Atilla İlhan’ın “Sana Ne Yaptılar” Şiiri

Atilla İlhan
Atilla İlhan

Attila İlhan şiirine genel olarak yapışan, sırnaşan, daima nüfuz eden o baygın romantizmin izleri bu şiirde de görülebilir elbette. Fakat biçim ve tema bakımından bir denge tutturulabildiği için şiiri büsbütün ezmemektedir bunlar. Yerini bulamayan bazı ek ve kelimeler yahut dilsel aksaklıklar da şiiri buharlaştırmamakta, güçten düşürmemektedir.

Amacı ve yöntemi ne olursa olsun, bütün melekeleri ezen, değerler dizgesini kötürüm bırakan insanlık dışı bir kötülük türüdür “işkence”. İnsanlık dışı diyoruz ama, bilebildiğimiz kadarıyla insan dışında da kendi türüne, türdeşine işkence eden başka bir canlı da yoktur. O kadar ki kategorize edilmiş, tarihçesi gösterilmiş, karşılaştırmalı uygulamalarla detaylandırılmış devasa bir literatür bile oluşturulmuş bu konuda. Hem üzücü hem ürkütücü hem de utanç verici.

60’lı yıllarla birlikte, dünyadaki gelişmelerle de ilintili olarak, siyasal ve toplumsal hareketler büyük bir ivme kazanır. Bunun sonucunda tutuklanan, gözaltına alınan, hakarete uğrayan, kötü ve kaba muameleye maruz kalan, işkence gören çok sayıda insanla karşılaşırız. Önceleri daha çok sol/sosyalist dünya görüşüne bağlı insanların maruz kaldığı bu tür acı ve insanlık dışı uygulamalarla, -onların yanı sıra- sağ kesimden gelen yahut Müslüman bir kimliğe sahip insanların tanışması da fazla zaman almayacaktır.

70 ve 80’li yıllarda sıkça okuduğumuz, böyle somut, fiziksel ve aynı zamanda ruhsal acılara, işkencelere değinen şiirlerin ilk ve etkili örneklerini verenlerden biri de Attila İlhan’dır. Onun, 1977 yılında yayımlanan “Sana Ne Yaptılar” başlıklı şiiri, sözü edilmesi, bu bağlamda ayrı tutulması gereken bir şiirdir.

Bir genç kızın/kadının yaşadığı işkenceyi ve daha sonraki yaşamında meydana gelen büyük, incitici, sakatlayıcı değişikliği az sayıda dizeyle bu denli etileyici bir şekilde anlatan çok az şiir vardır. Şiirin bütün gövdesine yayılan, hem betimleme hem de hatırlama/hatırlatmalarla genişleyen, boyutlanan hikaye; daha ilk dizelerden itibaren zihnimizi bir acı yumağı eşliğinde alevlendirmeye, içimizi kanatmaya, kanırtmaya başlar:

o sabah mı çıkmıştın bir gün önce mi

bir bıçağın ağzında yürür gibiydin

demirlerin soğukluğu soluk dudaklarında

gözlerinde karanlığı dar hücrelerin

seni görür görmez özgürlüğümden utandım

söyle ne içersin çay mı kahve mi

çok değişmişsin birden tanıyamadım

Mekan, tam olarak belli, belirgin değil. Bir ev, bir kafeterya, bir çay bahçesi olabilir. Birbirini daha önceden tanıdıkları açık olan fakat aralarındaki ilgiyi, ilişkiyi, yakınlığı tam olarak kestiremediğimiz iki kişi var karşımızda. Biri erkek, diğeri kadın; iki arkadaş muhtemelen. Şiirdeki hikayenin asıl kahramanı olan kız ile anlatımına bir “şaşırma” ve “hüzün” boyutu ekleyerek onu bize parça parça tanıtan, aktaran anlatıcı kişiyle yol alıyoruz şiirde.

Zorlu zamanlardan geçildiği bellidir. “Bir bıçağın ağzında yürür gibi” evden çıkan kız, yakalanıp götürülerek, tahmin edilmesi çok da zor olmayan bir sürece dâhil edilmiştir. Aradan belli bir zaman geçmiş ve bırakılmıştır. Anlatıcı, henüz yeniden karşılaşma aşamasında bulunduğumuzu da hatırlatarak ondaki ruhsal/psikolojik çöküntü üzerinde yoğunlaşmaz ya da -daha doğru bir tespitle- bunun fiziksel yansımalarını öne çıkarır daha çok. Üstelik hem böyle bir durumla kendisi -henüz- karşılaşmamış bir erkek, hem de onu tanımakta bile zorlanan bir arkadaşı olarak bir tür mahcubiyet içerisindedir. İlk bölümdeki “seni görür görmez özgürlüğümden utandım” dizesi, bu tür çağrışımların hepsine de kapı aralamaktadır. Neredeyse hiç konuşmayan ve anlatıcının eski günlere ve şimdiye dair kıyaslamalarıyla aydınlanan kızın haleti ruhiyesi, meraktan çok bir incinme ve özdeşleşme yangısına götürmektedir bizi. Onun görünümü ve iç dünyasıyla ilgili betimlemeler hacim kazandıkça şiire yayılan acı ve hüznün dozu da artmaktadır.

