Çivi Yaraları

Sever bazen İhsan. Gençtir. Kendi gibi sever. İnsan kendi nasıldıysa öyle sever.
Sever bazen İhsan. Gençtir. Kendi gibi sever. İnsan kendi nasıldıysa öyle sever.

İhsan işte. Dikiş tutan elleriyle bazen yazar. Kalemi bastırarak yazar. Gabardin gibi tutar kağıdı. Yazar işte. Eve gidince de daktilosunda yazar kalemle yazdığını. Çivi gibi çakar sesler. Tak tak tak... “İnsanın ömrü eksilerek şekilleniyor,” yazar İhsan. Kendi gibi yazar.

“İnsan’ın hayatının kenar boşluklarına not almak...”

Bilmediği bir odada -ilk defa giriyordu- bildiği bir şeyler arıyordu. Yere düşürdüğü şeyin çıkardığı ses, aradığı şey olacaktı ki aradığı şey kendisine seslenmişçesine belli belirsiz gülümseyip -gülümsemesinin sebebi çok başka bir şey de olabilir- aradığı şeyi yerden aldı. Kısa bir süre ama hızlıca elinde evirip çevirdi.

...

Not: Not almaya başladı boşluklara.

1-)Tak tak tak...

2-)Tak tak...

3-)Tak.

...

!-)Tak tak tak.

...

Dudaklarına metaller girmiş bir kıza bakıyorum. O bana bakmıyor. Metallica dinleyen birine benziyor. -Bunu İhsan söylemiyor- Gözlerinin üstü simsiyah. Dudakları. Tırnaklarında siyah oşşeler var. Oşelerin sürüldüğü tırnaklar çapa gibi. Yüzü oldukça karanlık. Karanlık içinde karanlığı fark edebilmem de benim karanlığım. Farkında olma karanlığı. Aradan kırk yedi gün geçti. Kırk yedi günden beri sanırım başka biriyim. Ben olmayan biri. Bana öyle geliyor ki sanki bir daha ben olamayacakmışım gibi. Bazen dakikalar geçmek bilmiyor. Neden erken çıktım ki... Hayır. Erken çıkmamıştı. Geciken otobüstü. Şimdi kız da ona bakıyor. Tuhaf tuhaf bakıyor. Uykulu gibi. Ama değil. Daha değişik bakıyor. Bir süre böyle bakıyor ve sonra yine kendi alemine dönüyor. Kalbinin duymaya ihtiyacı vardı, anlamaya değil. Bir sonuca ulaşmak için. Bunu kendine niye yapıyor? Bunu kendiyle iyi olmasın diye yapıyor. İşte bu kadar, bu kadarı geliyor elinden.

Sanki birinin kapkaranlık ve karmakarışıklaşmış bir ağırlığıymışım gibi. Baygın bakışlı kızın elleri kollarında geziniyor. Yüzü acıyor gibi geliyor İhsan’a. Çürükleri acıyor oysa. Morumsu bir yeşillenme oluşuyor kollarında. -Çürükleri hiç bilmiyor İhsan. Nereden bilsin İhsan. Bu tanrı anlatıcının cümlesi- Her sabah siyah bir motorlu alıyor onu duraktan. Duraktan ondan önce ayrıldığı zamanlar kim alıyor bilmiyor. Muhtemelen yine siyah motorlu alıyordur. Öyle düşünüyor. Caddenin köşesindeki ışıklardan sıklıkla aynı esnada karşıya geçtikleri kız -bu da diğeri gibi garip olan- opera binasının altındaki nalbura giriyor ve üç beş dakika sonra çıkıyor. Kız ışıkların tersine Cadde boyunca hızlı adımlarla ilerlerken İhsan otobüsün yolunu gözlüyor. Her zamanki gibi geciken -üç ile altı dakika arasında değişiyor bu -altı on beş otobüsünün en arkadaki üçlü koltuğunun cam kenarından yetişiyor ona İhsan. Zamanın bir yerinden yan yana geçiyorlar. Siyah eldivenli kız, altı on beş otobüsü ve İhsan.

...

