Böyle Olur Çerkez’in Rüyası

Bir Hırsızın Acayip Hikayesi.
Bir Hırsızın Acayip Hikayesi.

Finalde, Hırsız İlyas bir kısır döngünün içinde kısılıp kalıyor. Neden böyle olduğunu bir türlü çözemiyor. Çerkez Yakup peşinden kovalarken, her seferinde tam kıymetli ve çok sevdiği atını yakalamak üzereyken vazgeçiyor. Bunu bir türlü anlayamıyor Hırsız İlyas.

Kendisi de bir Çerkez olan Abdurrahman Kural bir gün; “Çerkez’in birinin on numara bir atı varmış. Zaten Çerkezler dokuz numara ata binmezler” diye başlayan bir hikaye anlatmaya başlayınca, atları çok sevmemden mütevellit daha bir dikkatle dinledim anlattıklarını.

Ömer Seyfettin öykü ödüllerinin verildiği günün akşamı, törenden sonra oturuyoruz. Masa kalabalık. Osman Bayraktar ve Cemal Şakar da var. Saat epey ilerlemiş. Birkaç kişi kişisel hikayelerini paylaşınca, Abdurrahman Kural da bahsettiğim hikayeyi ve dinleyenlerin ilgi gösterdiğini görünce bunun üstüne, yine içinde at geçen başka bir hikaye daha anlattı. Dinlediklerimden sonra öykücü sezgilerim harekete geçti. O günden sonra hemen hemen bir ay boyunca kafamın içinde dört nala atlar koştu durdu. Bunun sebebi, bu çok güzel hikayeleri nasıl öykü formunda anlatabilirim düşüncesiydi. Dinlediklerimi olduğu gibi anlatmamın bir esprisi olmayacaktı. Kaldı ki, hikayelerdeki olayları bu günün problemleriyle birleştirmeli ve insanlığın genel meselelerine değinen bir düzleme çekmeliydim. Bu düşünceyle bir süre kafamda gezdirdim hikayeleri.

Sonra bir yerden başlamam gerektiğini düşünerek öykünün birinci bölümü olan Cennet’i coşkuyla ve büyük bir haz duyarak yazdım. Hatta Cennet’i Aşkar’ın 26. sayısında yayımlamıştım. Arkasından öykünün ikinci bölümü olan Sil Baştan’ı yazdım. Sonra öyküleri paylaştığım Cemal Şakar’ın kimi tavsiyeleri ile bu iki hikayeyi iç içe geçirdim. Kahramanlarını aynı olaylar etrafında buluşturup, birbirleriyle derin ilişkileri bulunan kişiler haline getirdim. Böylece elimde birbiriyle bağlantılı iki ayrı başlığı olan bir öykü oluştu. Yazdığım bölümleri okuyunca, adını tam koyamadığım, beni rahatsız eden bir eksiklik olduğunu fark ettim. Bir süre de bu şekilde bekledi öykü.

Daha sonra hikayelerdeki kahramanların ortak özellikleri dikkatimi çekti. Yani iki ayrı milletten insanlar vardı öyküde. İyiler milletinden olanlar ve kötüler milletinden olanlar. Kötülük edenler iyilere hiç bir zaman zarar veremiyordu. İyiler, paraları ya da atı çalındığı için zahiren zarar görmüş gibi görünseler de, aslında büyük zararı, kazanıyormuş gibi görünmelerine karşılık kötüler görüyordu. Bu genel ve bence çok doğru kurala göre hareket etmeye karar verdim. Böylece, kahramanın sonsuz yolcuğunu esas alarak, ilk insandan kıyamete kadar mağdurların aynı mağdur, faillerin de aynı fail olduğunu vurgulayan üçüncü bir bölüm yazdım: Bir Hırsızın Acayip Hikayesi.

Bu bölümü yazdıktan sonra beni rahatsız eden eksikliğin ortadan kalktığını gördüm. Hatta bu bölüm öyküye bambaşka bir hava daha kattı. Böylece öykü, ilk iki bölümde söylediklerini temellendirerek başka bir şey daha söylemiş oldu. Bu söylemi, kurgunun ve olay örgüsünün içine yedirdiğimi, tahkiyenin imkanlarını kullanarak didaktik olmaktan kurtardığımı düşünüyorum. Hatta öykü tamamen bitmeden anlaşılamayacak bir hale getirdiğime inanıyorum.

Burada öykü adına söylemeden geçemeyeceğim bir başka mesele ise, son bölümle birlikte öyküde üç çeşit insandan bahsettiğim olabilir. Bunlardan birincisi kötü olanlar; Hırsız İlyas ve Cambaz Recep. Bunlar salt kötü ve kötülük için çalışan ve buradan nemalanan kişiler. İkincisi kötülüğü bilmeyen saf iyiler; Fatma Kadın ve Gaga Salih. Burada özellikle Fatma Kadın’ın saflığı ön plana çıkıyor. Cennete gitmesi gereken oğlunun önünü kesen ve para isteyen zebanilere elinde avucunda ne varsa verecek kadar saf bir kadın. Ancak şunu mutlaka söylemeliyim; Fatma Kadın, oğlunun önünü kesen zebanilere para vermiyor, yani rüşvet teklif etmiyor. Onlar istediği için, daha doğrusu Hırsız İlyas böyle söylediği için para veriyor.

Bu ince detay çok önemli. Çünkü böyle bir şey için para teklif etmek bile, kötülüğü bildiğine ve bunu aklından geçirebildiğine delalet ederdi. Üçüncüsü ise kötülüğün ne olduğunu bilen ama tercihini iyi olmaktan yana kullananlar; Çerkez Yakup ve Gaga Salih’in ihtiyar atıyla dalga geçen ama yine de yaşlı adam zor durumda kaldığında ona yardım etmekten kaçmayan köy halkı. Bu kahramanlar iyi ile kötünün ayrımına vakıflar. Bir olayla karşılaştıklarında kötülüğü hemen fark edebilen ve tercihlerini iyilikten yana kullanabilen kişiler.

Finalde, Hırsız İlyas bir kısır döngünün içinde kısılıp kalıyor. Neden böyle olduğunu bir türlü çözemiyor. Çerkez Yakup peşinden kovalarken, her seferinde tam kıymetli ve çok sevdiği atını yakalamak üzereyken vazgeçiyor. Bunu bir türlü anlayamıyor Hırsız İlyas. Ama bir gün... Çerkez Yakup’la göz göze geliyorlar. İşte o zaman kafasında bir ampul yanıyor İlyas’ın. Bir aydınlanma yaşıyor. Çerkez Yakup’un, atın itibarını kurtarmanın, atı kurtarmaktan daha kıymetli olduğunu düşündüğü için yakalamadığını ve vazgeçtiğini anlıyor. Çerkez Yakup’un kaybedecek bir şeyleri olduğunu ve bunlar arasında bir tercih yaptığını anlıyor. Oysa kendisinin ne bir bekleyeni ne de kaybedecek bir şeyi vardır. İşte bunu anlayınca, kendini yeryüzünün ilk hırsızı olarak buluverir. Bir nalbanttan iki tane mıh yürütür. Bir ara nalbantla göz göze gelirler, evet işte aynı mağdur gözler kendisine bakmaktadır.

Ne diyelim, işte böyle olur Çerkez’in rüyası.