Yaz işçileri

İnsanlar ikiye ayrılırlar: Yaz gelince tatile çıkabilenler ve ne yaz gelince, ne kış bitince, ne güzde, ne baharda, ne denizde, ne karada hiç tatile çıkamadan bu dünyadan göçüp gidenler.
İnsanlar ikiye ayrılırlar: Yaz gelince tatile çıkabilenler ve ne yaz gelince, ne kış bitince, ne güzde, ne baharda, ne denizde, ne karada hiç tatile çıkamadan bu dünyadan göçüp gidenler.

Sosyal medya denen tekinsiz mecraların teşhirciliği mübah kılan rahatlığıyla tatilci terörü daha da dizginlenemez bir hâl aldı, şimdilerde. Çarşaf çarşaf tatil fotoğraflarını ve sekiz sütuna manşet lokasyon bildirimlerini hepimizin zihnine bir daha çıkmayacasına kazımak için birbirleriyle fütursuzca yarışır oldular. Bir gün Bükreş’te kafede, öbür gün Paris’te müzede; bir gün Kudüs’te Cuma’da, ertesi gün Kabe’de tavafta… Öyle ya, insan dediğin kuş misali!

İnsanlar ikiye ayrılırlar: Yaz gelince tatile çıkabilenler ve ne yaz gelince, ne kış bitince, ne güzde, ne baharda, ne denizde, ne karada hiç tatile çıkamadan bu dünyadan göçüp gidenler.

Tatile çıkabilenleri kendi aralarında yazlıkçılar, yaylacılar, devre mülkçüler, otelciler, pansiyoncular… şeklinde sınıf sınıf ayırmak mümkündür. Onların hikâyesini zaten hepimiz biliriz. Kendilerine mahsus bir tatilci terörü ile tanıdık tanımadık herkesi tatil maceralarının içine çekmekte fazlasıyla maharetlidirler.

İnsanlar ikiye ayrılırlar: Yaz gelince tatile çıkabilenler ve ne yaz gelince, ne kış bitince, ne güzde, ne baharda, ne denizde, ne karada hiç tatile çıkamadan bu dünyadan göçüp gidenler.
İnsanlar ikiye ayrılırlar: Yaz gelince tatile çıkabilenler ve ne yaz gelince, ne kış bitince, ne güzde, ne baharda, ne denizde, ne karada hiç tatile çıkamadan bu dünyadan göçüp gidenler.

Farzımuhal, evvel zaman içinde hasbelkader bir yazlık edinilmişse daha yaz başlamadan içinde gizli bir gurur taşıyan şikayetleriyle onların yazlıklarının isi, kiri, pası, tozu, çamuru bütün tanıdıklarına yeter de artar bile. Yaz bitiminde ise hiç görmediğimiz ve hiç bir zaman da görmeyeceğimiz yazlık komşularının şımarık çocukları ve (isimleri bizde mahfuz) yaramaz kocalarına dair bitmek tükenmek bilmeyen hikâyelerle geri döner, bu yaz yorgunları.

Eğer bir otel/motel/pansiyonda kalınacaksa yaza onların rezervasyon hikâyeleriyle başlarız. Dağ-tepe-şehir gezmeleri için yürüyüş ayakkabıları, güneş-kum-deniz için sandaletler, rahat-ama-şık kıyafetler, havalı gözlükler, güneş kremi, plaj havlusu, derken daha yola çıkmadan hem kendileri bitap düşerler, hem de dinleyenlerini bitap düşürürler, eskinin pehlivan tefrikalarını aratmayan alışveriş hikâyeleriyle.

  • Sosyal medya denen tekinsiz mecraların teşhirciliği mübah kılan rahatlığıyla tatilci terörü daha da dizginlenemez bir hâl aldı, şimdilerde. Çarşaf çarşaf tatil fotoğraflarını ve sekiz sütuna manşet lokasyon bildirimlerini hepimizin zihnine bir daha çıkmayacasına kazımak için birbirleriyle fütursuzca yarışır oldular. Bir gün Bükreş’te kafede, öbür gün Paris’te müzede; bir gün Kudüs’te Cuma’da, ertesi gün Kabe’de tavafta… Öyle ya, insan dediğin kuş misali!

Tatilleri boyunca zapt edilemez bir coşku ve heyecanla günbegün zihinlerimize yükledikleri, “Hayat ne güzel! En çok da bana güzel!” resimleriyle kalsalar, gene iyi. Cömertçe harcamak üzere binlerce de anı biriktirirler ceplerinde. Yol, dil, iz bilmedikleri yaban ellerde düştükleri komik hâlleri, akşamlara kadar gezmekten ayaklarına kova kova kara sular indiğini anlatırlar, yerli yersiz. Neş’eyle. Hep birlikte gülünsün diye.

