Bir Arayış Dergisi: Yetkin Düşünce

Yetkin Düşünce
Yetkin Düşünce

Yetkin Düşünce hakemli akademik ve popüler dergiler kategorisinde olmayıp ilmi ve entelektüel hassasiyetleri muhafaza ederek sosyal bilimler alanına dâhil olan çeşitli düşüncelere açık tutumunu deklare ediyor.

Osmanlı’nın son dönemlerinde bilhassa İkinci Meşrutiyet devrinden itibaren ilk örnekleriyle daha yoğun bir şekilde karşılaştığımız dergiler, düşünce ve edebiyat hayatımızın şekillenmesinde etkili oldu. Bu yıllardan itibaren dergi çıkarma/yayımlama uğraşı münevverlerin, aydınların, entelektüellerin ve sanatkârların önemli bir uğraş alanı haline geldi. Batılılaşmanın radikal bir şekilde savunulup uygulandığı Cumhuriyet devrinde ise dergiler ancak 1939 sonrasında farklı bir ses olarak ortaya çıkabildi. İkinci Dünya Savaşının akabinde çok partili hayata geçilmesiyle birlikte dergi alanı da çeşitlendi

1960’lı yıllar ise neredeyse her ideolojik cereyanın kendi iç farklılıklarını yansıtan dergilerin yayın dünyasında varlık kazanmasını beraberinde getirdi. Bu dönemde darbecilerle müşterek hareket eden dergiler yanında “üstatların şakirtleriyle hasbihali”ni önceleyenlerle müstakil bir yol olmaya gayret edenler yayın hayatında görülmeye başladı. Haliyle Yön, Büyük Doğu, Hareket, Diriliş, Türk Yurdu, Forum, Devrim, Halkın Dostları, Edebiyat gibi dergiler düşünce, siyaset ve edebiyat tartışmalarının merkezine oturdu. 1970’li yıllarda artan farklılaşma 1980’lerin sonunda özellikle de Soğuk Savaşın bitişiyle kültürel alanın daha çok öne çıkması dergilerin belli ölçüde akademik bir dile evrilmesini sağladı.

Yakın Dönem, Arayışlar ve Yetkinlik

1970’lerin hengâmesi içinde Türkiye Defteri, Birikim, Düşünce, Mavera, Nesil, Toplum ve Bilim, Aylık Dergi gibi yayınlar öne çıkmaya başlamışsa da bu dergiler 1960’ların ikliminden pek uzaklaşamadı. 1980’lerin ikinci yarısından sonra ise İlim ve Sanat, Türkiye Günlüğü, Bilgi ve Hikmet, Dergâh, Tezkire, Defter, İslâmî Araştırmalar, Dünya ve İslâm, Tarih ve Toplum, İslâmî Sosyal Bilimler, Dîvân ve İslâmiyat sayfalarında daha analitik metinlere yer vererek farklı bir dergiciliğin yeşermesine zemin hazırladı. Siyaset, devlet, tarih ve toplum değerlendirmeleri, bilgi tartışmaları, din tasavvurları, edebiyat, fikri akımların sorgulanması ve dünyada olup bitenler bu dergilerin ele aldığı konular arasındaydı. Hiç şüphesiz Türkiye’de öteden beri düşünce hayatına yenilik getiren unsurlardan biri tercümeler diğeri köklü sorunlara eğilen süreli yayınlar oldu. Bu çerçevede dergiler, çok sayıda tercümelere yer vermek suretiyle aynı zamanda yeni kitapların dilimize kazandırılmasını sağlamış, böylelikle yayın dünyasının çeşitlenmesine de katkı yapmıştır.

