklı olurdu. Ya da başkalarından bir şeyler öğrenmek… Sosyal faaliyetlere katılmak büyük bir imkân…

R.B: O açıdan önemliydi evet. Bir de kampüse geldiğinizde, okula geldiğinizde buraya ne için geldiğinizi biliyorsunuz. Tamamen ders çalışmak, ders dinlemek için geliyorsunuz. Okulda başka sorumluluklarınızdan sıyrılmış durumdasınız. Buradaki işiniz tamamen öğrencilik. Ama uzaktan eğitimde ne olursa olsun evde tüm sorumluluklarınızdan sıyrılamıyorsunuz. Başka şeyleri de yapmak zorundasınız. Şimdi bile online eğitim yaptığımızda evde kalıyoruz, evden çalışıyoruz. Evde çalışırken, iş yerindeki çalışmanın verimini her zaman sağlayamıyoruz. Ne oluyor? İşte biraz geç kahvaltı ediyoruz, biraz ev ahalisi ile sohbet ediyoruz, biraz odayı topluyoruz derken vakit geçiyor. Ama işe geldiğinizde sabah biliyorsunuz ki oturup bilgisayarın başında çalışacaksınız yahut ders hazırlayacaksınız başka bir şey yapmayacaksınız. O açıdan dezavantaj kampüsün olmaması.

E.B.T: Evet ama bunu yapabilmek için de yüksek bir kişisel motivasyonun olması gerekiyor. Yani eğer işini yapmak ya da ders çalışmak için geliyorsan, kampüs yüzde yüz verim sağlayabilir sana. Ama bugünkü öğrencinin kampüse bakış açısı öyle değil. Kampüsteki olanaklar artı yanında ders çalışmak/öğrencilik gibi.

Öğrenciler genellikle kampüsü ders çalışmaktan ziyade sosyalleşme mekânı olarak nitelendiriyorlar.

R.B: Şimdi öğrencilerin çoğunun online eğitime itirazları şu noktada, ben kampüste vakit geçiremeyecek miyim? Ya da mesela bir dördüncü sınıf öğrencisi diyor ki “Benim son senemde kampüste geçirebileceğim çok az zamanım kaldı, onda da siz bana evde kal gelme diyorsunuz.” Kampüsün ders çalışmak dışındaki imkânları öğrenciler için cezbedici olması bu duruma sebebiyet veriyor. Benim öğrencilik zamanımda o imkânlardan haberim yoktu zaten ve biraz hırslı da bir öğrenciydim, herhalde haberim olsa da orada vakit harcamazdım. Kampüse geldiğimde yine ders çalışırdım.

Üniversite kültürü lisans eğitimi sırasında önemli bir tecrübedir öğrenciler için. Hatta bazı üniversitelerin kendine has bir dili jargonu da vardır. Uzaktan eğitim/online eğitim sürecinde devam edilen üniversitenin kültürünü edinebilmek mümkün müdür? Ya da online eğitim her üniversiteden bazı kültürler edinmeyi mi sağlar?

E.B.T: Doktorayı Sabancı Üniversitesi’nde yaptım. Sabancı’nın kendine has kültürü ciddi miktarda baskındır. Hatta kendini yabancı bir ülkeye gelmiş gibi hissediyorsun başlangıçta, en azından benim dünyamdan gelen bir insan için öyle. Adaptasyon konusunda çok zorluk yaşamazsın belki, belki heyecan verici bile bulursun yeni bir şey keşfediyormuşsun gibi. Ama lisans eğitimi boyunca orada okuyan bir öğrencinin oraya aşinalığı sende oluşmamış olur mesela. Orada kurduğu ilişkiler, network, orada yaşadığı hatıralar sende yoktur nihayetinde. Sen onun kadar içselleştiremiyorsundur kültürü. En nihayetinde ben o tip yabancılıkları severim. Heyecan vericidir, çünkü alışkanlıklarının dışında bir şeydir.

University of London Almanac, 1846
University of London Almanac, 1846

R.B: Bir de şöyle bir şey var bu kültürle lisans eğitimi sırasında tanıştığınızda sizi iyi veya kötü yönde şekillendiriyor. Fakat daha sonra bu kültürün içine girdiğinizde iyi veya kötü yönlerini görüyor, ona göre ayrıştırıyor, ona göre kabul ediyor ya da etmiyorsunuz.