Tatilciler, anlatacak çok hikâyeleri var sanırlar hep --ki elbette haklıdırlar da bu sanrılarında; fakat bilmezler ki asıl hikâye hiç tatile gidememiş ve belki de hiçbir vakit gidemeyecek olanların hikâyesidir.

Tatilciler, anlatacak çok hikâyeleri var sanırlar hep --ki elbette haklıdırlar da bu sanrılarında; fakat bilmezler ki asıl hikâye hiç tatile gidememiş ve belki de hiçbir vakit gidemeyecek olanların hikâyesidir.
Tatilciler, anlatacak çok hikâyeleri var sanırlar hep --ki elbette haklıdırlar da bu sanrılarında; fakat bilmezler ki asıl hikâye hiç tatile gidememiş ve belki de hiçbir vakit gidemeyecek olanların hikâyesidir.

“Tatil de neymiş! Biz çocukken hiç öyle şeyler bilmezdik!” deyip tatil mefhumunu topyekûn reddedenleri mi istersiniz, “Yazık günah, yattın kalktın diye o kadar para mı verilir! Gerek yok; bizim bacanağın dünürlerinde kalırız biz...” deyip otelcilik diye adlandırılan meslek kolunu bir kalemde defterden silenleri mi! Ha, bir de, hafazanallah üç gün işi gücü boşlarlarsa dünyanın düzeni altüst olur diye bir türlü tatile gidemeyenler vardır ki onların hikâyesi bambaşka bir trajedidir. Onu ne siz sorun, ne ben söyleyeyim.

Hepsi bir yana, asıl hikâye tatile çıkmak istedikleri hâlde, “Kızın düğünü bi geçsin”, “Hele oğlanın askerliği de bitsin”, arabanın taksidi, çocuğun dershanesi, komşunun cenazesi derken bir türlü hayatı denkleştirip de evden çıkamayanların hikâyesidir. Tatile gücü yetebilenler, uzun ve tembel yeni bir yazı daha hangi “her şey dâhil” otelde, hangi yeni şehirde, hangi yeni ülkede geçirmenin hesabını yaparken, pek çoğumuz için gezmenin adı, masraftır. “Gezmenin adı, yorgunluk” derdi, eskiler; öyledir. Fakat, gezmenin adı çokça da masraftır aynı zamanda. Hele de çocuklar büyüdükçe! Evden dışarı adım attın mı; para. İndin, para; bindin, para; yedin, içtin, oturdun, kalktın… hepsi para.

O nedenle, şehirlerin büyük kalabalıkları (eğer surat eğmeden her yaz kendilerini ağırlayacak akrabaları da yoksa) koca bir yazı, pencere önünde sıcaklardan şikayet ede ede günü kurtarmalık yaz eğlencelerini ve bütün kış izledikleri dizilerin tekrarının tekrarını seyredermiş gibi yaparak geçirirler. Onlar için yaz, kocaman bir tembellik demektir çoğu zaman.

  • Yaz boyunca tatile çıkamayan şehirliler tembelleştikçe tembelleşirken, yazı en yoğun ve de en yorgun geçirenler, yaz işlerinde çalışıp da gelecek kışın azığı, odunu, kömürü için bir yaz boyunca edineceği ücrete bel bağlayan mevsimlik yaz işçileridir --ki kimi lügatlerde mevsimlik köleler olarak zikredildikleri dahi görülmüştür.

Yaz işçileri de tatilciler gibi sarı sıcaklar bastırmadan gelen yazı nerede geçireceklerinin derdine düşerler. Onların telaşı da tatilcilerin telaşından çok farklı değildir aslında. Önce pancar çapasına mı, kiraz hasadına mı gidilecek; kadın erkek, çoluk çocuk bir traktör kasasında mı yoksa bir kamyon sırtında mı istiflenilecek; bütün bir yaz derme çatma bir çardakta mı meşakkatsiz bir çadırda mı gecelenilecek; “her şey dâhil” sözü veren işveren günlük azık olarak bir kuru bulgur pilavı mı koyacak önlerine, yoksa yanında bir tas çorba da olacak mı…

Mevsimlik işçilerin kimi çoluk çocuğu memlekette bırakır gelir, kimi yanında getirir.
Mevsimlik işçilerin kimi çoluk çocuğu memlekette bırakır gelir, kimi yanında getirir.

Kimi mevsimlik yaz işçileri için yaz demek, yakan güneş altında akşam inene dek çay kırmak, ot yolmak, fındık, soğan, kayısı, kiraz, yaprak, pamuk toplamaktır; kimileri için nemli ve sıcak yaz gecelerinde tan yeri ağarana dek tütün kırmak. Kimileri için ise, Yaz Sonunda Anahtar Teslim, 3+1, lüks daireli apartman inşaatlarının altıncı, yedinci, sekizinci, dokuzuncu, onuncu katına günde kaç torba çimento torbasını sırtlarında taşıyabildikleridir, yaz.

