Bir tereddüdün öyküsü: Ne evet ne hayır

Bir tereddüt oyunu olmakla beraber pasif bir hâl değildir Atay’ın öyküsündeki.
Bir tereddüt oyunu olmakla beraber pasif bir hâl değildir Atay’ın öyküsündeki.

Yazılarımda ciddiyetsiz ve serbest düşünen biri olsaydım Tanpınar’ın Nijinski imgesinden ilham alarak Oğuz Atay’ın öyküsünü Alex De Souza’nın oyununa benzetirdim.

Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal’in düşüncesini Nijinski imgesiyle tanımlar ve onun bir tür raks yaptığını söyler. Bir baletin bu benzetmede kullanılmış olması tuhaf görünür ama aslında çok da anlamlıdır. Sıçrayış, yere basış ve dönüş.1 Ahmet Oktay farklı bir açıdan yaklaşır duruma ve Nijinski’nin pekâlâ Tanpınar’a da benzetilebileceğini öne sürer. Dans bir arayıştır nitekim. İçinde kıvraklığın, şaşırtmacanın ve tereddüdün olduğu bir eylemdir. Gerçekleşirken bile değişiveren, tereddütlerden oluşan dinamik bir şeydir. Tanpınar da tereddüdün adamı olduğuna göre, düşünürken dönüşen bu mütereddit karakterin neden bir balete benzetildiği kolayca anlaşılır. Peki tereddüdü daima olumsuz anlamda bir arafta kalma hâli olarak gören zihnimizin haklılığı konusunda tereddüt etmeyi denersek Tanpınar’ın ya da başka “tereddüt adamlarının” yazdıklarını farklı bir açıdan görebilir miyiz?Tereddüdü olumsuz çağrışımlarından sıyırıp bir tereddüt teorisi ortaya koyan Joseph Vogl, tereddüdün bir pasiflik hâli değil, üst düzey bir aktiflik biçimi olduğunu söylüyor.2

Ulaşılan sonuç belki araf olmayabilir ama yürünen yol asla kestirilemez, ne Oğuz Atay’da ne Alex’te.
Ulaşılan sonuç belki araf olmayabilir ama yürünen yol asla kestirilemez, ne Oğuz Atay’da ne Alex’te.

Arafta kalma hâlinin geçmiş ve geleceğe yöneltilen bütün soruları topladığını ve “hayalet eylem”in ortaya çıkışıyla birlikte aktiflik durumunun doğduğunu öne sürüyor. Vogl, teorisini açıklarken merkeze Freud’un bir makalesini almış ama edebiyatta da bunu ispatlayan örnekler fazlaca mevcut. Hatta edebiyatın çağımızda bu tereddüt boşluğunu kapatmak vazifesini üstlendiğini dahi söyleyebiliriz. Soru ile cevap arasında hiç mesafenin bulunmadığı, her türlü belirsizliğe savaş açan hazırcevap ve aceleci reel politiğe3 karşı mütereddit ama “içinde iyileşme umudu taşıyan” edebiyat. Bu iddialı bir söylem elbette ama daha küçük parçalar üzerinde düşünerek bu iddiayı güçlendirebiliriz. Oğuz Atay’ın ismiyle müsemma öyküsü “Ne Evet Ne Hayır”ı örnek göstermeninve bu öykü üzerinden tereddüdün neden daima bir irade zaafiyeti olarak görülemeyeceğini açıklamanın meseleyi berraklaştıracağını düşünüyorum. “Ne Evet Ne Hayır” bana kalırsa Korkuyu Beklerken’in en mizahi öyküsü.

Fakat gülünç karakterler ve gülünç olaylardan ibaret bir mizah olmadığı da açık. İroninin doğurduğu gülünçlük, katmanlar hâlinde öyküye yerleştirilmiş duygu durumlarının belli belirsiz çatışması ve eğlenceli üslubun tatlı bir biçimde akıp gitmesi öykünün mizahi olmasını sağlayan nedenler arasında sıralanabilir. Bunları zaten biliyoruz. Peki tereddüt bu işin neresinde? Saydığım nedenler aynı zamanda tereddüt duygusunun bir edebi eserdeki karşılıkları olabilir mi? Evet, “Ne Evet Ne Hayır” kuşkusuz bir tereddüdün öyküsüdür. Bir mektup etrafında dönen öyküde kimlikler muğlaklaşır, parantez içiyle dışı arasındaki fikir çatışmaları duygu birliğini gizleyemez ve kim olduğu konusunda bile tereddüt eden tek bir kimliğin varlığını düşündürtür bize. “Çok dinledi (hayır dinlemedi)” gibi çatışmalarla bir çeşit kaos oluşturulur ve öykü bu iki ayrı kimliğin çatışmasından çok bir karakterin yaşadığı tereddütten ibaretmiş gibi görünür. Öykünün içinde verilen ipuçlarından da böyle bir sonuca ulaşabiliriz fakat yine de burada bile tereddüt etmeye devam ederiz.

