Bir kuşağın her kötü gecesi

Her Kötü Geceden Sonra
Her Kötü Geceden Sonra

Baran Güzel'in iyi bir gözlemci olduğu kolayca söyleyebiliriz. Kadıköy, Eminönü, Beşiktaş, İstiklal Caddesi gibi mekânlar tüm canlılıklarıyla kendilerine yer bulabiliyorlar öykülerde. Mekânları canlı tutan mimari betimlemeler değil, içlerindeki karakterlerin hızlı fakat gerçekçi yansıtılmaları. Bu anlatım, çoğu zaman diyaloglarla gerçekleşiyor.

Her Kötü Geceden Sonra, Baran Güzel'in ilk öykü kitabı. Everest Yayınları'ndan basıldı. Çıktıktan kısa bir süre sonra ses getirmeyi, edebiyat dünyasında kendine yer bulmayı başardı. Bunun sebebi, tüm edebi maharetinin yanı sıra, Baran Güzel'in genç bir yazar olması. Gençlikten kasıt yalnızca yaş değil. Kitabı okurken, kuşağımdan bir öykücüyü okuyor olmanın farkındalığıyla derin bir oh çektim. Çünkü yazar günümüz Türkiye'sini ve dünyasını şimdide olduğu şekliyle görebiliyor. Bu, yalnızca anlatılan hikâyelerin konularıyla değil, yazarın üslubuyla da ilgili bir görüş. Bugün yaşayan yazarlar, şimdiyi anlattıkları hikâyelerde cep telefonu, twitter gibi araçlardan faydalanıyorlar elbette. Fakat bunu yaparken, bunların olmadığı bir dünyanın aşinası oldukları için, bu anlatıları bir kıyasla geliyor çoğu zaman. Karakterin instagram'da fotoğraf paylaşmasının beş cümlelik bir tasvirle anlatıldığını görebiliyoruz örneğin. Halbuki bugün sosyal medyada gezinmek ve paylaşım yapmak bir mesai değil, hayatın standart akışı içinde bir hareket.

Baran Güzel
Baran Güzel

Bu yüzden uzun tasvirlere gerek duymaz, çünkü bundan çok daha hızlıdır. Her Kötü Geceden Sonra'daki öykülerde işte bu hızı görebiliyoruz. Anlatılan hikâyelerde durumlar ve araçlar dışarıdan ve uzaktan bir vizyonla ele alınmıyor, bizzat içinde yaşandığı gibi aktarılıyor. Çağın ruhunu yansıtmasından kasıt yalnızca sosyal medyayı ve araçlarını yerli yerinde kullanması değil. Z kuşağı diye adlandırılan yeni genç kuşağın da bir parçası olarak, bu kuşağın iyi bir analizini yapıyor Baran Güzel. Buradan hareketle Baran Güzel'in iyi bir gözlemci olduğu kolayca söyleyebiliriz. Kadıköy, Eminönü, Beşiktaş, İstiklal Caddesi gibi mekânlar tüm canlılıklarıyla kendilerine yer bulabiliyorlar öykülerde. Mekânları canlı tutan mimari betimlemeler değil, içlerindeki karakterlerin hızlı fakat gerçekçi yansıtılmaları. Bu anlatım, çoğu zaman diyaloglarla gerçekleşiyor. Diyaloglar yazarın ağzından tekdüze bir bütünlükte çıkmıyor.

Karakterler, nasıl konuşması gerekiyorsa öyle konuşuyorlar ve bu sayede bizlere tanıdık gelerek gerçekliklerini hissettiriyorlar. Karakterlerin gerçekçi olması, ele alınan meselelerin de havada kalmamasını sağlıyor.

Toplumun apolitikleşmesi, karakterler politik olurken dahi su yüzüne çıkan bir mesele. Öykülerin politik altyapıları bu durumu başarıyla irdeliyor. Ayrıca tüm bu "gerçekçilik" meselesi, kuru ve durgun bir görüntüyle karşı karşıya olduğumuz zannını yaratmasın. Yer yer büyülü gerçekçi, fantastik unsurlarla da beslenen anlatılar, taşıdıkları tüm gerçekliğin yanında son derece akıcı ve keyifli bir okuma sunuyor.