Arayış ve Başkaldırı Öyküleri

Regaib Albayrak

Anlam arayışı, Regaib Albayrak öykülerinde belirgin bir şekilde kendisini gösteren, yazarın öykülerinin ana direğini oluşturan ve yazarı, çağdaşı diğer öykü yazarlarından ayıran en önemli özelliktir. Bu anlam arayışı iki yönlü olarak gösteriyor kendisini. Arayışın ilk aşamasında yazar, genel anlamda insanın dünya üzerindeki varlık nedenini bulmaya, göstermeye çalışıyor.

Türk öyküsü gösterişli günlerini yaşamaya devam ederken, öykümüzün genç isimleri de bu yükselişte yerlerini alıyorlar. Regaib Albayrak da bu genç öykü yazarlarından biri.

Bu yazımda yazarın yayımlanan sekiz öyküsü çevresinde, yazarın öykü anlayışı üzerine değerlendirme yapmaya çalışacağım. Bir yazarın öykü anlayışına dair sekiz öykü üzerinden tespitlerde bulunmak pek sağlıklı bir tavır gibi görünmeyebilir ama Regaib Albayrak öykülerinin hacimli yapısı bu değerlendirmeyi yapmaya imkân tanıyor.

Albayrak öyküsünü üç başlık altında değerlendirmek mümkün:

  • 1. Anlam arayışı ve yöntem olarak kaçış
  • 2. Başkaldırı
  • 3. İnsana üst bakış ve gerçeküstü öğeler

Anlam Arayışı ve Yöntem Olarak Kaçış

Anlam arayışı, Regaib Albayrak öykülerinde belirgin bir şekilde kendisini gösteren, yazarın öykülerinin ana direğini oluşturan ve yazarı, çağdaşı diğer öykü yazarlarından ayıran en önemli özelliktir. Bu anlam arayışı iki yönlü olarak gösteriyor kendisini. Arayışın ilk aşamasında yazar, genel anlamda insanın dünya üzerindeki varlık nedenini bulmaya, göstermeye çalışıyor. İkinci aşamada bu arayış biraz daha özele yöneliyor. Albayrak, inançlı bir yazar olarak, varlık nedenini sorgulayan Müslüman karakterlere yer veriyor öykülerinde.

Bulmam gerekti. Artık her zerremle buna inanıyordum. Bu hayatın sırrına ermek için bir şeyler yapmam ve o sırrı bulmam gerekiyordu.

Bu hayatı reddettiğim gün hayatımda çok köklü bir değişiklik yaptım. Kolumdaki / cebimdeki / evimdeki / işimdeki tüm saatleri bir poşete doldurup yaktım! Çünkü saatler ve modern hayatın bize dayattığı zaman kavramı insanı prangaya vurulmuş bir mahkûma çeviriyor.

Yukarıdaki alıntılarda da görüldüğü gibi yazar, genel olarak insanların ve diğer canlıların dünya üzerindeki varlık nedenlerini sorguluyor. Biz, bu sorgulamaların izlerini bazen karakterlerin diyaloglarında bazen de anlatıcının monologlarında görüyoruz.

Yazar; bir yerden bir yere kaçışı, arayış ve sorgulama sürecinin başlangıcını belirlemek için bir yöntem olarak kullanıyor. Burada kaçış, hem fiziksel anlamda karakterlerin bir mekândan başka bir mekâna taşınması olarak hem de öykü anlatıcısının ve karakterlerin fikir ve ruh olarak bir yerden bir yere hareketi şeklinde karşımıza çıkıyor. Kaçışın yönünün çoğunlukla dar ve sınırlı mekânlardan geniş mekânlara doğru olduğunu görüyoruz. Hesaplaşma öyküsünde kuyudan çıkışa, Rüya mı Yoksa Lanet? öyküsünde adanın kısıtlayıcı atmosferinden denizin sonsuzluğuna doğru bir kaçışın varlığına şahitlik ediyoruz. Ölüm Kokusu öyküsünde bu fiziksel kaçış şehirden kırsala doğru gerçekleşiyor. Saatleri Durdurma Medresesi ve Tımarhane öykülerinde ise zihinsel bir kaçış söz konusu. Bu eylemler sorgulama sürecinin başlangıcı olurken yazarın başkaldırı diline de zemin hazırlıyor.