1990 sonrasındaki dergileri, önceki yıllardan farklılaştıran bir husus ise dergilerin neredeyse tümüyle kişi merkezli olmaktan çıkması ama aynı zamanda cılız da olsa belli alışkanlıklarla yüzleşmeyi denemeleriydi. Bu bakımdan, dönemin dergilerini anlamak için Cemil Meriç’in: “Dergi, hem kitaptır hem gazete; hem bir kültür, hem de bir haber alma aracı. Gazete yazısı lüzumundan fazla kısa ve kaçıcı. Kitap, çok defa tek insanın eseri, tek düşüncenin yankısı iken; dergi, bir ekip mahsulü, bir zekâlar ve fikirler topluluğunun aynası durumundadır. Bir anlamıyla da dinamik düşüncelerin taşıyıcısıdır, bir arayıştır dergi.” tasvirindeki arayış vurgusu oldukça önemlidir. Hatta dönemin dergilerini yeni bir bakış açısıyla kavrama işi genel olarak Soğuk Savaş’ın bitimi de dikkate alındığında tümüyle arayış kavramı kılavuzluğunda yapılabilir. Bu bağlamda Türkiye’nin güncel ve tarihi sorunlarına eğilen Türkiye Günlüğü, Bilgi ve Hikmet, Birikim, Defter ve Tezkire eksenindeki bir değerlendirme hayli yararlı olabilir. Elbette bunun yanında özellikle edebiyat zaviyesinden daha başka tasniflerin de yapılması mümkün.

Sanıldığının aksine memlekete, düşünceye, siyasete ve edebiyata ilişkin belli hassasiyetlerin paylaşımı 2000’li yıllar boyunca azalmak bir yana artarak devam etti. Bunun sonucunda da dergi dünyası hayli çeşitlendi. Ne var ki, dergiler artık eskiden olduğu ölçüde takip edilmediğinden bu durumun pek farkına varılamadı. Sosyal bilimlerden tarihe, edebiyat araştırmalarından felsefeye, siyasetten sinemaya kadar çıkan onca derginin kültürel hayatımızda esamisinin okunmayışı doğrudan doğruya ilgi ve çıkar farklılaşmasıyla bağlantılıdır. Düşünce dergiciliğinde arayışın halen devam ettiğini anlamak bakımından yayın hayatına yeni başlayan çiçeği burnunda Yetkin Düşünce dergisine bakılabilir. “Hakikatin kaynağına yolculuk” mottosuyla yayımlanan dergide işlenen konularla bunlara bakış açısı ve ağırlık verilerek ele alınan sorunlara getirilen açıklamalar 1990’ların dergilerini hatırlatıyor. Hatta şöyle bir cümle kurmak bile mümkün: 1990’ların yatkınlıklarına katkı yapan Müslüman aydınlar bugün nasıl bir dergi çıkarırdı, sorusunun dört başı mamur cevabıdır Yetkin Düşünce. Ancak bu demek değildir ki, derginin yaptığı yalnız bahsettiğimiz dönemin kanaatlerini tekrar etmekle sınırlı. Elbette böyle değil zaten olması da mümkün değil. Zira aşağı yukarı çeyrek asrı geçen bir zaman farkı söz konusu olduğundan birtakım terminolojik farklılıklar hemen göze çarpar.

Dergi kadrosunun dergiciliğe yüklediği misyonun ne olduğu ve ilkelerinin ne olması gerektiği konusundaki düşünceleri, Yetkin Düşünce dergisinin yayın anlayışını daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir. Derginin çıkış yazısı, fikrin “tüketilmesine” direnme tutumu yanında düşüncenin hallerini anlamak bakımından önemli. Düşünce adına sorumluluk almayı önceleme iddiasındaki derginin şu vurgularını birlikte okuyalım: “(…) epey zamandır Türkiye’de fikri bir durgunluk yaşanmaktadır açıkçası. Siyasi ve sosyal alanı besleyecek entelektüel, düşünsel tartışmalar maalesef oldukça irtifa kaybetmiş durumda. Bu arada bazı yayınlar üzerinden kendisini göstermeye çalışan ufak fikirsel kıpırdanışlar, yerel düzeyde ve kapalı dünyalar inşa ederek sürekli olamamaktadır. Bu bağlamda farklı düşünce dünyalarıyla etkileşime girip yüzleşebilecek “ufuk”lara ve evrensel tartışmalara olan ihtiyacımız iyiden iyiye ortaya çıkmıştır.” Doğrusu alıntıda yer alan fikri durgunluk meselesi üzerinde durulmayı hak eden oldukça önemli bir husus. Bu konuda birçok kanaat serdedildi. Büyük “F” ile yazılan Fikrin yükselişi dünyada olduğu gibi bizde de aşağı yukarı 1960’lardan 1990’lara kadardı. Ardından ise önceki kuşakların söylediklerini yorumlayarak bir çıkış yolu aramak şeklinde özetleyebileceğimiz bir tutum yerleşiklik kazandığı için fikirlerin eski yorumlarından kaçış söz konusu. Bunun içindir ki yaşam tarzı dergiciliğinden uzaklaşmaya çalışan mecralarda dahi bol resimli privacy yorumlarının fikir olduğu sanılıyor. Dolayısıyla fikri durgunluktan bahsederken bununla neyin murat edildiği daha sarih bir şekilde ortaya konulmalıdır.

