Biçimin sınırlarında sanat

Biçim, başlı başına sınır demektir; bu sınır aynı zamanda varolanların sınırlılığıyla uyum içinde olmak demektir.
Biçim, başlı başına sınır demektir; bu sınır aynı zamanda varolanların sınırlılığıyla uyum içinde olmak demektir.

Yaratılmış olanlar geçicidir, sınırlıdır, zeval bulucudur. İnsan ontolojik, ahlaki, siyasi, coğrafi, kültürel, dilsel vb. sınırlarla malul bir mahlukattır; sınır kere sınır içindedir. Ontolojik sınırları onun kaderidir, hakkındaki ölçüdür; dolayısıyla bu sınırların dışına taşamaz.

1. Biçimi daha iyi kavramanın yollarından biri karşıtına bakmaktan geçer. Biçim ne kadar sınırı çağrıştırırsa biçimsizlik o kadar sınırsızlıktır; ama buradaki sınırsızlık özgürlük değil başıbozukluk, dağınıklık, çözülme demektir. Düzensizlik, yasadışılık, süreksizlik, ahenksizlik, çelişki, şekilsizlik, çirkinlik, korkunçluk, uyumsuzluk, karanlık vb. biçimsizliğin akla ilk gelen çağrışımlarındandır. Bunların akla gelmesi biçimsizliğin tanımlanamazlığı, ele avuca gelmezliğiyle ilgilidir. Çünkü biçimsizlik kavranamaz ve hayal edilemez olandır, bu yüzden daima kaos imgeleriyle birlikte düşünülür. Biçimsizliğin bir ucu kaossa diğer ucu hiçliktir.

1a. Biçimsizlikten söz etmeye çalıştığımızda ondan söz edilemediğini görürüz, çünkü bir şeyden söz etmek ona ad vermekle ilgilidir. Oysa biçimsizlik, bir ad olmadığı için sadece onun kaosu çağrıştıran imgelerinden, suretlerinden söz ediyoruzdur. Tıpkı boşluk gibi, biçimsizlikten söz edince her şey söylenmiş olur, daha ötesi yoktur, edimselleştirilemez. Onunla başka şeyler arasında bağıntılar kurmak, yeni örüntüler örmek mümkün olmaz, kendi köşesinde tuhaf bir anlamsızlık olarak durur. Daima anlam arayan, yaşamı belli yasalar etrafında düzenlemek, böylece şeyleri anlaşılır, bilinir kılmak isteyen insan için, bu tuhaf anlamsızlık, ele avuca gelmezlik kaygı sebebidir. Sınır çizilemediği, belli kalıplar içine dökülemediği için tekinsiz bir karanlık, korkutucu bir düzensizlik olarak biçimin kurduğu yapıları tehdit eder.

2. Biçimsizlik varolanların hali değildir. Çünkü varolmak biçim sahibi olmak demektir. Yaratılmış her şey biçimlidir/sınırlıdır. Bu yüzden biçimsizlik, biçimin karşıtı olarak varolur. Bu karşıtlık, biçimsizliğin tanımlanması için bir koşul gibidir. Ele avuca gelmeyeni, sınırlanamayanı, kavranamayanı tanımlamanın en pratik yolu değillemedir. Bir şeyi negatiflik üzerinden tanımlamaya çalışmak, daha doğrusu negatifliklerle ona dışarıdan sınır çizmeye çalışmak bir zorunluluktur. Ama yine de o ele gelmemeye devam eder. Çünkü değilleme, bir şeyin ‘ne olduğu’nu değil, ‘ne olmadığı’nı anlamaya çalışmanın yollarından birisidir. Ne olmadığını bilmek, her zaman ne olduğunu bilmenin garantisini vermez, belki de değillemeler sonucunda elde bir hiçlik kalma ihtimali de her zaman vardır. Çünkü değilleme, sonunda bir şeye ad koyup onu ait olduğu yere yerleştirmek değil, daima ötelemek, itmek, ona yer bulamamakla ilgilidir.