Bir tereddüt oyunu olmakla beraber pasif bir hal değildir Atay’ın öyküsündeki.

Karakterin “Ne Evet Ne Hayır” diyerek sürekli vurguladığı ve mustarip olduğu tereddüt hâli sosyal ilişkilerini kısıtlar. Aşk duygusunu da içeren ve bütün hayatını saran tereddüdü onu toplum içinde problemli bir konuma getirir.“Sert ve etkili bir gazeteci olamazmışım. Oysa yumuşak başlı bir insan değilimdir. Dilencilere sadaka vermem, zengin arkadaşlarımın arabalarıyla gezerken de nerede bittiği belli olmayan kahyalara çok sinirlenirim.” diyen karakter sosyal statüsünü ifşa eder. “Şikayet etsem polise, sevdiğimi öldürecekler (bunu yapamazlardı, kendini mazur göstermek için böyle söylüyorsun belki)” gibi sözlerle tereddüt derinleştirilir, karakterin krizi büyür. Bu krizin onun yaşamınauzun vadeli tesirini öyküde göremeyiz ama kesin olan şudur ki karakteri sıkıntıya sokan bu kriz ironik şekilde öyküyü besler, zenginleştirir. Öyküdeki mizah ve ironinin temel kaynağı olarak karşımıza çıkar. Yazılarımda ciddiyetsiz ve serbest düşünen biri olsaydım Tanpınar’ın Nijinski imgesinden ilham alarak Oğuz Atay’ın öyküsünü Alex De Souza’nın oyununa benzetirdim.

Alex De Souza
Alex De Souza

Bir tereddüt oyunu olmakla beraber pasif bir hâl değildir Atay’ın öyküsündeki. Katmanlı, doğurgan bir süreçtir. Okuru her okuyuşta farklı bir duyguya çekiveren o ironik durum futboldaki çalımlara benzer. Oğuz Atay öyküsü attığı çalımlarla, bir sonraki hamlesinin tahmin edilememesini sağlayan zekâsı ve kıvraklığıyla, hem tereddüt etmesi hem de tereddüt ettirmesi ama durumu bir şekilde kendi lehine çevirmeyi başarmasıyla benzer Alex de Souza’nın oyununa. Kafka’nın hedef belli olsa da yolun belli olmadığını söyleyen, yolu tereddüdün kendisi olarak gören yaklaşımı bu noktada hem edebiyat hem futbol için geçerlidir. Ulaşılan sonuç belki araf olmayabilir ama yürünen yol asla kestirilemez, ne Oğuz Atay’da ne Alex’te. (Bu eğlenceli mukayesenin ardından yanlış okumanın zirvesinde miyim yoksa çok yanlış bir okumanın içinde miyim, tereddüt ediyorum.) O hâlde Walter Benjamin’in Kafka üzerine yazdığı yazıda kullandığı “mütereddidin yuvası” ifadesinin karşılığı olabilecek, “Ne Evet Ne Hayır”dan bir pasajla bitirelim ve tereddüdün potansiyeline bir kere daha şahit olalım:

“...oynamak, eğlenmek, gezmek, (Ben bu adama karşıyım) Onunla mutlu anılarımız oldu (yalan), çok mu çok sevdim (sevmek sana ait bir şey, anı filan değil). Onu deliler çılgınlar gibi dünyalar kadar çok mu çok (peki anladık) seviyordum, ona âşık olmuştum, güzel gözlerine âşık olmuştum, o kadar güzel gözleri vardı ki, hayat vardı sanki gözlerinde (elbette olacak) yaşama gücümü kuvvetimi arzumu ondan alıyordum. Her şeyimi ona açık tarafından yazdım. Tam 4 yıl bıkmadan usanmadan yemeden içmeden uyumadan durmadan dinlenmeden daima kafamı taktım ona. Hiçbir engel tanımadan alacağım sevgilimi (bunu kime söylüyorsun acaba?) Hiç kimseyi dinlemedim bu hususta (her şeye rağmen seninle karşı karşıya gelip konuşmak isterdim açıkça, mertçe, türkçe).”

  • 1 Ahmet Oktay, Entelektüel Tereddüt, s. 2.
  • 2 Cins Dergi, “Joseph VoglSöyleşisi”.
  • 3 Asım Öz, Tereddüdün Teorisi, Dünya Bülteni.
  • Kaynakça:
  • Atay, Oğuz. Korkuyu Beklerken, İletişim Yayınları, 2020.
  • Oktay, Ahmet. Entelektüel Tereddüt, Everest Yayınları, 2003.
  • Öz, Asım. Tereddüdün Teorisi, Dünya Bülteni, 2011.
  • Cins Dergi. “Joseph Vogl Söyleşisi”.
  • Vogl, Joseph. Tereddüt Üzerine, Metis Yayınları, 2011.