Yalnızlığın modern yüzleri : İskandinav usulü terk ediş

​Yalnızlığın modern yüzleri :  İskandinav usulü terk ediş
​Yalnızlığın modern yüzleri : İskandinav usulü terk ediş

Britt Marie Mye ile Instagram hesabı vesilesiyle karşılaştık. Sayfasına koyduğu nefes kesici manzaraların içindeki ağır yalnızlık hissi uyandıran terk edilmiş evler kapıyı biraz daha araladı. 58. enlemin ötesinde neler olup bittiği, kendisinin fotoğraf macerası ve terk edilmişlik duygusu üzerine söyleştik.

Britt, öncelikle kendini biraz tanıtabilir misin?

Adım Britt Marie Bye, 36 yaşındayım ve şu anda Oslo, Norveç’te yaşıyorum. Bu yıl itibariyle nisan ayında, fotoğraf kariyerimi daha da ileriye götürmek için kalıcı olarak kuzey Norveç’e taşınacağım.

Britt Marie Bye,terk edilmiş evlerin fotoğraflarını çekiyor.
Britt Marie Bye,terk edilmiş evlerin fotoğraflarını çekiyor.

Fikir, bir enfeksiyon sonucu hasta olduktan sonra iyileşme döneminde geldi. Bağışıklık sistemim zayıfladı ve bende genel olarak parfüm, araba dumanı ve toza karşı alerjilere neden oldu. Bu yüzden sağlığımı geri kazanmak için ormanlarda dolaşmaya başladım. Bir gün bu eski terk edilmiş kulübeye rastladım -o dönemde benim olduğum gibi onun da toplumdan uzaklığını hissettim.

Bir türlü aklımdan atamadım, bu yüzden bir fotoğraf makinası satın aldım, geri döndüm ve fotoğrafını çektim. Her şey böyle başladı.

Aradığım şey, kendi kişisel beğeni ve tercihlerimle ilişkili. Çok dağılmamış evleri tercih ediyorum. Terk edilmiş bir evin hüznüne kapılmamı sağlayacak kadar bir eve benzemesi gerekir.

Özellikle ev bakımsız ve yıpranmışsa, örneğin çatının bir bölümü çökmüş ancak perdeler hâlâ oradaysa ve pencerede güneşin ışınlarına yüzünü dönmüş solgun bir plastik çiçek görüyorsam çok hoşuma gidiyor. Bu terk edilmiş eski evlerde birçok vandalizm izi görüyorum, ancak fotoğraflarımda bunu saklamak için gayret ediyorum. Farklı bir açıdan çekimi yapıyorum veya evi hiç fotoğraflamıyorum.

Terk edilmiş bir evin hüznüne kapılmamı sağlayacak kadar bir eve benzemesi gerekir.
Terk edilmiş bir evin hüznüne kapılmamı sağlayacak kadar bir eve benzemesi gerekir.

Fotoğraflarım için hayati önem taşıyan bir diğer husus ise hava durumu. Güneşli havalarda çekim yapmam. Güneşli bir günün tam kontrastları ve parlak mavi gökyüzü, fotoğraflarımda anlatmak istediğim nostaljik ve hüzünlü hissi tamamen yok eder.

Güneşli bir günde mükemmel bir ev bulursam haritamda işaretleyip daha bulutlu bir günde geri dönerim. Bu, sosyal medyadaki birçok takipçimin Norveç’te asla güneşli günler görmediğimiz fikrine yol açtı. Hayır, güneşli günler görüyoruz! Sadece fotoğraflarımı bulutlu günlerde çekmeyi tercih ediyorum.

Fotoğraflarım İskandinavya’da çekiliyor. Şimdiye kadar yalnızca Norveç ve İsveç’e odaklandım ancak kuzeye gidersem Finlandiya sınırına daha yakın olacağım. Böylece herhangi bir Fin evini bulup bulamayacağıma bakacağım.

Fotoğraflara göz atınca kesin bir yalınlık var, filtre ve foto-efekt kullanmıyorsun anladığım kadarıyla. Sınırlanmış bir alandan bakan bizler için de terk edilmişlik duygusu hâkim oluyor. İzleyici nasıl bir duygunun peşine düşmeli?

