Cazgır Rıza

Ah o davul zurnanın pehlivanların mücadelelerine ayak uydurması yok muydu, ah o final güreşi yapan pehlivanlara yazdığı manzumeleri okurken duyduğu heyecan...
Ah o davul zurnanın pehlivanların mücadelelerine ayak uydurması yok muydu, ah o final güreşi yapan pehlivanlara yazdığı manzumeleri okurken duyduğu heyecan...

Balıkesir Kurtdereli Mehmet Pehlivan Güreşlerinde çayırın tam ortasında bir cazgır eline mikrofonu aldı. Herkes dikkat kesildi. Bir izleyici güreşi göremediği için önündekinin omuzlarına iki eliyle bastırdı. Başka biri güreşi canlı yayınlayan televizyon kanalının sesini biraz daha açtı. Bütün izleyiciler sustu. Cazgır manzumeyi okumaya başladı. Pehlivan pehlivan...

Çayırlarda okuduğu manzumelerle etrafa nam salan Cazgır Rıza, bir sabah bismillah çekip başına geleceklerden habersizce uyandı ve yatakta gece artığı uykusunun dibini sıyıran karısına "Hayırlı sabahlar hanım," dedi ama karısından ses gelmedi. Kadının hâlâ uyuduğunu, bu yüzden cevap vermediğini tahmin etti. Yine de ters giden bir şeylerin farkına vardı Rıza. Bir daha seslenmeyi düşünürken durumu biraz anlamaya başladı. Problemin kendisinde olduğunu hissetti, bir eksiklik vardı sanki... Şimdiye kadar sahip olduğu bir şeyin yitirilmesi gibiydi yaşadığı. Mükemmel şekilde çalışan bir düzeneğin arızalanması... Aniden kaybolan bir şey... Rıza'nın başından aşağı bir titreme dalgalanarak vücudunu yaladı ve ayak ucundan hızlıca çıktı. Güçsüzleşti birden. Bir süre öylece kaldı yatağın içinde. Kalkmak istedi ama bunu başaracağından ümidi yoktu. Yine de deneyecekti. Gücünü toplamak istedi ve ellerinden güç alarak kalktı.

  • Karısına baktı. Tekrar "hanım," demek istedi. Yok. Sesi çıkmadı Rıza'nın. Ardından bir kez daha, bir kez daha, bir kez daha... İmkânı yoktu mücadelesinin. Kaybolan sesi sessiz bir çığlık gibi saplanmıştı içine. Sesinin bir türlü çıkmadığını kabul etmek zorunda kalan Rıza, karısını sarsarak yatağından kaldırdığında, kadın gözlerini fal taşı gibi açarak kocasının el kol hareketleriyle anlatmaya çalıştığı şeyi çözmek için uğraştı bir süre. Kocasının sesini ne kadar uğraşsa da duyamayan kadın güç bela oğlunu arayıp durumu anlattı. Rıza'nın oğlu Ali apar topar eve gelerek babasının durumuna baktı. Oyalanmadan soluğu hastanede aldılar. Rıza bir takım muayene ve tetkikten geçtikten sonra ertesi gün çıkacak olan sonuçları beklemesi için doktor tarafından evine gönderilmek istendi ama kabul etmedi. İtiraz etti. Hiç alışık olmadığı el kol hareketleriyle hastanede kalmak istediğini, sesine tekrar kavuştuktan sonra çıkmak istediğini anlatmak istedi.

 Güç bela doktor ikna edildi ve Rıza'nın hastaneye yatış işlemleri yapıldı.
Güç bela doktor ikna edildi ve Rıza'nın hastaneye yatış işlemleri yapıldı.

