Bir garip intihar

Keşke hep yoğun bakımda kalsa da ailesiyle karşılaşmasa.
Keşke hep yoğun bakımda kalsa da ailesiyle karşılaşmasa.

Fikirsiz Fikri! Ölmeme ihtimalini hiç düşünmemişti! Atladığı esnada oradan geçecek mavi tenteli bir kamyon olabileceğini de düşünmemişti. Düşünseydi de böyle şeyler ancak filmlerde olur şekerim derdi ya, olsun. Aklına gelse kesin böyle düşünürdü ama. Ama yani...

Fikri gözünü açtığında hastane odasındaydı. Gözünü açabildiğine göre başka yerde olmasının da pek mümkün olmadığını düşündü. Yok yok, düşünmedi. Nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Aslında öyle de değil. Güzelce bir gerinmek istedi. Her sabah olduğu gibi. Yani o öyle zannetti. Ölene kadar her sabah olduğu gibi ya da her akşam olduğu gibi şeklinde kuracağı cümlelerin anlamsız olacağını henüz fark etmemişti. Beş gündür uyanmasını beklediklerini öğrenmesi için biraz daha zamanı vardı. Gerinemedi. O anda fark etti kollarındaki alçıları. Nerede olduğunu düşünmeden önce ne olduğunu anlamaya çalıştı. O yüzden önce kollarına tekrar baktı. Sağ kol, göbek, zayıflamış mı ne, sol kol. Evet, kolları kırılmış, ikisi de. Sonra kafasını kaldırıp çevresine bakındı. Oda, hastane odası. Yoğun bakım. Bilmiyor tabii. Beş gün önce kendi kendine "yoğum bakın" esprisi yaptığını da hatırlamıyor. O an ne olduğunu anlamaya çalışmakla meşgul. Bu kamyon da nerden çıktı diye düşündüğünü hatırladı, evet.

Sonra kamyonun mavi brandasını gördüğü aklına geldi. Yedi numaradaki Şermin Teyze'nin banyodan yeni çıkmış, salonda havlusuna yarım yamalak sarınmış oturduğu görüntünün ne olduğunu anlamaya çalıştıysa da ne derinlerde ne görünürde o anda o görüntüyü anlamlandırabileceği bir şey olmadığı için sadece biri vardı herhalde diye düşündü peşi sıra. On bir numaranın perdelerinin kapalı olduğunu, on beş numaranın masasındaki bilgisayarın hayalindeki model olduğunu anımsadı. Sonra şaştı bu kadar detaylı hatırlayabilmesine. Şaşkınlığı geçtikten sonra derin bir nefes aldı. Aldı mı? Yoksa oksijeni de makineden mi veriyorlar? Evet, almış. Kafasında bir ağırlık var ama burnu ve ağzı açık. Bu iyi bir şey. Aldığı nefesi vermek zorunda kaldı kafasında bu hesaplamaları yapınca. Kendinden emin, bir kez daha derin bir nefes alıp on dokuz numaralı evin balkonuna geldi. Doğru tahmin ettiniz, burası kendi evlerinin balkonu. Kış mevsimi olduğu için çok çıkmıyorlar ya o yüzden biraz toz ve geçen günkü yağmurla bunların bir kısmının oluşturduğu çamurumsu lekelere aldırmamak lazım. Yoksa annesi Ayşe Hanım çok titizdir, lütfen.

Atlamadan önce çıplak ayağındaki üç tüyün esen rüzgarla havalandığını hissettiğini duyumsuyor. Hiç yapmayacağı bir şeyi yapıp sigaranın son iki nefesini israf ederek fırlatmıştı ya, o sigarayı bir anda parmaklarının arasında buluyor. Aynı anda iki işi birden yapamamasına öfkeleniyor ama yapacağı bir şey yok. Bunun sebebi ise sigarayla birlikte atlayamayacağını düşünmesi. Elindeki sigara külleriyle kavuşup paketin içine girdiğinde kirli balkonu belki de hayatında ilk defa umursamadığını fark ettiğini hatırladı. Yine de balkona adım attığı andaki beton soğukluğunu hissettiği an ne olsa çıplak ayakla balkona çıkmasının çok akıllıca olmadığını düşündüğünü de hatırladı. Görüntüler yavaş yavaş sona gelirken o da salondaki masadan kalkıyor. Kalkarken masanın üstündeki beş sayfalık intihar mektubuna bakıyor. Neler neler yazdı. Nasıl da suçladı birilerini. Giderayak canlarını yakmak için nasıl da hissetmediği acılardan bahsetti. O öldüğüne göre kalanların da biraz acı çekmesi gerektiğini nasıl da soğukkanlılıkla düşündü. Mektuba baktı ve yazdıklarını bu zihninden hızlıca -on saniye kadarlık bir sürede- okudu, anladı, onayladı. Ve zihni el değmemiş ormanlarda akan ırmaklar gibi berraklaştı bir anda.