Fotoğraflarımın gerçek olmasını istiyorum. Gördüğünüz şey fotoğrafı çektiğimde gerçekten orada olan şey.
Fotoğraflarımın gerçek olmasını istiyorum. Gördüğünüz şey fotoğrafı çektiğimde gerçekten orada olan şey.

Haklısın, filtreler veya ağır fotoğraf efektleri kullanmıyorum. Photoshop’u veya başka manipülasyon yazılımlarını hiç kullanmıyorum. Tek yaptığım ışık odasında parlaklık, kontrast, renk ve vurguları ayarlamak. Seçeneklerimi sınırlayan bir yazılım kullanmayı tercih ediyorum, çünkü çok cazip düzenleme yöntemleri var.

Memnun kalmadıklarında gökyüzünü değiştiren birçok fotoğrafçı biliyorum. Bulutlu, mükemmel bir karamsar günde terk edilmiş bir eve tekrar gitmek yerine bu metodları kullanmayı cazip bulduğum oluyor ama bana doğru gelmiyor. Fotoğraflarımın gerçek olmasını istiyorum. Gördüğünüz şey fotoğrafı çektiğimde gerçekten orada olan şey.

Bu, bakanların da görmesini istediğim şey. Bu aslında gerçeğin kendisi. Birleri bu evde yaşıyordu, bu onların evi barınağıydı. Sonra bir gün ayrıldılar ve asla geri dönmediler. Bazıları bütün eşyalarını aldı, ancak bazıları elleri boş kapıdan çıkıp gitti ve asla geri bakmadı. İnsanların bu kayıp evlerin hüznünü hissetmelerini istiyorum. Doğanın gücünü ve sert, engebeli İskandinav doğasında bir ev ve sığınak sahibi olmanın ne kadar önemli olduğunu hissettirmek istiyorum.

Geniş bir alanda tümüyle terk edilmiş evler söz konusu; bu evleri nasıl buluyorsun? Bu, mutlak yalnızlığın keşfi için bir arayış mı?

 Filtreler veya ağır fotoğraf efektleri kullanmıyorum. Photoshop’u veya başka manipülasyon yazılımlarını hiç kullanmıyorum.
Filtreler veya ağır fotoğraf efektleri kullanmıyorum. Photoshop’u veya başka manipülasyon yazılımlarını hiç kullanmıyorum.

Bu kesinlikle bir arayış. Her şeyden önce bir araba kullanmam gerekiyor ki ben bunu yapamıyorum. Bu yüzden, benimle aynı ilgi alanını paylaşan veya araba sürmeyi çok seven arkadaşlara sahip olduğum için şanslıyım. ;) Onlar olmasaydı, hiç bu kadar çok ev bulma şansım olmazdı! Çünkü arama yapmak için çok fazla zaman ve çok fazla araba sürmek gerekiyor.

Öncelikle ana yollarda asla seyahat etmem. Bu evler genellikle daha az nüfusa sahip olan alanlardaki toprak yolların kenarlarında ve yan yollarda bulunur. Gerçekten bu yolculukların tadını çıkarıyorum, sonucun kendisi o kadar da önemli değil. Altı saatlik bir yolculukta bazen hiçbir şey bulamam, ancak başka zamanlarda fotoğrafını çekmek istediğim sekiz ile on kadar ev bulabilirim.

Tabii ki nüfusu daha fazla olan alanlardaki terk edilmiş evleri de görüyorum, ancak peşine düştüğüm keder ve ıssızlık açısından ilginç değiller. Bu benim için sadece bir ev değil -tüm manzarayla, bütünün hissiyatıyla ilgili bir şey. Ev, çevresi, hava durumu, ışık -hüzün ve ruh hâli. Tam olarak aradığım şey bu!

Bize birkaç ilginç keşif hikâyeni anlatabilir misin?