2a. Yaratılmış olanlar geçicidir, sınırlıdır, zeval bulucudur. İnsan ontolojik, ahlaki, siyasi, coğrafi, kültürel, dilsel vb. sınırlarla malul bir mahlukattır; sınır kere sınır içindedir. Ontolojik sınırları onun kaderidir, hakkındaki ölçüdür; dolayısıyla bu sınırların dışına taşamaz. Taşması, onu o yapan şeyi de aşması demektir ki bu da olası değildir. Taştığı ya da aştığı daha çok ahlaki sınırlardır ki bu sınırların aşılması özgürlük müdür yoksa esfel midir tartışılabilir. Daha doğrusu Kur’an bunun esfel olduğunu beyan etmiştir, bizce tartışılabilir değildir. Tersine sınırlara riayet onu beşer olmaktan insan olmaya doğru geliştirecektir. İnsanın hayatında sınırların -buna biçimler de diyebiliriz- kesiştiği, iç içe girdiği, çatıştığı, bu temaslardan yeni biçimler doğduğu açıktır. Bunun içindir ki biçimler her zaman katı sınırlamalar anlamına gelmez, bereketli karşılaşmalar olarak da yepyeni sonuçlar doğurabilir.

2b. Biçimsizliğin karşısında biçim anlam, düzen, yasallık, süreklilik, ahenk, tutarlılık, güzellik, uyumluluk, aydınlık vb. demektir. İnsan, biçim sayesinde varolanları tanır, isimlendirir, böylece kozmos içindeki yerini bilir, yerinde olmayanları da yerine koyar. Biçim, başlı başına sınır demektir; bu sınır aynı zamanda varolanların sınırlılığıyla uyum içinde olmak demektir. Buna yaratılış hikmetine uygunluk da diyebiliriz. Yaratılmış olan her şey bir ölçüyle yaratılır. Ölçü, hacim ve kütleyi içkin olduğu için biçimi de zımnen dile getirir. Sınırlı olan ele avuca geleceği için rahatlıkla tanınır ve bilinir, bu da onları yasallık, meşruluk içinde tutar; zaten sınırların aşılması biçimsizliğe yol açar. Bu bağlamda biçim, yaratılış hikmetine uygun olarak birlik ilkesi anlamına gelir, bu ilke sayesinde birçok bileşen münasipçe yan yana gelerek bir yapı inşa ederler. Tam bu noktada biçim, yaratılmış olanların, olması gerektiği yerde oluşuyla ilgilidir diyebiliriz.

3. Biçimin sınırla ilişkisinin varoluşsal bir ilişki olduğu açıktır; sınır yoksa biçim, biçim yoksa sınır yoktur. Elbette sınır da sınırlılığı çağrıştırır ve modernler için sınırlılık, özgürlükle çeliştiği için olumsuz bir niteliktir. Çünkü modern toplumların kurucu idesi özgürlüktür; özgürlük ulaşılması gereken en yüksek mertebedir. Bu nedenle bazen bir biçimsizlik olarak özgürlük devreye sokulur. Bu sayede özellikle siyasi ve ahlaki, bazen de ontolojik sınırlamalar aşılmak istenir. Böylesi teşebbüsler biçimlerin doğal karşılaşması değil, karşılaştırılması, çatıştırılması demektir. Çatışmalar her zaman olumsuzluk olmayıp yeni biçimlerin doğmasına yol açarak insanın kendini ifade edebileceği alanın genişlemesiyle sonuçlanabilir. Sonrasında yeni durum, yeni bir biçim olarak kendini var eder.

3a. Biçim görünür olmanın koşuludur ve görünürlük daima zaman-mekanda olasıdır. Zaman-mekanda olmak zaten şeylerin varlığının kesin delilidir. Bu yüzden biçimsizlik, cari biçimlerin tanzim ettiği zaman-mekanda değildir, yine bu yüzden sanat marifetiyle kamusala sunulur. Yani biçimin içine çekilip görünüre getirilir, zaman-mekanla ilişkilendirilir ki bu aynı zamanda gerçeklikle ilişkiye girmek demektir. Haddizatında gerçeklik insanın tanıdığı bildiği bir yer olmaklığı bakımından güvenli bir alan da demektir. Sanat eserinin gerçeklikte açtığı bu yer sayesinde insan, sadece zaman-mekanla bağ kurmaz, onlar vesilesiyle dünyaya ait oluşunu hatırlar; hakikatle bağ kurabilmek için gereksindiği maddi zeminle bağını tesis eder ya da onarır. Varolanları kendi yerinde ya da yerli yerinde görmenin bir imkanıdır bu bağ. Dünyaya ait olduğunu, burada iskan ettiğini hatırlamak, insan için daima varlığının hikmetini sorgulama imkanı doğurur. Buradadır, ama geçicidir; zamansallığa tabidir; buradalığın ve geçiciliğin hikmeti, eserin meydana getirdiği açıklık sayesinde durma, bir an içine dönme fırsatını verebilir.