Başkaldırı

Meselesi olan öykülerin büyük dezavantajı, verilmek istenen mesajın didaktik bir dille öyküde kendisine yer bulmasıdır. Bu durum, öykü atmosferine ve anlatılan hikâyeye telafi edilmez zararlar veriyor. Albayrak, didaktik anlatımın öyküsüne vereceği zararın bilincinde olarak mesajını, öyküsünün merkezine aldığı bir nesne yahut kavram üzerinden anlatıyor. Ve bu yolla zamanın hızına yenilen, doğrularını yanlışlarını değerlendirmek konusunda yetersiz kalan, hayatını devam ettirirken kendisine yapılan saldırılar karşısında doğrusunu yanlışını sürekli bir şekilde değiştiren insana başkaldırının yollarını açıyor.

Burada dikkat etmemiz gereken bir husus var. Genç bir öykü yazarı, öykülerinin büyük bir kısmını neden anlam arayışı ve başkaldırı etrafında kurar?

Bir yazarı yaşadığı çağdan bağımsız düşünemeyiz. Sosyal yaşam içerisinde yer alan insan, kendisinden bağımsız bir şekilde gelişen olaylardan da mutlak bir şekilde etkilenir. Albayrak, günümüz insanını yaşadığı tahribatların, kaybedilen kültürel değerlerin, yitirilen hoşgörü anlayışının farkında olduğunu karakterler ve anlatıcı üzerinden dile getiriyor. Bu bilinçle insanları uyarma görevini üstleniyor. Bu olumsuz değişimin olumlu yöne evrilebilmesi için de başkaldırı yolunu öneriyor.

İnsana Üst Bakış ve Gerçeküstü Öğeler

Regaib Albayrak öyküsünün eksi yönlerinden biri insanı eleştirmek için tercih ettiği üst bakış durumudur. Öykülerinde; kendisinin de içinde bulunduğu çağa, toplumsal yapıya, sosyal yaşamın aksaklıklarına eleştiri getirebilmek için yöntem olarak “araf” halini tercih ediyor. Öykülerinde sıklıkla tekrar eden yarı uyku ve “araf” atmosferi yazarın kendisini tekrar etmesi şeklinde okunabilir. Bu durum, yazarın nesnel bir bakış geliştirmek için bilinçli tercihine bağlı olarak şekillense de sıklığı arttığında tekrar gibi görünmektedir. Yazarın bu geçişleri sağlamak için farklı kurgular geliştirmesi bu eksiğini kapatmaya yetecektir. Albayrak’ın hikâyeleri ve anlatım biçimine ilişkin söyleyebileceğim bir olumsuz durum daha var. Yazar, hikâyelerinde okura açık kapı bırakmıyor. Bilinçli bir şekilde okuru kendi çizdiği sınırlar içerisinde tutuyor. Merak ve gerilim unsurlarına neredeyse hiç fırsat vermeyen yazar, bu tutumuyla okurun hikâye peşinde koşmasına engel oluyor.

“Rüya mı Yoksa Lanet?”, “Saatleri Durdurma Medresesi” ve “Ölüm Kokusu” öykülerinde tekrar eden “araf” halinde dil ve anlatım yönüyle benzerliğin bulunmaması da yazarın başarı hanesine artı bir puan olarak yazılabilir.

Mekân ve zaman unsurlarının etkin kullanımı, bilinçakışı tekniğinin neredeyse kusursuz bir biçimde uygulanması ve öykülerin büyük bir kısmında hikâye akışının monologlar yoluyla desteklenmesinin yanında yazarın en büyük başarısı, çizilen gerçeküstü atmosferlerin inandırıcılığıdır. “Rüya mı Yoksa Lanet?”, “Saatleri Durdurma Medresesi” ve “Ölüm Kokusu” öykülerinde, öykünün kurulduğu gerçeküstü dünyada hikâyenin izini kovalarken sahicilik konusunda tereddüde düştüğümüz tek bir an yok neredeyse. Atmosferin bu kadar inandırıcı bir biçimde kurulması, anlatılan hikâyenin ve yazarın meselesinin okurun dünyasına herhangi bir zorlama olmadan ulaşmasını sağlıyor.