E.B.T: Ben onu lisede açık öğretime geçtiğimizde hissetmiştim. Örgün eğitimde sınıf içerisinde size biçilen bir rol vardır. Sen ilk ondaki öğrencisindir, öğretmenin sevdiği öğrencisindir, haylaz öğrencisindir ve o üzerine yapışan bir etiket haline gelir. Sen de onun gereklerini yerine getirirsin. Bu etiketlerin içerisinden birden bire çıkınca kendi kimliğini kendin inşa etmen gerekiyor. Kendi istediğin kendi beğendiğin şeyleri yapabilme özgürlüğü gelişiyor. Öbür türlü senden bekleneni yapabiliyorsun sadece. Bu noktada Rumeysa’nın dediğine de bir örnek olabilir bu argüman. Kişiliğinin beğenilerinin oluşması, ön kabullerin oluşması bile denilebilir buna.

Sınıf içinde oluşan bu etiketler online eğitimde de devam ediyor mu?

R.B: Çocukların bu dönemde aldığı online eğitime baktığınızda şöyle bir fark var. Bu yıl üniversiteye başlayacaklar haricindeki öğrencilerin hepsi önceki dönemlerde örgün eğitimdeydi. Haliyle o sınıf içindeki rollerin paylaşılması daha önce gerçekleşti. Hep itiraz eden öğrenci online eğitimde de itiraz ediyor. Dersi iyi dinleyen öğrenci orada da dinliyor. Hiç derse gelmeyen yine gelmiyor. Bu yıl başlayacak öğrencilerde o roller nasıl oluşacak onu bilemiyorum. Süreci onlar belirleyecek asıl.

Lisans hayatınızda uzaktan eğitimi tecrübe ederken, pandemi sürecinde uzaktan eğitim vermeyi tecrübe ettiniz. Örgün eğitimde ders vermek ile uzaktan ders vermeyi nasıl mukayese edersiniz?

E.B.T: Uzaktan ders verirken karşımda benim gibi bir öğrenci olsaydı çok zor olmayabilirdi belki. Bugünkü öğrencilerin mantığı ile biraz zor olduğunu düşünüyorum. Çünkü onlar hakikaten sadece eğitim almak istiyorlar. Öğrenmek istemiyorlar.

Sizin de bunu onlara bir şekilde vermeniz lazım. Eğitmeniz lazım onları. Nasıl olacağını siz bulacaksınız. Yeter ki onların öğrenmesi için uygun yöntemi bulun. O çocuk kendisi gayret etmeyecek yani. O yüzden de şu an yükselen itirazlara bakıyorum öğrencilerden.

“Bundan biz verim alamıyoruz. Öğrenemiyoruz, hiç verimli olmuyor.” Ben geçen dönem online verdiğim derslere bakıyorum, sınıfta yaptığım derslerden bir farkı yok. Uygulamalı derste biraz sıkıntı yaşadık onu söyleyebilirim. Ama onun dışında bunun itiraz edecek bir noktası yok. Hatta dersler daha kısa süreli olduğu için daha verimli oluyor. Sonra öğrenci kendi evinde kendi rahat ortamında bu derse giriyor bu durumun da verimi artırması gerekiyor. Öğrencilerin tek itiraz noktası şu eğitim açısından, “Biz bundan öğrenemiyoruz.” Çünkü alıştıkları o önlerine hazır yemek şeklinde gelen eğitim başka türlü gelmek durumunda artık. Sabahleyin saat 10.30 dersine gelmekte, kameranın karşısına oturmakta bile zorlanıyor bir öğrenci. Yatağından kalkıp gelecek, hatta kamerasını açmadığı için kalkmasına bile gerek yok. O kadar pasif öğrenmeye alışmışlar ki… Bence çocukları en çok afallatan şey de bu. “Kendiniz de bir şeyler yapmak zorundasınız” kısmı. Aslında öğrenmek budur. Öğrenmek için bir kere kişinin biraz gayretinin olması lazım. Mesela öğrenciler eski dersi tekrar edip gelseler ya da önceden biraz hazırlık yaparak gelseler iddia ediyorum hakikaten yüz yüze eğitimden daha verimli bir eğitim olacak. Zaten normalde yapmaları gereken de budur. Ama bizde ne oluyor. Ders anlatırken hoca fark ediyor öğrencilerin o konuyu anlamadığını. Ya da ilgi dağılmış, yüzler asılmış bu sefer siz tekrar ilgiyi toplamaya çalışıyorsunuz. Bu da işin angaryası. Biz normalde öğretmekle mükellefiz öğrenciler de öğrenmekle mükellef. Ben öğrencileri eğlendirmek, dikkatini toplamakla mükellef değilim aslında. Ama şimdi online eğitime geçtiğimizde biraz daha üzerimizden sıyrılıyor bu angaryalar. “Biz eğitim verdik siz de alacaksınız mecburen, mevcut şartlar bunu gerektiriyor” diyorsunuz. Pandemi olmasaydı eğer kimse online eğitimi tercih etmeyecekti. Şimdi mecburiyet hâli olduğu için belki biraz bu angaryalardan kurtulmak açısından da bize bir imkân sağlamış olabilir diye düşünüyorum.

