Yaptığım şeyin diorama olduğunu sonradan öğrendim

Bu sanatı ülkemizde icra eden pek çok isim var ancak son zamanlarda sosyal medyada dikkatimi çeken diorama sanatçısı İsmail Kuş’un diğerlerinden farklı bir hikâyesi var.
Bu sanatı ülkemizde icra eden pek çok isim var ancak son zamanlarda sosyal medyada dikkatimi çeken diorama sanatçısı İsmail Kuş’un diğerlerinden farklı bir hikâyesi var.

Diorama, bir olayın ya da hikâyenin üç boyutlu olarak yansıtılma sanatına verilen ad. Bu sanatı ülkemizde icra eden pek çok isim var ancak son zamanlarda sosyal medyada dikkatimi çeken diorama sanatçısı İsmail Kuş’un diğerlerinden farklı bir hikâyesi var. Kendisi hırdavat dükkânı olan bir esnaf. İşten eve geldikten sonra boş vakitlerini değerlendirmek için farkında olmadan diorama dünyasına giriş yapmış. Kendisiyle bu dünyaya nasıl girdiğini, çalışmalarında tebessüm ettiren farklı detayların ortaya çıkma sürecini, sanatla olan ilişkisini ve eserlerinin geleceğini konuştuk.

Diorama ile tanışma sürecinizden bahsedebilir misiniz?

Arayışım farklıydı, gerçeğin peşine düşmüştüm. Çalışmalarımı durdurmuştum. O zamana kadar yaptığım şey diorama maketçilikmiş.
Arayışım farklıydı, gerçeğin peşine düşmüştüm. Çalışmalarımı durdurmuştum. O zamana kadar yaptığım şey diorama maketçilikmiş.

Aslında benim hırdavat, nalburiye satışları yaptığım bir dükkânım var. Yakın bir arkadaşım gelip benden ahşap çubuk, çöp şiş vs. istedi. Ne yapacağını sorduğumda maketten köy evi yaptığını, tırmık yapmak için de malzeme gerektiğini söyledi. Benim de köy evlerine karşı ilgim vardı. Acaba ben de yapabilir miyim diye düşündüm ve 15 günde köy evi yaparak bu işe başladım. Şu an iç mekân ve dış mekânı bir arada çalışıyorum ama o zamanki çalışmalarım sadece dış mekândan oluşuyordu. Köy evinden sonra kapısı kapalı bir bakkal yapmaya çalıştım. Nalbur, cami, park, okul derken 15-20 adet maket yaptım. Yaptıklarım animasyon tarzındaydı biraz, bakan bir daha bakıyordu ama benim içime sinmiyordu. Arayışım farklıydı, gerçeğin peşine düşmüştüm. Çalışmalarımı durdurmuştum. O zamana kadar yaptığım şey diorama maketçilikmiş. Bir sokağı canlandırıyorsam, o sokağın gerçeğini yapmam lazım dedim. Sadece ilk yaptığımı hatıra olsun diye sakladım, diğer hepsini “bunlar sanat eseri değil” diye çöpe attım. Bu yaptığım şeyin diorama sanatı olduğunu sonradan öğrendim.

Daha önce sanata karşı bir ilginiz var mıydı?

Eğitim almadan bir tuvali alıp resim yapamıyorum ama diorama ile uğraşırken birinin bir şeyi nasıl yaptığını sormaya bile ihtiyaç duymuyorum.
Eğitim almadan bir tuvali alıp resim yapamıyorum ama diorama ile uğraşırken birinin bir şeyi nasıl yaptığını sormaya bile ihtiyaç duymuyorum.