Kesinlikle! Çok var:

Birkaç yıl önce bir arkadaşım ve ben İsveç’te bu inanılmaz evi bulduk. Özel bir mimarisi vardı ve kapı açıktı. Yıllardır terk edilmişti ve içeri girmeye cüret ettik. Ev büyüktü ve eski mobilya, mutfak malzemesi, giysi, ilaç ve benzeri şeylerle doluydu. 1960’lardan beri terk edilmişti.

Hepsini fotoğrafladım -herhangi bir şeye dokunmadan veya hareket ettirmeden, sadece kameramla belgeleyerek. Tekrar geldiğimizde orada bir hanımefendi vardı. Çok sinirliydi ve ne yaptığımızı sordu. Ona terk edilmiş evleri belgeleyen bir fotoğrafçı olduğumu ve ev hakkında ilginç bir şeyler bilip bilmediğini sordum.

Fotoğraf makinam ve tripodumla orada durmama rağmen bana inanmayı reddetti. Anlaşılan kimsenin terk edilmiş evleri fotoğraflamak için İsveç’te dolaşacak kadar aptal olmadığını düşünüyordu.

Bir seferinde bir arkadaş grubuyla birlikte bir ev daha buldum. Arkadaşlarımdan biri daha önce hiç terk edilmiş bir ev görmemişti, bu yüzden o da benimle eve kadar geldi. Eve ulaşmak için bir hayvan çitini tırmanmamız gerekiyordu ve zemin çok çamurluydu. Evi fotoğrafladıktan sonra arabaya doğru geri döndük.

Çitin üstünden atladım ve çamurda biraz kaydım. Arkadaşım da aynı şeyi yapmaya çalıştı, ancak çitlerden atlarken kaydı ve yüzüstü çamura yapıştı. Ayağa kalktığında her yerde kan vardı ve bir süreliğine çok kötü hissettim. Sadece burnunu fena vurmuştu, şans eseri kırık yoktu, iyileşti. Terk edilmiş ev avında tekrar bana eşlik etmek isteyip istemediğinden emin değilim...

Paylaşacağım son hikâye çok özel sarı bir ev ile ilgili. Ona Kuzey Norveç’teki Lofoten’e yaptığım ilk seyahate çıktığımda rastladım. Yoğun sisten dolayı kararlaştırdığımızdan başka bir yol seçmiştik. Sisin okyanusa yakın tarafta daha hafif olacağını umuyorduk.

Dağlar ve okyanustan başka bir şey görmeden uzun süre araba sürdükten sonra, bu güzel kare sarı evi su kenarında bulduk.
Dağlar ve okyanustan başka bir şey görmeden uzun süre araba sürdükten sonra, bu güzel kare sarı evi su kenarında bulduk.

Dağlar ve okyanustan başka bir şey görmeden uzun süre araba sürdükten sonra, bu güzel kare sarı evi su kenarında bulduk. Sarı evleri aslında pek de sevmem, ama bu çok güzeldi. Yaklaşık altı ay sonra, ocak ayında, fotoğraflarım Norveç’teki en büyük haber merkezi olan NRK tarafından yayımlandı. Sarı evi kendi web sitelerinde giriş sayfasına koydular.

Birkaç gün sonra sarı evin sahibinden bir mesaj aldım! Evi yeni satın almıştı, birkaç yıl toprak sahiplerinden, hükümetten ve çevredeki komşularından izin almak için uğraşmıştı.

Şimdi yenileme sürecindeydi ve evin hikâyesini anlatmak için benimle buluşmak istedi. Uzun lafın kısası, çok iyi arkadaş olduk ve o zamandan beri onu ve Lofoten’deki evini ziyaret ediyorum. Yenileme işi bittikten sonra tekrar gideceğim ve bir zamanlar terk edilmiş olan sarı evde kalacağım.

Bulduğun evlerle ilgili bilgi almaya çalıştın mı? Belki bir tanesinin hikâyesini bize anlatabilirsin.

Bu evlerin bazıları muhteşem manzaralara sahip ve harika bölgelerdedir. Bununla birlikte, ev içi su tesisatı, elektrik ve internetin modern konforuna çok bağımlı olduğum için onları tatil evi olarak tercih ederdim.
Bu evlerin bazıları muhteşem manzaralara sahip ve harika bölgelerdedir. Bununla birlikte, ev içi su tesisatı, elektrik ve internetin modern konforuna çok bağımlı olduğum için onları tatil evi olarak tercih ederdim.