Yetkin Düşünce dergisinin bariz yönü, Türkiye’nin temel sorunlarına eğilen bir sosyal bilim dergisi olmaktan ziyade 1990’ların yatkınlıkları üzerinden yol alarak bu çerçevede farklı ama daha soyut bir dil geliştirme çabası. Derginin çıkış yazısından yaptığımız yukarıdaki alıntının hemen devamında ise düşüncenin boşlukta oluşmadığı birtakım siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik gelişmeler ve sorularla geliştirildiği ifade edildikten sonra, derginin “yaşadığımız çağa tanıklık eden dert sahibi entelektüellerin sorumlu bir insan olarak fikir ürettikleri bir platform” anlayışı ve sorumluğuyla yayınını devam ettireceğinin altı çiziliyor.

Yetkin Düşünce, kendisinden önceki düşünce dergileri gibi bir arayışı ifade ediyor. Bu arayış hem siyaset, hem kültür, hem de sosyal bilim üzerinden tespit edilebilir. Buna karşın derginin adında karşımıza çıkan “yetkin” kelimesi oldukça iddialı olup arayış ve platformla pek uyuşmamaktadır. Derginin çıkış yazısında bu konuda şuna vurgu yapılmış: “Doğrusu, kelimenin tam anlamıyla ‘yetkinlik’ iddiasının bir Tanrılık iddiası demeye geleceğini bilen bir kültür ve hikmete bağlılığımızı ifade etmeliyiz. Tam da bu noktada dergimizin mottosu olan ‘Hakikatin kaynağına yolculuk’ ifadesindeki ‘yol’a dikkat çekmeliyiz. Yetkin Düşünce, entelektüel ve fikri çabaya odaklanarak, yetkinlik ve hakikate ulaşmak üzere sürekli bir yolda olma haline göndermede bulunmaktadır. Yolda olma hali, Yetkin Düşünce’nin fikirsel ve metodolojik zihni arka planını ele vermekte; aynı zamanda Hak/ikati her şeyden ve herkesten fazla severek ve önemseyerek, ‘yol’un iğvalarından kendisini korumak istemektedir.” Ancak belirtmek gerekir ki, burada yapılan izahlar derginin adını yerli yerine oturtmak için yeterli olmaktan son derece uzaktır.