Sanatla yakından bir ilişkim olmamıştı ama el yatkınlığım her zaman vardı. 13-14 yaşlarımdayken camiye gelen nakkaşları görürdüm. İlgimi çekerdi, oturup onları izlerdim. Sonrasında bana orada çalışmayı teklif ettiler. Bir gün iş var zannedip gitmiştim, kimse yoktu. Boyanmayan bir duvar kalmıştı, orayı akşama kadar tek başıma hallettim. Geldiklerinde boyadığım duvarı görünce “Sana hiçbir şey demiyoruz” demişlerdi. Boya yapmasam bile boyalara karşı her zaman ilgim vardı. Bizim zamanımızda en fazla 12’li boya alabiliyorduk. Sınıfta farklı ülkelerden gelen arkadaşlarımız 48’li, 60’lı boyaları çıkarttıklarında çok imrenirdim. Çocukken de yağlı boya resim kursuna gitmiştim ama bir atölye çalışması olmadan yapamayacağımı anlayınca bıraktım. Ustanın fırçasını vuruş şeklini görmem lazım, onu göremeyince yapamadım. Bu duruma çok hâlâ şaşırıyorum; eğitim almadan bir tuvali alıp resim yapamıyorum ama diorama ile uğraşırken birinin bir şeyi nasıl yaptığını sormaya bile ihtiyaç duymuyorum.

Aynı zamanda tam zamanlı olarak esnaflık yapıyorsunuz. İşinize ayırdığınız zaman dilimi ile sanatınız arasında nasıl bir denge kuruyorsunuz? Vakit ayırmakta zorlandığınız oluyor mu?

Hayatım boyunca bir kahvehaneye gidip oturmadım, alışveriş merkezlerine de neredeyse hiç gitmem. Pek dışarı çıkıp gezmeyi sevmiyorum. Sanırım ondan dolayı işle atölye arasında denge sağlamakta zorlanmıyorum. Açıkçası çalışırken vaktin nasıl geçtiğini de anlamıyorum. İşten gelince yemek yiyip atölyeme geçiyorum, bazen birkaç saat, bazen de beş-altı saat çalışıyorum. Geçenlerde biri bana “Bu kadar şeye nasıl vakit ayırıyorsun?” diye sordu. Ben de ona gün içinde ne yaptığını sordum. “Eve gidiyorum, yemek yiyip televizyon karşısına geçiyorum” dedi. Peygamberimizin bir hadisi var: “İki nimet vardır ki, insanların çoğu onları değerlendirme hususunda aldanmıştır: sağlık ve boş vakit!” Boşa geçirdiğimi düşündüğüm vakitleri değerlendirmeye çalışıyorum. Dükkân işletmemin yanında eve gelip çocukların dersleri ile de uğraşıyorum.

Bu insanlar kafalarını boşaltmak için mi bu işleri yapıyorlardı yoksa daha iyi düşünebilmek için mi diye düşünüyorum.
Bu insanlar kafalarını boşaltmak için mi bu işleri yapıyorlardı yoksa daha iyi düşünebilmek için mi diye düşünüyorum.

Yine Peygamberimiz insanın ahirette zamanını nereye harcadığı hususunda cevap veremedikçe yerinden kıpırdamayacağını söylüyor. Benim de bunun endişesine düştüğüm zamanlar oldu. Şöyle de bir çözüm buldum; burada çalışmalarımı yaparken telefondan fıkıh, hadis, felsefe, belgesel, tecvit programı gibi çeşitli sohbetler açıp kendimi yetiştirmeye çalışıyorum. Geçenlerde, Kanuni Sultan Süleyman’ın sarraflıkla, değerli taşları işlemekle, Fatih Sultan Mehmet’in bahçe işi ile, II. Abdülhamid’in marangozlukla uğraştığını okudum. Kendisinin ufak da bir atölyesi varmış. Acaba bu insanlar kafalarını boşaltmak için mi bu işleri yapıyorlardı yoksa daha iyi düşünebilmek için mi diye düşünüyorum. Aynı soruyu kendime de soruyorum ama henüz bir cevap bulamadım.

Aklınıza bir fikir geldikten sonraki süreç nasıl işliyor?

İlk önce hangi dükkânı yapayım diye düşünüyorum. Detaylı bir dükkân olmalı. Geçen biri Japon pazarı yapsana dedi, herhalde Japon pazarındaki detayları bitirmek 1.5-2 yıl sürer. O kadar detaylı bir iş olsun da istemiyorum. Süreci anlatmak için marangoz atölyesi örneği üzerinden gidelim. Bir marangoz atölyesinde hangi parçalar var, hangi aletler kullanılıyor, bir kısmını internetten araştırarak, bir kısmını da marangoz atölyesine gidip orada gözlem yaparak, fotoğraflarını çekerek, notlar alarak kurguluyorum. Sonra dükkânı şekillendirmeye başlıyorum.