Uzun vadede Türkiye’de uzaktan eğitime geçmek mümkün olabilir mi sizce?

E.B.T: Bence uzun vadede mümkün olabilir. Ama önce hem hocaların hem öğrencilerin bir paradigma değişikliğine gitmesi lazım. Hocaların dersi anlatmakla öğrencilerin de dersi anlamakla ve öğrenmekle mükellef olduklarını öğrenmeleri gerek.

R.B:. Uzun vadede online eğitimin en büyük handikabı sınavlar. Evet öğrenciler çok çaba harcamıyor çünkü sınavların kolay olacağını, onları çok zorlamayacağını düşünüyorlar. Online sınavlar ayrı bir problem onun üzerinde çok düşünülmesi gerekiyor. Düşünülüyor da ama henüz net bir çözüm bulunabilmiş değil. Öğrencilerin sınavların onları gerçekten zorlayacağını bilmesi gerekiyor. Yurt dışında bazı üniversitelerde eğitim online oluyormuş ama sınavlar yüz yüze kampüste yapılıyormuş. Bizde de sınavlar yine kampüste olsa o zaman öğrenciler de öğrenmeye çalışır. Şu anda onları öğrenmeye iten sınav korkusu yok.

Öğrencilerin online eğitime adapte olmaları nasıl kolaylaştırılabilir?

E.B.T: Öğrencilerin yeni bir kültüre adapte olmaları gerekiyor o da, çok enteresandır, soru sorma kültürü. Sınıfta normalde ders anlatırken “anladınız mı?” diye sorduğumda kafasını kaldırıp gözümün içine bakıp kafasını hafifçe sallayan insanlar oluyordu. Soru sormuyorlardı mesela. Ama şimdi kameranın karşısında olmak hafif bir anonimlik getiriyor beraberinde. Bu onları birazcık daha interaktif olmaya yakınlaştırıyor. Şöyle ki ben onları o noktada çok teşvik ediyorum, anlamadığınız yeri sorun veya sorunuz varsa sorun diye. Artık kullandığımız toplantı programının chat özelliğini kullanarak derste bana daha çok soru soruyorlar. Bu derse katılmak bakımından onlar için kolaylaştırıcı bir faktör olabilir.

R.B: Bir de şöyle bir şey var. Bunlar mesajlaşma uygulamalarını çok kullanan bir nesil oldukları için konuşmaktan ziyade yazmayı tercih ediyorlar. O sohbet sekmesinde mutlaka bir şeyler yazılıyor. Ya birileri bir şeyler soruyor, birbirleri ile konuşuyorlar, yorum yapıyorlar.

Öğrencilerin sahip oldukları sosyo-kültürel ve ekonomik profil online eğitim sürecinde nasıl bir paya sahip?

E.B.T: Benim verdiğim derslerden bir tanesi yarı uygulamalı bir dersti. Biraz teorik biraz pratiği gerektiren bir ders, dersin pratiğini yapabilmeleri için bilgisayara ihtiyaçları vardı. Ve benim üniversitemdeki öğrencilerin hepsinin bilgisayar erişimi yok. Sosyo-ekonomik açıdan böyle bir problem vardı. O sıkıntılı bir ders oldu. Onun yerine cep telefonlarında bir programı kullanarak ikame etmeye çalıştık.