Yüzü bir çok şekle girdi çıktı. Güç bela doktor ikna edildi ve Rıza'nın hastaneye yatış işlemleri yapıldı. Rıza odasında yalnızdı ve yarını bekliyordu, bir yandan da kafasında dolaşan tilkilerin kuyruklarını birbirine bağlamak için uğraşıyordu. Yaşadığı garip olayı düşünüyordu. Yıllardır sahip olduğu, onu hiç bırakmayan, insanlarla iletişim kurmasını, meşhur Cazgır Rıza olmasını sağlayan sesi birden yok olmuştu. Karısına seslendiğinde ve cevap alamadığında anlamıştı kara bir bulutun üstünde dolaşmaya başladığını. O an düştüğü derin boşluktan bir türlü çıkamıyordu şimdi. Oğlunun ve karısının hastanede kalmak istemesine razı olmadı. Sesini kaybetmeyi bir türlü kabul edemiyordu. Hastane odasının penceresinden dışarıya bakarken pehlivanların peşrevlerini, kısa bir süre önce er meydanında okuduğu manzumeleri hatırladı.

  • Allah Allah illallah / Diyelim maşallah / İki yiğit çıktı meydane / İkisi de birbirinden merdane.

Sabah olunca, içinde bir umut yavaş yavaş büyümeye başladı. Birazdan doktor gelecek ve sesinin tekrar eski haline döneceğini söyleyecekti. Geceyi babasının kapısının önünde geçiren oğluna sonuçlara bakmasını işaretlerle anlattı. Hastane tanıdık eş dost ve akrabalarla dolmaya başlamıştı. Başka bir ilde yaşayan kızı da babasının yanına gelmişti. Acısını paylaşmak istercesine sarıldı kızına. Sonuçları gören doktor durumu açıklamak için Rıza'nın odasına geldiğinde aile bireyleri ve Rıza heyecanla durumun akıbetini bekliyordu artık. Doktor, Rıza'nın ses tellerinde oluşan problem sonucunda riskli bir ameliyat olması gerektiğini söyledi. Ameliyat olumlu geçerse Rıza tekrar eski sesine kavuşabilecekti. Aksi durumda ise bir daha kimseyle konuşamayacaktı. Sesini kaybedecekti. Başka bir ihtimal daha vardı, bu şekilde yaşamak... Ameliyat olmadan doktorun uygulayacağı tedaviyle hayatına devam ederse bir takım ilaçların etkisiyle kısık bir sese sahip olacaktı.

Rıza, ilk kez sekiz yaşındayken eski pehlivanlardan Çerkezoğlu Kara Ali ismiyle bilinen dedesi sayesinde yağlı güreşle tanışmıştı.
Rıza, ilk kez sekiz yaşındayken eski pehlivanlardan Çerkezoğlu Kara Ali ismiyle bilinen dedesi sayesinde yağlı güreşle tanışmıştı.

Cazgır zor bir kararın eşiğindeydi. Rıza, ilk kez sekiz yaşındayken eski pehlivanlardan Çerkezoğlu Kara Ali ismiyle bilinen dedesi sayesinde yağlı güreşle tanışmıştı. Çerkezoğlu Kara Ali güreşi bıraktıktan sonra oğlunda bulamadığı pehlivanlık hevesini torunu Rıza'da gördü. Onu güreşlere götürüyor, sık sık yeteneğini anlamak için idmanlar yaptırıyordu. Rıza güreşi seviyor, bundan zevk alıyor, iyi bir pehlivan olmanın hayallerini kuruyordu ama sıska vücudu ve yeteneği buna izin vermiyordu. Çerkezoğlu Kara Ali birkaç yıl Rıza'nın üzerine titredi, bildiği her şeyi ona öğretmeye çalıştı. Denemediği yol, yaptırmadığı idman kalmadı. Rıza çok istese de güreşemiyor, yaşıtlarıyla mücadeleye giriştiğinde rakipleri onun burnunu çabucak çayıra sürtüveriyordu. Çerkezoğlu sinirleniyordu. Torununun rakiplerini kündeyle aşırmasını, oyuna geldiyse köpek kuyruğu ile onlardan kurtulmasını, tırpanı vurunca da karşısındakini yere çalmasını istiyordu ama olmuyordu.