Bazen sadece bir duvar görüyorum, tamamen ondan esinlenerek yola çıkıyorum. Yapım süreci devam ederken gördüğüm ekstra bir şey olursa çalışmamı ona göre şekillendiriyorum.

Mesela çocuklarımı kitap almak için bir sahafa götürmüştüm. Bir yandan da bir sahaf dükkânında ne olur diye içeriyi inceliyordum. Dükkânın sahibi de arkasını dönmüş müşteriyle hiç ilgilenmiyor, ıslık çalıp şarkı söylüyordu. İçimden “Bu adam hiç kitap falan okumuyordur” diye geçirdim. Yaptığım sahafın adını da ona istinaden Okumaz Sahaf koydum.

Çalışmalarınızda “Buraya çöp atmayın!” ikazının altına bırakılan çöp poşeti gibi görünce anımsayabileceğimiz ilk etapta pek de aklımıza getiremeyeceğimiz pek çok detay var. Sizin bu detayları teşhis etme süreciniz ne kadar sürüyor?

Yapım malzemelerinde de aynı şey geçerli. Bir trafik dubasını ne ile yapabilirim diye düşünürken yapıştırıcının plastik kapağını gördüm ve hemen onu trafik dubasına çevirdim.
Yapım malzemelerinde de aynı şey geçerli. Bir trafik dubasını ne ile yapabilirim diye düşünürken yapıştırıcının plastik kapağını gördüm ve hemen onu trafik dubasına çevirdim.

Yapım süresi üç-dört ay sürdüğü için bir şeyler gördükçe, aklıma geldikçe notlar alıp eklemeler yapabiliyorum. “Çatıya çanak anten yerine tel anten yap!” diye notlar alıyorum mesela. Bu biraz da ne ile ilgilendiğinize göre değişiyor. Bu işle uğraştığım için ister istemez çevreme o gözle bakıyorum. Dolayısıyla zamanla ne yapmak istediğinize karar veriyorsunuz. Yapım malzemelerinde de aynı şey geçerli. Bir trafik dubasını ne ile yapabilirim diye düşünürken yapıştırıcının plastik kapağını gördüm ve hemen onu trafik dubasına çevirdim. Yolda insanların attığı plastik parçaları alıp acaba neye dönüştürebilirim diye düşünüyorum.

Bir malzemenin neye yarayacağını düşünmeye başladıktan sonra beyin tekerlek gibi dönmeye başlıyor. Bu işi yaparken kimseye hiçbir şey sormadım. Sürekli soru sorarak ilerleyemezsiniz. Sadece eşime renk konusunda danışıyorum o kadar.

Eserlerinize bakınca genellikle eski evler üzerinde çalıştığınızı görüyoruz. Bunun spesifik bir nedeni var mı?

Aslında bu evler hâlâ var. Ben bir ev yaptığımda “Bu evin aynısı Sultanbeyli’de, Trabzon’da var.” diye mesaj geliyor.

  • “Bunlardan sıkıldık, neden yeni ev değil de eski ev yapıyorsun?” diye de soranlar oluyor. Böyle düşünen insanlara inşaat firmalarının satış ofislerindeki maketlere bakmalarını tavsiye ediyorum.
Bir çalışmamı Balat evlerinden esinlenerek yaptım.
Bir çalışmamı Balat evlerinden esinlenerek yaptım.