Fikirsiz Fikri! Ölmeme ihtimalini hiç düşünmemişti! Atladığı esnada oradan geçecek mavi tenteli bir kamyon olabileceğini de düşünmemişti. Düşünseydi de böyle şeyler ancak filmlerde olur şekerim derdi ya, olsun. Aklına gelse kesin böyle düşünürdü ama. Ama yani... Yani nasıl aklına gelsindi. Bu kadarı da olmazdı ama yani... Beynindeki hücreler ordan oraya koşturuyor gibi geldi. Keşke hep yoğun bakımda kalsa da ailesiyle karşılaşmasa. Acaba kaç gün orda durursa sıkılıp giderler? Doktorlara sorsa onlardan bir bilgi alabilir mi? Ya hemşireler? En iyisi hasta bakıcılar ama onlara da bahşiş vermek lazım, bu halde biraz zor. İyileşince vereceğine dair söz verse? O sırada gelen hemşire, Fikri'nin uyandığını görünce çok sevindi ama o bırak soru sormayı, ağzını bile oynatamadığını fark etti. Bilinci açılmıştı ama henüz konuşabilecek kadar güçlü değildi. Hemşirenin ağzını oynattığını, bir şeyler söylediğini, bunların güzel şeyler olduğunu fark etti ama ne olduğunu anlayamadan kendinden geçti.

Uyandığında artık servise alınmıştı. Bunu tekrar fark etmesi için de biraz zaman geçmesi gerekti. Tekrar kamyondan başlayıp masanın başına oturduğu yere kadar hatırladı, "Şermin Teyze ya" diye düşünmekten kendini alamasa da ne yapacağını yine bilemedi. Gözlerini açmasından on dakika sonra babasıyla birlikte başına gelen doktorun bir süre konuşmakta zorlanacağını, kendini hazır hissedene kadar üstelememesini söylemesi Fikri'ye can simidi gibi oldu. Ne diyeceğine karar verene kadar konuşmayacaktı. Bir yandan da babasına bakıyordu. Gözü yaşlı adam hâlâ bir haftadır yaşadıklarının etkisi altındaydı. En ufak bir kötü bakış yakalayamadı Fikri. Anlam veremese de sustu. Sonraki birkaç günde odasına sürekli birileri geldi. Hepsi balkondan atlamadan önce suçladığı kişilerdi. İçine attığı her şeyi adeta kustuğu mektuba rağmen kimse kötü bir şey demiyor, düşmanca bir bakış atmıyordu.

Onlar konuştukça mektubu kimsenin okumadığını anladı. Hatta intihar ettiğini bile bilmiyorlardı. Zaten bunu düşünmeleri için de bir sebep yoktu. Her şeyi vardı, her işi yolundaydı, keyfi gıcırdı sizin anlayacağınız. Talihsiz bir şekilde balkondan düşmüştü. O kadar. Hiç kimse nasıl olduğuna dair bir açıklama bulamıyordu ama Allah korumuştu işte. Sigara yok mu şu sigara! Tam o esnada ordan bir kamyon geçmesi, kasasının tenteyle kapalı olması tentenin altında kamyoncunun atmaya kıyamayıp köyüne götüreceği bir yatağın olması başka türlü açıklanamazdı. Verilmiş sadakaları vardı. Dört gün boyunca hiç konuşmadı Fikri. Sadece sorulan sorulara evet anlamında bir kere, hayır anlamında iki kere göz kırparak cevap verdi, arada inledi. Dördüncü gün sonunda "Su" demeye karar verdi, yavaş yavaş konuşacak intihardan bahsetmeyecek, mektuba ne olduğunu da taburcu olup iyileştikten sonra araştıracaktı.

Konuşmaya başladığında mektup hariç o gün yaptıklarını anlattı, balkonda başının döndüğünü hatırladığını ve sonra yoğun bakımda gözlerini açtığını söyledi. O da anlam veremiyordu bunlara. Baş dönmesiyle ilgili çeşitli tahliller yapıldı ve filmler çekildi ama tabii ki hiçbir şey bulunamadı. Mektuba gelince, mektubu da bulamadı Fikri. Ne yaptı ne ettiyse, nereye baktıysa yok oğlu yoktu. Kimseye de soramadı. İntiharın yanlış olduğunda karar kıldı. Belki Allah yardım etmiş ve bir şekilde mektubu yok etmişti ya da üç harfliler götürmüştü mektubu. Kim bilir? Asla öğrenemedi. Mektubunda suçladıklarına da ölene kadar yazdıklarının bir kelimesini bile suçlamak ya da hıncını almak için söylemedi. Sanki mektupla birlikte tüm kelimeler tüm cümleler aynı zamanda tüm öfkeler de gitmişti. Merak etmeyin yahu. Ben biliyorum mektuba ne olduğunu. Fikri'nin başından geçenleri anlatırken en son masanın başında mektubu yazıp, okuyup, anlayıp onayladığını hatırladığını söylemiştim değil mi?