saçların uzundu omuzlarına akardı

gönlümüz şenlenirdi sarışınlığından

onlar mı kestiler sen mi kısalttın

gülerdin içimize aylar doğardı

görünmez dağların arkasından

eski gülümsemeni beyhude aradım

o sabah mı çıkmıştın bir gün önce mi

çok değişmişsin birden tanıyamadım

Şimdi durgun ve tedirgin olan kişinin, genç kadının bir zamanlar hem kendisinin yaşama sevinciyle dolu olduğunu hem de çevresine, arkadaşlarına, yakınlarına neşe ve sevinç verdiğini öğrenmek de önemli elbette. Fakat bu bölümün ana duygusunu veren ve betimleme içinde birden makas değiştiren dize “onlar mı kestiler sen mi kısalttın” dizesidir. Şiire böylelikle “onlar” zamirinin yönlendirmesiyle başkaları da girmektedir ki “şaşkın ve mahcup anlatıcı” ile “işkence gören genç kız”dan oluşan kişiler kadrosu genişlemekte, çoğullaşmaktadır. İlk bölümde üstü örtülü geçtiği için okuyucunun zihnine açıkça yerleşmeyen bu kişilerin hatırlatılmasıyla birlikte, hikayenin taşıdığı hüzün, acıma gibi duygu sarmalına “öfke” de eklenmiş olmaktadır.

Şiirin son bölümü, betimlemeyi genç kızın iç dünyasını ele veren ifadelerle doludur. Bununla koşut olarak okuyucudaki duygudaşlık ve etki eşiğinin güçlenmesi de amaçlanmıştır:

bir çay içer misin yoksa kahve mi

kibritim yok demek cıgaraya başladın

ellerin de titriyor bir şeyin mi var

böyle bir kız değildin sen eskiden

sana ne yaptılar sana ne yaptılar

kirpiklerin ıslanıyor durup dururken

o sabah mı çıkmıştın bir gün önce mi

çok değişmişsin birden tanıyamadım*1

Bu son bölümde, genç kız biraz daha öne çıkar, şiirdeki kamera ona daha fazla odaklanır. Sigarasını yakmak için kibrit istemekte, elleri titreyip durmakta, durup dururken kirpikleri ıslanmaktadır. Benlik ve kişilik, bilinç ve yaşama sevinci tamamen zedelenmiş, örselenmiştir. Hiçbir şey bir daha asla eskisi gibi olmayacak, olamayacaktır. Hem bedende hem de benlikte, bilinçte devasa bir “kıymık” gibi durmaktadır işkence. Kim olursa olsun, okuyan insanın “içine oturan” bir tarafı vardır; vicdanı tutuşturan, kısa kesiklerle dolu olan bu aktarımın.

Attila İlhan şiirine genel olarak yapışan, sırnaşan, daima nüfuz eden o baygın romantizmin izleri bu şiirde de görülebilir elbette. Fakat biçim ve tema bakımından bir denge tutturulabildiği için şiiri büsbütün ezmemektedir bunlar. Yerini bulamayan bazı ek ve kelimeler yahut dilsel aksaklıklar da şiiri buharlaştırmamakta, güçten düşürmemektedir.

Şiirdeki asıl zaman ve mekan son derece sınırlıdır. Ancak okudukça dizeler bizim zihnimize daha kapsamlı bir uzamı, daha geniş bir mekanı çağırmaktadır. Şiirin belki de gücü ve güzelliği, kabuğunu kıra kıra, katmanlarını aça aça ilerlemesinden kaynaklanmaktadır.

Gerçek ve sözde soru cümlelerinin, şiirinin anlatımını hareketlendirdiği, olumlu bir etkisinin olduğu söylenebilir. Aynen ya da çok küçük değişikliklerle tekrarlanan ifadeler, açık ve pasif kafiyeler, hece şiiri değilse de hacim bakımından, hece sayısı bakımından birbirine yakın olan dizeler, “n” ve “m” seslerinin sıkça kullanımıyla elde edilen kısmi aliterasyon; şiirin bütünlük ve ahenk kazanmasında katkısı olan ögelerdir. Üç bölümden oluşan şiirin ilk bölümü 7, ikinci ve üçüncü bölümleri ise 8 dizedir. İlginçtir ki şiirdeki hikaye, olay anlatımından çok, kısa ve kesik betimlemelerden güç alarak çatılmıştır.

Sanki bir romanı, roman katına çıkabilecek bir konuyu alıp küçültmüş, daraltıp damıtmış, eğip bükmüş, özetleyerek dizelere dökmüş gibidir bu şiirde Attila İlhan. Gerçek başarısı ise içinde bir kez bile “işkence” kelimesi geçmemesine rağmen, işkenceyi bu denli yalın ve etkili anlatabilmesindedir.

  • * Attila İlhan’ın bu şiiri, İş Bankası Kültür Yayınları tarafından 2011’de 12. baskısı yapılan Böyle Bir Sevmek adlı kitabın ilk şiiridir. Alıntılar, kitabın bu baskısındandır.