O evlerde bir yaşanmışlık yok; balkonundan kilim bile sarkıtamıyorsunuz, dışarıda mangal yapamıyorsunuz, çöp atamıyorsunuz. Yeni yapı için bomboş bir maket yapıp önüne de üst üste bir sürü araba yığmak lazım. Çünkü yeni yaşam bu, başka da bir şey yok. Ben geçmişe dönük her şeyi kullanıyorum işlerimde. Herhangi bir zaman da belirtmiyorum ama “Burada BİM poşeti olmaması lazım 80’lerin evi bu” diyor bazı kişiler. Halbuki bu evlerden Balat’ta bir sürü var. Hatta bir çalışmamı Balat evlerinden esinlenerek yaptım. Onun haricinde bir umumi tuvalet çalışması yaptım. Bugün Türkiye’nin neresine gidersek gidelim bu manzara ile karşılaşabiliriz. Belki o çalışmada psikolojik bir durumu da yansıtıyorum. Biz kendi evlerimizde tuvaleti tertemiz bırakıyoruz ama dışarı çıktığımızda kendimizi temiz bir tuvalet ararken buluyoruz.

Bildiğim kadarıyla eserlerinizin hiçbirini satmıyorsunuz. Bu işin geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu işe ticari bir kaygı güderek başlamadım. Eğer satmaya başlarsam atölyenin kapısından içeri girdiğimde benim oraya girme sebebim değişecek, içeriye sanatını icra eden biri olarak değil de bir satıcı olarak gireceğim.
Bu işe ticari bir kaygı güderek başlamadım. Eğer satmaya başlarsam atölyenin kapısından içeri girdiğimde benim oraya girme sebebim değişecek.
Bu işe ticari bir kaygı güderek başlamadım. Eğer satmaya başlarsam atölyenin kapısından içeri girdiğimde benim oraya girme sebebim değişecek.

Belki de özveri ile yapamayacağım o zaman. Burada kullandığım birçok şeyi aslında 3D yazıcılar da yapıyor. Ben çalışmalarımı satsam bu detaylar ile uğraşmam ki. Ufacık bir şey bile birkaç gün sürebiliyor. Para girince işin ruhunun değişeceğini hissediyorum. Mesela bir bahçeniz olduğunu düşünün, orada organik bir şeyler yetiştiriyorsunuz. Evinizde yiyorsunuz, eşe dosta ikram ediyorsunuz. Sonra onları satmayı teklif ediyorlar size. Organik bir ayda yetişiyor ama ben bunları on günde hazır etmeliyim diye düşünüp ilaç ekleyeceğim işin içine. Bu sefer niyet değişecek. Çünkü senin organik domatesi 30 liraya satman lazım ama pazarda 10 lira. Satamayınca ucuza mal etmek için ilaç kullanacaksın. Bu işi para amaçlı yapsam daha az emek gerektiren bir yöntem bulunca ona yönelirim haliyle. Buraya harcayacağım vakti başka bir yere harcarım. O yüzden satmayı düşünmüyorum. Ayrıca bu bir tablo değil; zor koşullarda ortaya çıkan ve oldukça hassas, muhafaza edilmesi güç olan bir sanat. Yolda götürürken kırılmaya, zarar görmeye başlayacak. O yüzden evimin bir odasını atölye olarak ayırdım ve burada saklıyorum. Yakınlarda olup görmek isteyenler olursa da kapımı açıyorum. Hesaplarıma göre atölyem beş yılda ancak dolar. Sonrası için de su yolunu bulur, karşımıza neler çıkar bilemiyoruz.

Takip ettiğiniz başka diorama sanatçıları var mı?

Burada kullandığım birçok şeyi aslında 3D yazıcılar da yapıyor. Ben çalışmalarımı satsam bu detaylar ile uğraşmam ki.
Burada kullandığım birçok şeyi aslında 3D yazıcılar da yapıyor. Ben çalışmalarımı satsam bu detaylar ile uğraşmam ki.

Benim örnek aldığım bir sanatçı yok ama muhakkak her birinden bir şey görmüşümdür. Mesela ben bir çalışmayı bitirmişim fakat gerçeğini bulamamışım, öbür taraftan bakıyorum gerçeğini yapan var. Ben de gerçeğini bulabilirim diye bozup tekrar tekrar yaptığım işlerim oluyor. Bunun haricinde benim gibi hem iç hem de dış diorama çalışan çok fazla sanatçı yok. Genellikle sadece iç ya da sadece dış ile uğraşıyorlar.