Kendisi daha önce de söyledim, Ayşe Hanım'ın oğlu. Anası kılıklı demezseniz onun kadar titiz olduğunu da burada belirtmek yerinde olacaktır. Mektubu bitirdikten sonra, balkona çıkmadan önce yazdığı beş sayfayı titiz bir şekilde üst üste koydu ve kalemi de kağıtların üstüne çapraz bir şekilde yerleştirdi Fikri. Mektup ve kalem iki gün boyunca dokunulmadan öylece durdular. Bunun sebebi ise hepinizin tahmin edeceği gibi Fikri'nin düşmesiyle birlikte başlayan ambulans, hastane, ameliyat ve bekleme süreçleri. Tüm ısrarlara rağmen hastaneden ayrılırlarsa Fikri'nin öleceğini düşünen ve kısa kestirmelerle yetinen ev halkını da kınamamak lazım. Halen anlamadınız değil mi? İki günün sonunda oğlunun yaşayacağına ikna olan Ayşe Hanım'ı yeğeni eve bıraktı ve Ayşe Hanım kendini doğrudan yatağa atmak yerine bütün camları açıp evi dip köşe temizlemeye başladı. Hem oğlunun temiz bir eve gelmesini istediğinden hem de gelen giden misafir çok olacağından bunu yaptığını söyledi.

Ama siz de biliyorsunuz ki bunu yapmasının asıl sebebi bağıra çağıra ağlayamamış olması, Fikri'nin öyle ölür gibi olup geri gelmesine hâlâ tam inanamamasından dolayı içinde biriken enerjiyi atmak istemesiydi. O zaman mektubu niye görmedi bu kadın? Herhalde yorgunluktan değildir diyorsunuz şimdi de, biliyorum. Gördü, yorgunluktan da değildi. Ama gördüğü şey mektup değil salondaki masanın üzerinde bir kalemin altında beş tane boş kağıt. Birisi avukat beş kişinin yaşadığı evde Ayşe Hanım için son derece normal bir görüntü. O da haliyle kağıtlarla kalemi alıp avukat kızı Ayfer'in odasına koydu. Evet, evet kesin Ayfer yok etti delilleri. Yok canım, hiç olur mu öyle şey? Abisinin intihar mektubunu bulacak da hiçbir şey yapmadan ömrünü geçirecek. Olmadı tabii öyle şey. Hatta Ayfer üç gün boyunca görmedi bile kağıtları. Nihayet Fikri'yi yoğun bakımdan servise aldıkları zaman fark etti Ayfer kağıtları. Onun odasında da iki gün demlenen kağıtlar halen bomboştu.

Annesi gibi yaşadıklarının şokunu hâlâ atlatamayan Ayfer, böyle zamanlarda her zaman yaptığı şeyi yaptı. Oturdu masanın başına, aldı kalemi eline. Yazacak, yazacak, yazacaktı ama her şey ters gidecek ya; kalemin de mürekkebi bitmişti. O sinirle kalemi açık camdan fırlatıp yeni bir kalem buldu ve yazdı, yazdı, yazdı Ayfer. Hatta arkalı önlü beş sayfa yetmedi, iki tane daha bulup onları da doldurdu. Neler yazdı neler Ayfer ama bu başka bir hikayenin konusu, zaten her zamanki gibi yazdıktan sonra hiç acımadan yüzlerce ufak parçaya ayırdı kağıtları. Aslında bu yırtma faslı da terapinin bir parçasıydı. Bilen bilir. Böylece Fikri'nin intihar notunu yazdığı kalem de, kağıtlar da daha Fikri hastanede tek bir kelime etmeden evin dışına çıkmış oldu. Hâlâ cevabı bulamadınız değil mi? Cevap Fikri'nin liseye giden kardeşi Can'da gizli ama o da bilmiyor bunu. Zaten arkadaşından arakladığı kalemin mürekkebi yirmi dört saat içinde tamamen uçan şaka kalemlerinden olduğunun farkında bile değildi.

Arada sırada arkadaşlarından arakladığı şeylerden bir şeydi o da. Masanın üstüne atmış sonra da unutmuştu kalemi. Fikri de Ayfer'in odasından kağıtları aldıktan sonra Can'ın masada bıraktığı kalemle yazmıştı da yazmıştı mektubunu. O hayata tekrar tutunurken de yazılar uçmuştu da uçmuştu. İşte, böyleyken böyle. Fikri tekrar intihara kalkışmadı. Mektuba ne olduğunu kimseye soramadı, kimse de ona mektupla ilgili bir şey söylemedi zaten. Ömrünün geri kalanında bazen kendisi bile inandı intihar etmediğine ve başı döndüğü için düştüğüne. Yazımız buymuş demek ki deyip devam etti yaşamaya. Evlendi, çocukları, hatta torunları oldu. Yaşı ilerledikçe bu olayı neredeyse tamamen unuttu. Yine de son nefesinde gözünün önüne gelen son görüntü Şermin Teyze'nin banyodan çıkmış hali oldu.