Rıza bu işi beceremiyordu, onun yüzünü daha çok yere eğdirmek istemedi ve ondan ümidini kesti. Kendisinden pehlivan olmayacağını anlayan Rıza'nın içindeki güreş heyecanı bitmiyordu. Dedesinin peşinden ayrılmıyor, onunla beraber güreşleri izlemeye gidiyordu. Er meydanında kendini mutlu hissediyordu. Pehlivanların rakiplerini kaldırıp yere vurmasını, izleyenlerin tezahüratlarını, çayırın yağ kokusunu seviyordu. En çok da sonraki hayatında Cazgır Rıza ismiyle nam salmasında en önemli faktör olan cazgırların söyledikleri manzume ve salavatnameleri. Rıza'nın babası esnaftı, Çerkezoğlu Kara Ali'nin tüm ısrarlarına rağmen güreşe ilgi göstermemişti. Küçükken çırak olarak girdiği bir ticarethanede işi öğrendi ve askerden sonra kendi dükkanını açtı. Çeşitli gıda ve ihtiyaçların satıldığı bir yerdi burası. Rıza'nın da güreş sevdasından vazgeçip yanında yetişmesini istiyordu. Okuldan sonra dükkana gelsin, etrafı silip süpürsün, şeker pirinç tartıp poşetlesin, müşterinin ihtiyaçlarını evlerine taşısın istiyordu.

Rıza ise bir yolunu bulup dedesinin yanında alıyordu soluğu. Dedesiyle birlikte nerede güreş varsa gitti Rıza. Pehlivanların isimlerini ezberledi. Dedesinden Koca Yusuf'un, Adalı Halil'in, Hergeleci İbrahim'in, Filiz Nurullah'ın, Kel Aliço'nun ve Kurtdereli Mehmet'in hikayelerini dinledi. Bir gün geldi ki, Kırkpınar güreşlerinde meşhur bir cazgırın okuduğu manzume içine işledi. O günden sonra cazgırlığa olan sevdası hiç bitmedi. Manzumeleri aklına kazıdı. Evde, dükkanda, okulda, mahallede, her yerde manzume ve salavatname okumaya başladı. Çerkezoğlu Kara Ali torununun yiğit bir pehlivan olamayacağını çoktan anlamıştı ama güreşe olan tutkusunun da farkındaydı. Rıza'nın özellikle çayırda söylenen manzumelere ve salavatnamelere olan merakını görünce onu tanıdığı bir cazgırın yanına çırak verdi. Rıza ustasının sözünden çıkmadı, askerlik çağına gelinceye kadar günden güne kendini geliştirdi.

Ustası ilk önce bazı güreşlerde birkaç manzume okumasına izin verdi. Sonra da diğerlerine göre daha küçük çaplı bir güreşte ilk kez cazgır olarak çayıra çıktı. Daha sonrası... Rıza cazgırlıkta aldı başını yürüdü. Sesini iyi kullanması, eski manzumelerin hemen hemen hepsini ezbere okuması, pehlivanların özelliklerini iyi bildiği için onlara uygun metinler yazması, camiayla olan olumlu ilişkileri onun büyümesinde önemli rol oynadı. Büyük güreşlerde hep o vardı artık. Kurtdere, Çardak, Elmalı, Kırkpınar...Bir yandan cazgırlık yaparken bir yandan da babasının dükkanına bakıyordu artık Rıza. Babası yaşlanınca ona dükkanı emanet etmek istemiş, oğlu da bunu kabul edince çok sevinmişti. Dedesi vefat edince çok üzülen Rıza, oğluna babasının ismini değil de, ona güreş sevdasını aşılayan dedesinin ismini koydu. Cazgırlıktaki namı sayesinde ilçede nüfuzu iyice arttı.

Herkesten itibar görüyordu. Kaymakam ve belediye başkanını dükkana davet eder, ocakta kahve pişirir, onlarla arkadaşıymış gibi sohbet ederdi. Gücü damarlarında dolaşan kan gibi hisseden Rıza ilçenin en büyük ticarethanesinin sahibiydi artık. Satmadığı şey yoktu. Müşterilere canı nasıl istiyorsa öyle davranırdı. Bozuk para vermeyene jeton satmaz, yeşil zeytin isteyene siyahını tartar, dün üçe sattığını bugün beşe satar, ihtiyacım yok diyene zorla mal verirdi. Rıza yıllarca böyle yaşadı. Şimdi ise meşhur Cazgır Rıza zorlu bir imtihanın içindeydi. Doktora düşünmek için biraz zaman istediğini, daha sonra da ameliyat için kararını açıklayacağını belirten bir not yazdı. Doktor kabul etti ve evine gönderdi Rıza'yı. Ailesi ameliyatın riskli olduğunu söyleyerek tedaviyle bundan sonraki hayatını sürdürmesini istiyordu Rıza'nın. Onlar için basitti bunu söylemek ama Cazgır'ın kafası karışıktı. Düşünecekti.