Kafasındaki büyük parçaları yontarak başlıyor. Düşünceye göre izlemesi gereken yol değişiyor. Eksilerek şekilleniyor. Eksiliyor. Eksiliyor. Şekilleniyor. Eksiliyor. Ve daha fazla eksiliyor. Dokularına kadar değdiğinde çiviler, gerçeğini daha da hissediyor. Zihninden sarkan, süzülen, sıçramış, püskürmüş, kaymış, kurumuş ve bazıları kemikleşmiş olan düşünceler, çok “şey” olan düşünceler de yol gösterici olamıyor. Hiçbir zaman olmadı. Detaylardan kaçınmıyor.

...

Detaylar...

Karanlık dudaklar... Detay. Metaller girmiş. Detay. Karanlık. Detay. Eller... Eldivenler. Kadınların ellerini ısıtan eldivenler... Detay. Detay. Atay. Tay. Ay. Aymıyor. Olmuyor. Konsantre olamıyor işe İhsan. Dikişleri çifte vuruyor. İpliği kopartıyor. Gabardini mahvediyor.

...

Ellerine bakıyor. Kıpırdamıyorlar. Artık bildiği bir odada... Sık sık girdiği bir odada. Sık sık girdiğini kimsenin bilmediği bir odada. Yere düşürdüğü şeyin sesi yankılanıyor. Kalbi, hâlâ pürüzlü. Düşünceleriyle -yol gösteremeyen türden olanlar- pürüzlerini zımparalamaya çalışıyor kalbinin. Pürüzsüzlüğü arttıkça kalbinin, çivinin yaraya yaklaşan mükemmelliği artıyor. Ve daha da mükemmelleşiyor, yaklaştıkça... Detay... Tak... Tak...

...

Kıskanıyordu, küsüyordu. Hatta bazen nazlanıyordu. Çok soru soruyordu. Böyle şeyler oluyordu. Her şey için çok geç kalmamak içindi. Pişman olmamak içindi. O, onun özlediği her şeydi. Canı çok yandığında, sadece “kimseler” duydu. İçine sinmedi. Doğru düzgün konuşamadığı konuşma, içine sinmedi. İnsanın içine sinmesi önemliydi. Birkaç gündür, insanı ayakta tutan şeyin ne olduğunu düşünür halde buluyordu kendini. Sonra altı on beş otobüsünün arka üçlü koltuğunun cam kenarında.

Yağmuru izliyor boş gözlerle. Yanlış anlayacağı bir kelimeyi ya da söylenmemesi gereken bir cümleyi bilinçsizce söylemekten ve ona zarar vermekten korkuyor. Yoksun. Sadece sevmeyi biliyor. -Burada uzun uzun yine yağmuru izliyor.- “Akıllı erkekler kadınlarla ilgili ne düşündüklerini asla söylemezlermiş.” Akıllı bir erkek olduğunu düşünüyor İhsan. Doğrusu çok akıllıdır İhsan. Onunla ilgili düşündüklerini hiç söylemedi. Akıllı bir erkekseydi de akıllı olduğu için sevilmek istediğini söyleyemezdi İhsan.

...

Yeteri kadar bükebildiğini kontrol ettikten sonra parmaklarına siyah eldivenleri geçirdi ihtiyar. Teşekkür etti kız ve çıktı nalburdan. Yürüdü ve bir otobüs geçti yanından. Biraz daha yürüdükten sonra köşedeki bir binadan içeriye girip aşağı inmeye başladı. Kapı kilitli değildi. Siyah eldivenli elleriyle iteledi sadece. Hava aydınlanmamıştı henüz. İçerisi havasızdı. Siyah eldivenlerini dişleriyle çıkardı. Dengesini sağlayamayan parmaklarına baktı. Sinirlerine gerekli gereksiz, bildiği bilmediği ya da her türlü bilgiyi aktaramayan hücreleri; hücrelerde kimyasalı salgılayamayan kemik düşünceleri ama yine de beyninin hareketlerini kontrol etmekten sorumlu olan hücreleri, özgür fakat özünde hasar görmüş yaralı hücreleri sebebiyle kendi halindeyken daha çok kıpırdayan, hiç durmadan kıpırdayan, hep kıpır kıpır halinde olan ellerine daldı.