Market Özgürlüğü ve Liberal Bilincin Tezahürü

Yetkin Düşünce hakemli akademik ve popüler dergiler kategorisinde olmayıp ilmi ve entelektüel hassasiyetleri muhafaza ederek sosyal bilimler alanına dâhil olan çeşitli düşüncelere açık tutumunu deklare ediyor. Kanaatimce Müslüman özneye dair İslâmcı tahayyülü yerden yere vuran hatta bu cereyanı “Türkiye’deki sağ ideolojilerin en sağına” yerleştiren bir metnin dergide kendisine yer bulabilmesi de bununla ilgili. Dergide dosya dışı yazılar, mülakatlar, kitap kritikleri, kültür-sanat gibi farklı bölümler de var. İlk sayısı “Özgürlük ve Teslimiyet” dosya konusu ekseninde çatılan dergide Mustafa Tekin, Mehmet Günenç, İlhami Güler, Muhammed Özdemir, Ümit Aktaş, Cağfer Karadaş, Muhammet Çelik, Abbas Pirimoğlu, Abdülaziz Tantik, Kadir Canatan, İsmail Taş, Atilla Yayla, Mustafa Öztürk, Şaban Ali Düzgün, Mehmet Evkuran, Mesut Karaşahan, Ayşe Yaşar Ümütlü, Polat Alpman, Mustafa Çevik, Hacı Duran ve Atasoy Müftüoğlu imzalı metinler yer alıyor. Derginin kapağına taşıdığı başlık ilk bakışta M. Kürşat Atalar’ın Düşüncenin Okullaşması (2012) kitabındaki radikal özgürlük eleştirisini akla getiriyor. Ne var ki, yazıları dikkatli bir şekilde okuyunca bunun böyle olmadığını fark ediyoruz. Aydınlanma, modernlik ve postmodernlik odaklı eleştirilerin ardından önümüze konulan manzara Müslümanlar arasındaki baskıcı eğilim söylentisinin ötesine pek geçemiyor. Haliyle akılda kalan Sünniliğin sökülüp yeniden kurulması şeklindeki perspektifle Max Weber’in Protestanlık odaklı okumasında da karşımıza çıkan “çalışkan, disiplinli, programlı, kanaatkâr ve sabırlı bir toplum” teklifi oluyor. Bu yüzden dergiyi okurken Cemil Meriç “şakirdi” olan Mustafa Özel’in yıllar önce okuduğum şu tespitini hatırlamadan edemedim: “Cemaat dergileri sadece gönül okşuyor; fikir dergileriyse gönle ulaşamıyor. Akıl tek başına insanla irtibat kuramaz.”

Dergi yönetmenin ve bir dergide yazmanın dergicilikle ilişkinin iki yolu olduğu nazarı itibara alınırsa Yetkin Düşünce’yi değerlendirirken yalnız dergi yazarlarının düşüncelerinden yola çıkarak derginin kurumsal kimliğinin tanımlanmasının eksik kalacağını da ifade etmek gerekir. Dergide ele alınan konular dışında, dergi yayın kurulunun güncel olaylara tepkileriyle ve yorumlarına yer verdikleri yazarların başka düşüncelerini de hesaba katmak lazım. Elbette derginin her yazarın tüm düşüncelerine katıldığını söylemek yanlış olur. Değişik bakış açılarına sahip yazıların yayınlanmasında tanışıklıkların etkisini göz ardı etmesek de bunu tam olarak tespit etmek mümkün değil. Bununla birlikte, derginin özgürlük tartışmasına katkıda bulunan yazarların ele aldıkları konularda, dergiyi çıkaranların hassasiyetlerini göz ardı etmediklerini söyleyebiliriz. Hiç şüphesiz dergide farklı bakış açılarına ve dünya görüşlerine sahip yazarların metinlerine yer verilmesini “özgün” ve “kendi içinde tutarlı olana” yer verme düşüncesiyle açıklamak daha doğru olur. Bu bağlamda Tarık Ramazan ve John L. Esposito ile yapılan söyleşilerin dünyadaki cari tartışmaları ve fikri yatkınlıkları kavrama imkânı sunmasından ötürü dergideki yazıların çoğundan daha iyi olduğu söylenebilir. Gelgelelim her ikisi de Batılı sınırlar içinden söz alıyor. Bilindiği gibi Tarık Ramazan Bassam Tibi’nin ‘Euro İslâm’ kavramı yerine “Avrupalı Müslüman”ı önermiş ve Avrupalı Müslüman Olmak (1998) kitabını yazmıştı. Her ne kadar kullanılan kavramlar görünüşte benzerlik taşısa da içerikte oldukça farklıydı. Zira Ramazan’a göre, sadece bir İslâm vardır fakat kültüre bağlı olarak Müslüman olmanın birçok yolu bulunur. Bu çerçevede Avrupalı İslâm, İslâm’ın aynı ilkelerine bağlı, farklı kültürlerin toplamıdır. Tarık Ramazan market özgürlüğünün “sahip olmak” manevi özgürlüğün ise “var olmak” temelli olduğuna dikkat çekerek özgürlüğün anlam yitimine temas ediyor ve şöyle diyor: “Bugün özgürlük kim olduğunuza değil, sahip olduklarınıza bağlı. Bu yüzden insanlara ‘istediğiniz şeyleri yaptığınızda özgürsünüz’ fikrini aşılayan tüketim kültürüne karşı dirençli bir duruşumuz olmalı. Bildiğiniz gibi reklam sektöründe çalışan psikologlar ve uluslararası şirketler kişinin ne istediği üzerinde çok derin bir etkiye sahip olabiliyor.”