Bu sefer eve kapattı kendisini. Sesi çıkmadığı için sinirleniyor, karısıyla bile doğru düzgün iletişim kuramıyordu. Sık sık düşünüyordu. Doktor ameliyat riskli, bir daha eski sesine kavuşamayabilirsin diyordu. Bunu hatırlayınca yüreğinin sıkışması daha da artıyordu. Cazgırlık hayatı bitecekti, sesi olmayan bir cazgır olur mu hiç? Sesi olmayan bir insan...Ameliyat olmasam diye kurdu aklından, acaba nasıl olur? Karakovan balı, pekmez, süt derdine şifa olabilir miydi acaba? Ya olmazsa... Ya eski sesine kavuşamazsa... Hayır, kısık, ıslık gibi bir sesle cazgırlık yapamazdı. Cazgırlığı bırak, dünün Rızası hastalıklı bir insan gibi dolaşıyor ortalıkta. Olmazdı. Ya ameliyat başarılı geçerse, eski sesi bir kuş gibi uçarak diline konuverirse. Tabi. Başka çaresi yoktu. Eski Rızayı istiyordu. Er meydanında o gür sesiyle manzumeler okuyan Rızayı. Sesi olmadan bir hiç olurdu. Biterdi.

Sürekli değişen düşünceleri onu düştüğü balçıkta dibe doğru sürüklüyordu sanki. Tam olumlu bir düşünce tüm benliğini sarıyorken birden sesini tamamen kaybedeceği aklına düşüyor, balçık yine onu içine doğru çekiyordu. Rıza'nın sesini kaybettiğini duyanlar evine ziyarete geliyordu. Zaten kafası iyice karışıktı, bir de sesi çıkmıyordu, durumunu işaretlerle anlatmak ona acı veriyordu. Bu arada bir şey oldu. Zamanında dedesi nasıl onu meşhur bir cazgırın yanına çırak verdiyse, onun da şimdi yetiştirdiği bir çırak vardı. İşte o çırak geçmiş olsun ziyaretine bir haberle çıkageldi. İlk önce ustasının durumu için üzüntü duyduğunu söyledi, sonra da yakında yapılacak bir güreşe Rıza'nın çağrıldığını söyledi. Davete ne cevap vereceklerini sordu ama Rıza sadece kızarıp bozardı. Beklemesini, bir cevap vermemesini anlatmaya çalışarak kovdu çırağını. İyice köşeye sıkıştığını hissetti Rıza.

Bundan sonraki hayatına nasıl devam edecekti? Yemiyor, içmiyor bunu düşünüyordu. Şimdi bir de güreşe davet edilmişti. Bu aksilik olmasaydı, kıyafetlerini giyer, traşını olur, bıyıklarına badem yağı sürer, okuyacağı manzumelerle pehlivanları yüreklendirir, seyirciyi coştururdu. Ah o davul zurnanın pehlivanların mücadelelerine ayak uydurması yok muydu, ah o final güreşi yapan pehlivanlara yazdığı manzumeleri okurken duyduğu heyecan... Daha fazla dayanamadı, doktora kararını açıkladı. Olacak olan oldu. Günler geçti. Balıkesir Kurtdereli Mehmet Pehlivan Güreşlerinde çayırın tam ortasında bir cazgır eline mikrofonu aldı. Herkes dikkat kesildi. Bir izleyici güreşi göremediği için önündekinin omuzlarına iki eliyle bastırdı. Başka biri güreşi canlı yayınlayan televizyon kanalının sesini biraz daha açtı. Bütün izleyiciler sustu. Cazgır manzumeyi okumaya başladı.

Pehlivan pehlivan...