Vicdan

Benim derslerim her zaman iyi olmuştur. O biraz hayta ve havai idi. Evde karışanı yoktu. Tabii derslerine yardım edeni de yoktu.
Benim derslerim her zaman iyi olmuştur. O biraz hayta ve havai idi. Evde karışanı yoktu. Tabii derslerine yardım edeni de yoktu.

O sürekli, ben ara sıra sebze hâlinde çalışır harçlığımızı çıkarırdık. O gün ne yapmış ise; domates mi kasalamış, üzüm mü indirmiş, iş bitişinde bahşiş olarak ne vermişlerse, mutlaka geçerken bize uğrar, yarısını bize bırakırdı. Annem “Yapma bunu evladım, bizden çok size lazım” dedikçe o bir şey söylemez, beyaz dişlerini gösterip gamzelerini çukurlaştırıp tatlı tatlı gülerdi.

Onunla yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Öyle ki gün yirmi dört saat bize yetmezdi.

Bir küçük taşra kentinde çocuktuk. Kendi oyuncaklarımızı kendimiz yapıyor, tüm geleneksel çocuk oyunlarını deniyorduk.

Ortaokulda yine yan yana, sınıfın en gerisinde, aynı sırada idik.
Ortaokulda yine yan yana, sınıfın en gerisinde, aynı sırada idik.

İkimiz de mahalle takımında idik. Onun boyu oldukça kısa ve cüssesi küçük olduğundan zaman zaman kadroya alınmaması gerektiği tartışılır; ben hemen karşı çıkardım. Bir kere çok süratli idi. Acayip çalımları vardı. Gerçi topa vurduğunda güçsüzlüğü yüzünden top yerini bulmuyordu, ama verkaçlarda üzerine yoktu. Ona her hususta arka çıkardım. Fakirdiler. Üstü başı dökülüyordu. Gerçi o yıllarda birbirimizden pek farkımız yoktu ama, onun babası da yoktu. İkindi üzeri oyundan kopamayıp ancak epeyce de acıktığımızda; bir ara eve koşar, pekmezli ekmek dürümü yapar, mutlaka ona da getirirdim. Çok mahir olduğu alanlar vardı. Mesela erik hırsızlığına çıktığımızda ağacın en ince ve yüksek dallarına o çıkar, meyvelerin en olgununu o toplardı. Kışın etrafı kar kapladığında buğusu üzerinde gübre yığınlarına at kılından yapıp kurduğumuz kuş tuzaklarını kimse ondan iyi kuramazdı. Çok iyi türkü söyler, ıslık çalardı.

  • Akşam yemeğini yediğimiz eyvanda otururken ıslığını duyar, beni çağırdığını anlardım. Ablam müzevirlik ederek böğrüme dürter, sonra hınzır bir gülümseme ile “Anne, bak yine çağırıyor, gece vakti nere gidiyor bunlar” diye beni gammazlardı.

Annem müşfik bir bakışla, “Git ama geç kalma” derdi.

Gündüzümüz bir başka, gecemiz bir başka güzel geçerdi.

İlkokul bu doyumsuz günler içinde bitiverdi.

Ortaokulda yine yan yana, sınıfın en gerisinde, aynı sırada idik.

Benim derslerim her zaman iyi olmuştur. O biraz hayta ve havai idi. Evde karışanı yoktu. Tabii derslerine yardım edeni de yoktu. Ben destek olurdum, kavrayamadığı konuları defalarca anlatır, çözemediği problemleri çözerdim.

O sürekli, ben ara sıra sebze hâlinde çalışır harçlığımızı çıkarırdık. O gün ne yapmış ise; domates mi kasalamış, üzüm mü indirmiş, iş bitişinde bahşiş olarak ne vermişlerse, mutlaka geçerken bize uğrar, yarısını bize bırakırdı. Annem “Yapma bunu evladım, bizden çok size lazım” dedikçe o bir şey söylemez, beyaz dişlerini gösterip gamzelerini çukurlaştırıp tatlı tatlı gülerdi.

Hangi dersten yazılı sınavda idik, şimdi hatırlamıyorum. Baktım bu, sıra altında sakladığı kitabı açmış yazıyor. Düpedüz kopya çekiyor.

Kısa süre sonra başka bir şehre gittiler. Onu bir daha hiç görmedim.
Kısa süre sonra başka bir şehre gittiler. Onu bir daha hiç görmedim.

Korktum. Bir ucu belki bana bulaşır diye korktum. Bir iki kez fısıltı ile “Yapma oğlum yakalanacaksın” dedim, tınmadı. Sonra hiç olmayacak bir şey oldu. Ayağa kalktım, ben kalkınca hoca bana döndü, “Ne var?” dedi. Ben kekeleyerek “Arkadaş kopya çekiyor hocam” dedim. Hoca geldi, onu kaldırdı, kitabı gördü, kâğıdını aldı, kendisini sınıftan attı.

Bütün sınıf bana bakıyordu.

Sanki hepsi birden yüzüme tükürmüş gibi, terden sırılsıklam olmuştum.

Hoca yanıma geldi ve beni sınıfa göstererek, “Hepinizin böyle dürüst olmanızı isterim” dedi, sonra bana döndü “Aferin” deyip gitti.

Bu muhbirliği ne için yapmıştım?

Kıskançlıktan mı dürüstlükten mi?

Onun beni alacağı notla geçebileceği korkusundan mı? Hocanın onu yakalarsa bana da aynı gözle bakacağı endişesinden mi?

Bilmiyorum. Olan olmuş, adım muhbire çıkmıştı. Bu utancı ömür boyu taşıdım.

Kısa süre sonra başka bir şehre gittiler. Onu bir daha hiç görmedim. En yakın arkadaşıma reva gördüğüm bu muamele vicdanımda onulmaz bir yara açtı.

Kanıyor.

Hâlâ kanıyor.

Nurettin Topçu vicdan için şöyle diyor:

“Vicdan Cenab-ı Hakk’ın kalbimizdeki sesidir.”