Anlat Bakalım

Kitaba başlarken çocukluğumdan bir yerlere gitmek keyifliydi.
Kitaba başlarken çocukluğumdan bir yerlere gitmek keyifliydi.

On dokuz tuhaf öykü. Tuhaf kelimesini kullandım çünkü tuhaf zamanlarda yaşadığımıza inananlardanım. Hepimiz gittikçe tuhaflaşan bu hayata hep gözlük üzerinden şöyle bir bakıyor sonra da alışmıyor muyuz?

Okan Çil’in kitabında on dokuz öykü yer alıyor. Artık hepimizin kitaplığında güzel bir yere, köşeye sahip Dedalus’tan çıkmış.

Enfes bir ismi var bence: “Onu Da Sonra Anlatırım”.

Öyle çok an’da hatırlıyorum ki bu ifadeyi. Hele çocukluğumdan neler dökülmedi zihnime. İkindi sonraları demlenen çay, komşularla oturmalar, akşam hangi yemeği yapsamcılarla, benim fasulyem dünden hazırcıların dut ağacı altında hayatta (Konya deyişiyle elbette) kıkırdaşmaları. İçlerinden illa ki birinin bir şeyi, örneğin kaynanasını şöyle güldürüklü (annemin deyişiyle elbette) anlatması ve çevresindekileri kahkahalara boğması. Köşede, divana oturmuş, kısır ve kekleri yiyip olanları izleyen, yeni yetişmekte olan bendenizin terliklere maruz kalıp alandan uzaklaştırılması, “Laf mı dinler bu?” diye.

Kitaba başlarken çocukluğumdan bir yerlere gitmek keyifliydi. Öykülere gelelim.

On dokuz tuhaf öykü. Tuhaf kelimesini kullandım çünkü tuhaf zamanlarda yaşadığımıza inananlardanım. Hepimiz gittikçe tuhaflaşan bu hayata hep gözlük üzerinden şöyle bir bakıyor sonra da alışmıyor muyuz?

Kitabın arka kapağında öyküler sıra dışı hatta absürt olarak niteleniyor. İlk öyküden itibaren anlıyorsunuz başka şeyler olacağını.

Sanal bir hayatı tane tane anlattığı ilk öyküde Çil’in anlatısının ipuçlarını bulabiliriz. Şu cümlelerin özellikle altını çizdim. Rahat bir üslup, gerçeği anlatan bir göz.

“Geç saatlere kadar bilgisayar başından kalkmıyordum. Hatta bazen uyumadan işe gittiğim bile oluyordu. Yorgundum, ufak tefek hesap hataları da yapıyordum arada, ama yüzüm gülüyordu artık.”

Okan Çil’in anlatısındaki rahatlık zihnime şunu düşürdü. “Böyle yazı yazılmaz, böyle öykü yazılmaz.” tarzındaki bir yargı ifadesi artık geçerli değil. Değişen çağ, anlatıyı değiştiriyor. Birisi çıkıp her şeyi altüst edip yazılmaz dediğiniz şekilde yazıveriyor. Çil’in öykülerinde okuduğum, hadi anlat dediğim, klişe ama güldürürken düşündüren durumlar, anlatının sizi yer yer kahkahalara boğması… Bir de “Zaman” öyküsünde yaptığı biçimsel değişiklikler, müdahaleler var. Cümlelerin üstünü çizme fikrini sempatik buldum.

Hasılı kitabın sonuna gelince, divanın üzerindeki o çocuğun büyüdüğünü, hayatımızın (Konya deyişiyle elbette) artık olmadığını, apartmanda yaşadığımızı daha iyi fark ettim. Okan Çil’in anlatısını öyle güzel, öyle sıcak kurması; dijital dönüşümün her yere sızdığı günümüze bir gülümsemeyle meydan okuması, ikinci kitabı merakla beklememe sebep oldu. Hadi.