Daha yaz sıcaklarını ortalamadan, tütün kırmaktan elleri katran karasına boyanır; eğilmekten belleri, çapa sallamaktan, orak savurmaktan kolları kırılır. Nasır tutan ellerine, patlayan avuç içlerine, su toplayan ayaklarına, sıcaktan uzadıkça uzayan yaz günlerinin bütün bu yorgunluklarına ve yokluklarına rağmen, güneş devrilip gidince, yevmiyesini tam olarak alabilen kendini ziyadesiyle bahtiyar addeder.

Bir kısım mevsimlik işçi ise çok daha şanslıdır. O koca sıcaklarda onların payına düşen serin bir otelde çarşaf değiştirip yatak düzeltmek, banyo, tuvalet, hatta daha da şanslılarsa mutfakta tabak çanak yıkamaktır. Gün doğmadan, daha kendi yataklarını toplayamadan, apar topar koşarlar, isimlerini hiç bilmedikleri, yüzlerini hiç görmedikleri tatilcilerin çarşaflarını değiştirip, yataklarını derip toparlamak için. Kafalarında bin bir kaygı ve endişe, bir sonraki ayın maaşını alıp alamayacaklarını bilemeden, yaz bitince işlerine devam edip edemeyeceklerinden emin olamadan, tatilcilerin otel odalarında unutup gittikleri tüyleri, kirleri, kederleri, öfkeleri, memnuniyetsizlikleri toplayıp kendi kırgınlıklarına ve hayal kırıklıklarına katarlar.

  • Mevsimlik işçilerin kimi çoluk çocuğu memlekette bırakır gelir, kimi yanında getirir. Tatilcilerin çocukları uykulu ve yorgun gözlerle açık büfe kahvaltılarda onca çeşidin önünde çaresizce nazlanırken, yaz işçilerinin çocukları güneşten evvel kalkıp, çoktan pamuk ve pancar tarlalarının, fındık ve kayısı bahçelerinin yolunu tutmuş olurlar. Ne nazlanmaya mecalleri vardır, ne de nazlarını çekecek birileri.

Susuzluktan, karanlıktan, cehennem sıcağı çadırlardan, sabahlara kadar tepelerinde vızırdayan sivrisineklerden, günü gününe ödenmeyen yevmiyelerden şikayet etmeye ise ne hakları ne de cesaretleri vardır. Bilirler ve endişelenirler ki en ufak sitemlerinde adlarının kenarına “nankör ve de sabırsız” notu düşülüverir, işverenlerinin kara kaplı defterlerinde. Bu yaz da iş bulduklarına şükretmek en iyisidir, eğer bir sonraki yazı işsiz geçirmek istemiyorlarsa.

Bunca meşakkat ve çilenin karşılığı olarak, yaz işçilerini el üstünde misafir edilirler de sanmayın. Garibanlık, fakirlik, cahillik, görmemişlik, dil bilmezlik, yol bilmezlik, iz bilmezlik ile anılır isimleri. Yol üstünde onları fark edip de klimalı arabalarını kenara çeken neşeli tatilciler de olmasa kendileri bile varlıklarından habersizdirler neredeyse.

Authentic, “Güzel Anadolu’m” temalı tatil fotoğraflarının baş köşesinde ağırlandıkları olur bazen. Bazen de, “Aniden Yola Çıkan Densiz Bir Traktörün Sebep Olduğu Pek Feci ve Elim Bir Trafik Kazası” konulu haberlerde kısaca bahsedildikleri olur; lafı çok da uzatmadan. Asfaltın sıcağına savrulmuş cansız bedenleri, “Bu Yaz Kim Nerede?” haberleriyle süslenmiş renkli gazete sayfalarıyla örtülür, yerleri herkesler tarafından bilinsin diye.

Çok geçmeden, ne isimleri kalır ne de cisimleri, modern insanların hayli meşgul zihinlerinde. Nihayetinde, birer mevsimlik işçidirler sadece.

Yazı bitirebilenler, artık müzminleşmiş bel ağrıları ve koca bir yazın yorgunluğuyla geri dönerler özleyenlerine. Çatlamış avuçlarına ve nasır tutmuş ayaklarına kınalar sarılır, aceleyle; güz mevsimine değin çabucak iyileşsinler, çabucak iyileşsinler de güz hasatına yetişebilsinler diye.

Yaz gezginlerine sorarsanız gezmenin adı, yorgunluktur; doğrudur. Oysa ki mevsimlik işçiler için, en çok da yaz işçileri için, yorgunluk koca bir mevsimin adı olmuştur.