Uzunca bir süredir İslâm dünyasına yönelik yaptığı araştırma ve yönlendirmelerle öne çıkan John L. Esposito ise, Fetullahçılık odaklı sorulara cevap vermekten ustaca manevralarla kaçmayı başarmış. Dahası hâlâ “hizmet hareketi” tabirini kullanmaya devam ederek İslâmcılık üzerine ahkâm kesmekten geri durmamış. Türk Amerikan ilişkileri bağlamında kurduğu cümleleri yanlış ve yutturmacalarla dolu Fetullahçılık hakkındaki yorumlarıyla bir arada değerlendirmek son derece faydalı olur. Şöyle diyor: “Birlikte çalışmak; eminim ikisi de bunun bilincindedir, Türkiye ve ABD’nin ikisinin de ulusal yararına olacaktır. Başka ülkelerle ilgili konuşsaydık durum farklı olurdu. Ama bugünkü düzene bakıldığında, ikisinin de birbirine ihtiyacı var.” Bu bakımdan Esposito ile yapılan röportaj, Türkiye’de ve dünyada 2000’lerin başından günümüze hangi konuların farklılaşarak geldiğini, hangilerinin de tedavülden kalktığını ve bunların sebeplerini anlamak açısından da önemli.

Kültür sanat sayfalarında ise sinema ve İKSV İstanbul 15.Bienal’i yer alıyor. Bienal değerlendirmesinin belli bir kısmında yer alan tarafsız dilin derginin genel hassasiyeti ile taban tabana zıt olduğunu ama bunun aynı zamanda yerleşiklik kazanmakta olan liberal bilincin tezahürlerinden biri olduğunu özellikle belirtmek gerekir. Şu satırlar, bu zaviyeden ele alınabilir: “Bugün giderek büyüyen ve kimileri için büyük bir tehlike, kimileri içinse bir özgürlük mücadelesi haline indirgenmiş LGBT gerçeğinin, hâlâ sansürlenerek haykırılabildiği zamanlardan bir zamandayız. Şehrin göbeğinde, perdelerin sıkıca kapatıldığı bu evin ve az önce arkadaşıyla iki çay içtiğini gördüğümüz eşcinselin münzevi hayatındayız.” Kitap değerlendirmelerinde ise dosya konusu doğrultusunda özgürlük temalı üç kitabın tanıtımına yer verilmiş. M. Müctehid Şebusteri’nin İman ve Özgürlük, Aliya İzzetbegoviç’in Özgürlüğe Kaçışım, Erich Fromm’un Özgürlükten Kaçış kitapları bir bakıma derginin özgürlük ikilemini derli toplu bir şekilde sunmuş.

Türk düşünce tarihi araştırmaları açısından fikri cereyanların yayın organı hüviyetindeki dergilerin rolüne değinmeden gelişkin değerlendirmelerin yapılabilmesi mümkün olmaz. Peki, Yetkin Düşünce ne yapar, ne söyler? Hangi işlevi yerine getirir? Derginin ilk sayısına bakıldığında tekrarın tekrarı olmanın ötesine geçemediği son derece açık; bunun için de harmonia’dan daha da önemlisi Geist’tan bahsedebilmek pek mümkün değil. 2000’lerde yayın hayatına başlayan benzeri dergilerin uzun ömürlü olamadığını dikkate alarak şunu söyleyebiliriz: Derginin temel kültürel ve siyasal sorunlara dair hangi tür yazılara sayfalarını açacağını, sürekli olarak savunacağı fikrin ne olduğunu sonraki sayılarında daha net bir şekilde göreceğiz.

  • Bu bölümde bugünden dünden perspektifiyle dergilere, dergiler üzerine yapılan incelemelere yer verilecek. Böylelikle hem yeni dergilere hem öteden beri yayımlananlara hem de kültürel hafızada belli bir yeri bulunan dergiler üzerine yapılan çalışmalar dönüşümlü olarak ele alınmış olacak. (Asım Öz)