Biçim, eserin salt estetik yanını oluşturmaz, aynı zamanda ona anlam verir.

4. İster sanat isterse diğer yollarla olsun biçimsizliğin biçime taşınması görünmezin görünüre taşınmasıdır ki bunun olumlu olumsuz sonuçları vardır. Olumlusu, siyasi biçimlerin biçimsizleştirip görünmezliğe mahkum ettiği kimi olayları, olguları, ilişkileri ve insanları görünüre getirmek, kamusal alana taşımak ve ilgiyi üzerinde toplamaya çalışarak yüzleşmeye, muhasebeye kapı aralamaktır. Olumsuzu, ontolojik ve ahlaki biçimlerin aşılmasıyla ortaya çıkan biçimsizlikleri de görünürlüğe taşınmasıdır. Ontolojik sınırların aşılmaya çalışılması genellikle insanın kendi bedenini bir emanet olarak değil de onda her türlü tasarrufu hak görmesinin yarattığı ucubeleşme, zombileşme denebilecek deneyimlerken; ahlaki sınırları aşmaya çalışmak pedofiliden enseste kadar sapkınlıkların biçime sokularak görünürlüğe taşınmasıdır diyebiliriz. Biçim vermek suretiyle görünürlüğe taşımak, aynı zamanda yasallık, meşruiyet arayışlarının etkin tarzlarından olduğu unutulmamalıdır. Bu yüzden sanat vasıtasıyla neyin önerilip önerilmediği önemlidir. Burada neyin önerilip neyin reddedildiğinin işlenen temayla ilgili olmadığını söylemekte yarar vardır. Sanatçı dünya görüşüne uygun olarak kabul ve retlerini belirler ve bunu ele alma tarzı olarak üslubuyla eserinde ortaya koyar.

5. Bir ‘yapma edimi’ olarak sanatın temeli işlemek, biçim vermektir. Demek ki sanatsal bir faaliyette elde bir duygu ya da nesne vardır, bir de sanatçının ona verdiği biçim. Biçim, eserin salt estetik yanını oluşturmaz, aynı zamanda ona anlam verir. Çünkü anlamak biçimle alakalıdır; biçimsiz yok hükmünde olduğu için anlamı da yoktur. Bir biçim olarak sanat, biçimsizliği kavrayamasa da duyular vasıtasıyla onu kendi biçiminin içine çekerek imgelemeye çalışır, akla değilse de hayale sunar. Böylece onu biçimler, adlandırır ve gerçeklikte bir alan açar; varlığa getirir de diyebiliriz. Varlığa gelmek değillemedeki yokluğa doğru giden çıkarsamayı durdurur ve düzensizlik, yasasızlık, kaos, karanlık ya da çirkinlik olarak dahi olsa sınırlar, kalıba döker. Biçimsizliğin ne’liğine dair imgeler üretir ki ne’lik her zaman ‘ne olmayış’tan yeğdir. Burada önemli olan biçimlenenin mutlaka güzel olmayabileceğidir. Başka bir yazının konusu olmakla birlikte, istitraden, estetiğin mutlaka güzellikle koşut olmayabileceği; daha çok bir ele alma biçimini, bir stratejiyi, bir tarzı imlediğini söyleyebiliriz.

5a. Biçim salt sınır çizmek değil, sanat eserini, eser haline getiren, onu ‘o yapan’ şeydir, eseri varlığa getirendir. Biçim dağılıp çözüldüğünde ‘o şey’ de çözülüp ‘o olmaktan’ çıkar. Eğer bir sanatsal eserden söz ediyorsak aynı zamanda mutlaka bir işlemden, işlemeden söz ediyoruzdur; iş’lenmemiş eser yoktur. İşleme tabi tutulan madde de biçime kendi niteliklerini dayatır, onun izi de daima iş’lemenin üzerine düşer. Eser karşısında yaşadığımız, birlik, tamlık, bütünlük duygusu bu karşılıklı iş’lemle ilgilidir. Burada söz konusu olan içerik-biçim ayrılığı değil, biçimin varlığa çıkardığı yapıdır. Yukarıda da söylediğimiz gibi biçimin sarıp sarmalamasıyla görünür olan şey aynı zamanda biçimi de görünür kılar. Buna yapı olarak eserin içsel uyumu, uygunluğu diyebiliriz; bu sayede eser kendini göstermiş olur, nazara gelir. Zaman-mekanla ilişkiye geçmek demek olan nazara gelmek, eserin kendini ‘gerçek’ olarak sunmasının da koşuludur.