R.B: Eğer uzaktan eğitim bu şekilde devam edecekse kurumların öğrencilere hem bilgisayar hem internet erişimi sağlamaları gerekiyor. Böyle bir problemimiz de var. Bazı yerlerde internet erişimi iyi olmadığı için öğrenciler online dersleri takip edemediler. Bazıları YÖK’ün verdiği hakkı kullanarak dönemi dondurmak zorunda kaldılar.

E.B.T: Ben de bu noktada şöyle düşünüyorum, eğitimin şartları değişiyor artık. Eskiden öğrencinin barınma ihtiyacını, ulaşım masrafını düşünmesi gerekiyordu online eğitimin devamı halinde yalnızca bilgisayar ve internet masrafını düşünmesi gerekecek. Mukayese ettiğimizde maddi olarak daha az külfetli esasında. Sadece mantalitenin değişmesi gerekiyor. Bazıları bilgisayarı hâlâ lüks olarak görüyor ama bu çağda bilgisayar bir lüks değildir. Üniversiteye gelip hâlâ bilgisayar kullanmayı bilmeyenler öğrenciler var mesela. Üniversite eğitimini geçtim iş hayatı için bir gereksinim bilgisayar. Belki bu noktada da insanları günün şartlarına adapte olmaya yaklaştırabilir online eğitim.

Uzaktan eğitim sürecinin akademisyenlerde performası, teknik beceriyi ve şovu da ön plana çıkaracağı varsayılıyor. Bu durumda daha durağan, teknik ve anlatım becerisi bakımından yetersiz akademisyenlerin durumu ne olacak. Bu süreç akademi dünyasında bir hareketliliği de beraberinde getirebilir mi?

E.B.T: Her şeyin güzel gittiğini varsayarsak o zaman hocalardan, malzemeleri online ortamda nasıl sunacakları hususunda bir şov değil de pedagoji açısından bir atılım gerekecek bence.

R.B: O noktada çok önemli bir şey var, geçen dönem yapılan online eğitimde okulların çoğu hazır değildi. Bazıları özellikle sıkıntılıydı. Bazı hocaların materyalleri online eğitime uygun değildi. O yüzden önümüzdeki dönem online eğitimin devam etmesi durumunda eğitim materyallerinin güncellemesi lazım. Hocaların ulaşılabilirliği de çok önemli bir problem olabiliyor bazen. Bazı hocalar maillerine bakmıyorlar. Öğrenciler artık sadece mail üzerinden sizinle iletişim kuracak. Ya telefonunuzu vereceksiniz sınıfınıza ki bu mantıklı değil ya da maillerinizi dakikası dakikasına kontrol etmeniz lazım.

Aslında bu süreçte öğrencinin mantalitesini değiştirmesi gerektiği kadar hocaların da değiştirmesi ve kendilerini güncellemeleri gerekiyor diyebilir miyiz?

E.B.T: Bazı öğretim elemanları kendilerinde herhangi bir değişiklik yapma ihtiyacı duymuyor. Ne yapalım şartlar böyle materyalleri koydum siz de okuyun şeklinde bir tavır içerisinde olabiliyorlar. O zaten bizim eğitimimizin temel problemi. Yüz yüze eğitimde de bunlar çocuklar öğrenir mi öğrenmez mi, materyaller iyi midir kötü müdür diye düşünen insanlar değillerdi. O noktada zannetmiyorum ki online eğitim böyle bir eliminasyon getirsin. Bütün üniversitelerden seçilmiş derslerin bir havuzda toplanması gibi bir fikirden bahsediyorlardı. Öyle bir sistem olduğunda belki izleme oranı gibi bir kriter ile daha düşük kaliteli derslerin ayıklanması söz konusu olabilir.

R.B: Ama o da yakın zamanda olabilecek bir şey değil. Bir de normalde hocalar dersleri hakkaniyetli işlemeyebiliyordu. Ya da derse geç gelebiliyorlardı. Online eğitimde dersler kayıt altına alınıyor. Ders ne kadar sürmüş, ne anlatılmış diye denetlenebiliyor. Gerekli görülmesi halinde kurumlar veya YÖK bunları izleyebilecek. Bu da kaliteyi artıracak diye düşünüyorum.