Sıklıkla bulduğum evlerle ilgili daha fazla bilgi edinmek için komşulara sormaya çalışıyorum, ancak genellikle çok fazla bir bilgiye ulaşamıyorum. Bunu gittikçe daha ilginç bulduğum için gelecekte daha fazla odaklanacağım bir şey sanırım.

Bulduğum bir evin sahibi ile temasa geçmeyi başardım ve bana anlattığı hikâyeyi paylaşmak istiyorum:

Bu evde Anni isminde biri yaşadığı için eve Anni’nin evi denir. Kuzey Norveç’te, okyanus kıyısındaki Lofoten’dedir. Anni’nin bir oğlu vardı ve kocasını genç yaşta kaybetmişti. Komşularının yardımı ile hâlâ toprağında çiftçilik yapabiliyordu. Oğlu ayrıldıktan sonra, küçük aktif bir çiftçi topluluğunun bir parçası olarak yalnız başına evinde yaşıyordu. Bir gün, 1970’lerde, kendini iyi hissetmediği için doktora gitti. Bekleme odasında ciddi bir inme sonucu öldü.

  • Ölümünün ardından, benim temasa geçtiğim komşularından biri olan adam, Anni’nin mülkünü toprağını işlemek üzere satın almıştı. Ev el değmeden öylece kalmıştı. O zamandan beri ne yazık ki yağmalanmış ve suya çok yakın olduğu için kış fırtınalarında kısmen harap olmuştu. Ancak, ziyaretim sırasında hâlâ Anni’nin izlerini orada görebiliyordum. Elbisesi yatak odasındaki duvarda asılı duruyordu. Çatal kaşıklar hâlâ mutfak çekmecelerindeydi. Komidinin üzerinde bir dergi. Penceresindeki çantası. Bu terk edilmiş evde dolaşma deneyimini çok daha nostaljik yapan, bir zamanlar oraya “benim evim” diyen bu kadınla ilgili biraz bilgi sahibi olmaktır.

Merak ediyorum, fotoğrafladığın evlerden birinde yaşamak ister miydin?

Evet! Bu evlerin bazıları muhteşem manzaralara sahip ve harika bölgelerdedir. Bununla birlikte, ev içi su tesisatı, elektrik ve internetin modern konforuna çok bağımlı olduğum için onları tatil evi olarak tercih ederdim.

Bu projene başka bir yerde devam etseydin burası neresi olurdu? Yoksa “başka yerde olamaz” dediğin türden bir şey mi bu?

Tabii ki, Avrupa’da bulabileceğiniz terk edilmiş kaleler veya ABD’deki tamamen terk edilmiş kasabalar gibi daha sofistike terk edilmişlikleri fotoğraflamayı hayal ettim. Bununla birlikte, terk edilmiş İskandinav evlerinin mütevazılığını sevmeye başladım, şimdilik, İskandinavya’daki çalışmalarımı ilerletmeyi tercih ediyorum.

Yaptığımız bu söyleşi Türkiye’de hakkında çıkacak ilk yazı olacak muhtemelen. Birkaç şey söylemek ister misiniz?

Evet, İskandinavya’daki terk edilmiş evlerime ilgi gösterdiğiniz için çok çok teşekkür ederim, demek isterim! Bu evleri fotoğraflamaya ilk başladığımda, fotoğraflarımın uluslararası düzeyde ilgi görebileceğini hayal bile edemezdim, bu yüzden Türkiye’ye kadar uzanabilmekten onur duyuyorum! Ülkeniz de güzel doğası ve el değmemiş alanlarıyla biliniyor, bu yüzden bu fotoğrafları görenlerin kendi ülke ve kültüründe benzerlikler bulabileceğini umuyorum. Fotoğraflarıma bakanların kalbindeki duygulara veya hüzne dokunabilmek bir fotoğrafçı olarak daima tek amacımdır.