6. Sanat bağlamında kimi eleştirmenler sınırların ve sınırlılığın yaratıcılığı tetiklediğini de düşünürler. Örneğin bir sınırlılık olarak sansürün ya da otosansürün eserle ilişkisi her türlü tartışmaya açıktır. Aynı zamanda eser verirken biçimin olanaklarını araştırmak, onun nerelere kadar esneyip uzayabileceğini kestirmek sanatçıyı diğerlerinden ayırır. Sanatsal biçim, demir kalıplar gibi katı değil, oyun hamuru gibi esnektir. Sansüre İran sineması, Latinlerin büyülü gerçekliği, Sovyetler’deki bastırılmışın geri dönüşü olarak Platonov, Bulgakov, Bitov gibi yazarlar; sanatçıların kendi kendilerine koydukları sınırlara da Oulipocular örnek olarak verilebilir.

Sınırları aşmak, biçimleri kırmak modernliğin özünde varolması nedeniyle biçimsizlik arayışından da söz edebiliriz. Aşmanın, kırmanın özellikle modernist sanatın vazgeçilmezleri arasında olduğu unutulmamalıdır. Birlik ve bütünlüğün parçalanması, süreksizlik, dilsel yapıların tahribi, yarıklar, çatlaklar meydana getirme gibi girişimler biçimsizlik aracılığıyla biçimi aşmanın yollarıdır. Çirkinlik, korkunçluk, uğursuzluk, karanlık bu nedenle sanatın meselesi haline gelebilmiştir. Bunda murad özellikle gündelik hayatı yapılandıran siyasi ve ahlaki biçimlerin tahribi, onda gedikler açma, var olan çatışma ve çelişkileri teşhir etmedir.

Sanatsal biçimler de bu temaslardan beri değildir, biçimlerin temasından o da payına düşeni alır ve her yeni koşulda yeni biçimler yaratır. Kimi sanatsal formların tarih içinde ölümü, yenilerin doğumu; formlar içindeki biçimsellik arayışları söz konusu temasların sonucudur. Nihayetinde burada söz konusu ettiğimiz biçimler saf değil zaman-mekanla mukayyettir. Özellikle eser olarak insan tarafından inşa edilen biçimler bir ‘görme biçimi’dir. Sanatçının üslubunun izini taşırlar ki bu bağlamda üslubun, şeyleri görme biçimi olduğunu hatırlayabiliriz. Özellikle avangardın beslendiği yer bu çatışma alanıdır ve çatışmadan birçok yeni biçimsel olanaklar doğduğunu söyleyebiliriz.

7. Modernlerin özgürlüğü, mümkünse sınırsız özgürlüğü kutsallaştırdıklarından söz etmiştik. Ancak sınırsızlık genellikle vahşete, barbarlığa kapı aralar, zira insan iyilik ve kötülük yapabilme kapasitesine sahip bir varlıktır. Kapasitesini ne şekilde kullanacağı, hangi potansiyellerini aktüelleştireceği kendi seçimine kalmıştır ki iyiyi kötüden ayırabilme yetisi olarak fıtrata da sahip olduğunu hatırlayalım. Beşer içinde müjdeler taşır, ancak iyilik ve kötülük yapabilme kapasitesi nedeniyle bu yönün şerefli bir yöne mi yoksa esfele doğru mu olacağı insanın tercihlerine bağlıdır. Aynı şekilde bir varlığa getirme tarzı, biçime büründürme işlemi olarak sanatta da sınırların ne şekilde çizileceği önemlidir. Biçim, sınır, anlam arasında kopmaz bir bağ olduğunu söylemiştik. Biçimsiz bir eser olamayacağına göre sınırlardan şikayet etmek anlamsızdır. Buradaki kritik eşik, tıpkı insanın kendi için tercihlerinde söz konusu olduğu gibi sınırların güzel, doğru ve iyiden yana mı, yoksa çirkin, yanlış ve kötüden yana mı çizileceğidir.