Ve şuan daha az kıpır kıpır olması için bu sabah ve her sabah nalburda bantlatarak kıpırtılarını azalttığı parmaklarına baktı. Parmaklarındaki dehaya, parmaklarından kalbine doğru giden devaya baktı. Yanına yaklaştı. Çekti örtüyü üzerinden. Pürüzlü kalbine dokundu. Çenesine dokundu. Titremiyordu. Kendi çenesi zaman zaman titriyordu oysa. Mecburiyetten konuştuğu vakitler, kısık sesle ve donuk donuk konuşuyordu. Yavaş yavaş ve sinsice girmişti hayatına. Çok erken girmişti. Okuldan bile mezun olamadan girmişti. Bir sanat eseri yapamadan girmişti. Kalsiyum sülfat karışımı bu taş yığının kırk yedi gündür pürüzlü de olsa bir kalbi vardı. Beyni olacak yerde pergeli dolaştırdı.

...

İhsan’ın elleri titredi. Pelin’in elleri titredi. Aylin’in elleri titredi. Zülal’in elleri titredi. Nermin’in elleri titredi. Hürkan’ın elleri titredi. Bilge’nin elleri titredi. Titrediler. Kendi dirayetiyle tutunamadıkları hayatlarda, başa çıkamadıkları maddelerle titrediler. Sinirden titreyenler, çaresizlikten titreyenler, soğuktan titreyenler, maddeden titreyenler, adına Pakize dedikleri hastalıktan bile titreyenler. Titrediler. Her sabah altı on beş otobüsünün geçtiği köprü de titriyordu. Titreyen bir hayat vardı. Yaralar sızlıyordu.

...

“Daha hızlı ver. Bitsin,” dedi. “Bitsin bu durum. Bu kaygı. Bitsin bu baskı. En çabuk çareyi ver. Daha hızlı ver dedim lan O. Ç.” dedi metal girmiş siyah dudaklar. Şırınga bir çivi gibi deşti kolunu. Vücudu ısındı. Kanı iştahlandı. Çıldırdı kan. Nabız atışlarını duymaya başladı. Tak tak tak... Omuzları hafifledi. Gevşeme başladı. Duyuyordu. Tak... Tak... Tak...

...

Bir durak, kişiler arası iletişimsizliği sağlayan bir servis aracıdır diye düşünür İhsan. Hiçbirinin birbiriyle alakalı olmadığı insanların birbirinden alakasız hayatların kesiştiği, orada biraz -neyi olduysa- beklediği üstü örtülü, yağmur yağdığında ıslanmaktan koruyan bir yer. “DUR!-AK...! deve-CÜCE”(Bunlar İhsan’ın kafasındaki manyak sıçrayışlar. Siz takılmayın.) Usta bağırmış çağırmış ama kovulmamıştır yine. İhsan hiç geç kalmaz. Hafta sonu bile gel derler ona. Gelir İhsan. Gece derler. Gider. Acil derler. Gider. Ekmek parası der gider İhsan. Kovamazlar İhsan’ı. Bazen bir haller olur İhsan’a. O zamanlar delişman olur. Sever bazen İhsan. Gençtir. Kendi gibi sever. İnsan kendi nasıldıysa öyle sever. İğnelerin delik deşik ettiği gabardini başka bir günün henüz ağarmamış karanlığında çöpten ayıklar biri. Bu hikâyenin dışında ama bu hikâyeden daha büyük hikâyesi olan biri.

...

Detay: “İlk denemenizde beklediğiniz kadar güzel bir heykel ile karşılaşmazsanız şevkiniz kırılmasın.” Yazar sergide bir heykelin üzerinde.

Detay: “İlk denemenizde beklediğiniz kadar güzel bir uçuş ile karşılaşmazsanız şevkiniz kırılmasın.” Yazar küçük bir paketin içine bırakılmış notta.

Detay: “İlk denemenizde beklediğiniz kadar güzel bir sonuç ile karşılaşmazsanız şevkiniz kırılmasın.” Yazar bir öykünün sonunda.

İhsan işte. Dikiş tutan elleriyle bazen yazar. Kalemi bastırarak yazar. Gabardin gibi tutar kağıdı. Yazar işte. Eve gidince de daktilosunda yazar kalemle yazdığını. Çivi gibi çakar sesler. Tak tak tak... “İnsanın ömrü eksilerek şekilleniyor,” yazar İhsan. Kendi gibi yazar.