Çölün ortasında hayat

Şapkacı yön bilmiyordu. Ama ilk kez gerçekten çölü geçeceğini düşündü.
Şapkacı yön bilmiyordu. Ama ilk kez gerçekten çölü geçeceğini düşündü.

Midesi çok bulanıyordu. Duacı’ya sorduğu sorunun cevabını artık bildiğini hissetti. Dışarıya çıktı, at bıraktıkları yerde duruyordu. Belli ki o da akbabalara yem olmak üzere bırakılmıştı, ama şansına Şapkacı düşmüştü. Sonra ikisi çölün içine, belki de dışına doğru yol almaya başladılar.

Bar

 O gün öyle sıcaktı ki, insanların bedenlerinden boşanan ter, kıyafetlerinde kuru yer bırakmadı.
O gün öyle sıcaktı ki, insanların bedenlerinden boşanan ter, kıyafetlerinde kuru yer bırakmadı.

Çölün ortasındaki Adsızlar kasabasının Lakaplılar sokağındaki barda, bir grup insan toplanmıştı. O gün öyle sıcaktı ki, insanların bedenlerinden boşanan ter, kıyafetlerinde kuru yer bırakmadı. Belalı Poker kardeşler her zamanki gibi ortalığı karıştırmak için gelmişlerdi. Masanın bir yanında Şapkacı, Kirpi ve Sakal, tam karşılarında Poker kardeşler Tilki, Sıçan ve Karınca oturuyordu. Yardımcıları Yamak bugün yanlarında yoktu. Üç kardeş her zamanki gibi can sıkıcıydı. Kasabanın diğer erkekleri masanın etrafını sarmış, oyuna başlayacak altı adamı izliyordu. Tilki, masanın üzerinden poker kâğıtlarını alıp iki eli arasında akıtarak karıştırmaya başladı. Bela çıkarmak için aradıkları bahane bu sefer Şapkacı, Kirpi ve Sakal’dı. Kirpi biraz korkuyla onların acımasız olduğunu ve bunun sadece kart oyunu olmadığını yanındakilere hatırlattı. Şapkacı kendilerinin de iyi insanlar olmadığını söyleyerek onu rahatlatmaya çalıştı. Buna bardaki herkes gülümserken Tilki pis pis sırıttı. Bu tavrı nedense Şapkacı’nın hoşuna gitti.

Her an saldıracakmış gibi duran Sıçan, oyunun başlamasını istedi. Tilki kâğıtları karıştırmayı bıraktı ve yelpaze gibi masanın ortasına açtı. Ortamdaki gerginlik arttı. Çünkü Poker kardeşlerin kartları masaya serildiyse, hiçbir zaman karşıdaki taraf kazanamazdı. Herkese göre sonucu bilinen bir oyun başlamak üzereydi. Şapkacı masanın üzerine uzattığı ayaklarını yere indirdi. Aslında yapması gereken ilk kâğıdı seçmekti. Ama o, masanın üzerindeki kâğıtları, kirli yeşil masa örtüsünü çekerek tahta zeminle buluşturdu. Poker kardeşler ayağa kalktı, Şapkacı’nın yanındaki Kirpi ve Sakal da. Bardakiler birer ikişer dışarı çıkıp pencerelerden içeriyi izlemeye başladılar. Ortam harikuladeydi. Sıcaktan kızaran Tilki’nin yüzü, domates gibi olmuştu. Şapkacı gülümseyerek etrafına baktı ve ayağa kalktı. Poker kardeşleri sinirlendirmiş olmaktan dolayı suçluluk duymuyordu. Şapkacı cebinden çıkardığı bir deste kâğıdı göstererek oyunun bunlarla başlayacağını söyledi.

Çünkü Poker kardeşlerin kartları masaya serildiyse, hiçbir zaman karşıdaki taraf kazanamazdı.
Çünkü Poker kardeşlerin kartları masaya serildiyse, hiçbir zaman karşıdaki taraf kazanamazdı.

Karınca seçenek sunamayacağını, kuralları kendilerinin belirleyebileceğini belirtti. Tilki açıklaması için kardeşine teşekkür edip kâğıtları toplamasını istedi. Karınca ve Sıçan kâğıtları toplarken herkes Şapkacı’yla Tilki’yi izliyordu. Tilki, neden bu kadar zorluk çıkardıklarını sordu. Şapkacı amacının aklını çelip dikkatini dağıtmak olduğunun farkındaydı. Bunu yapmasına izin vermeyecekti. Bu sefer imkânsızdı, imkânsız olmak zorundaydı. Etrafına bakındı. Dişlerinin arasından çıkardığı tıslar gibi sesle, elindeki kâğıtlarla oynayacaklarını tekrar söyledi. Bardaki herkes hem kendini hem de onları ölüme götürdüğünü kızgınlıkla haykırıyor, söyleniyorlardı. Şapkacı umursamadı. Kardeşlerin diledikleri kötülüğü yapıp kasabalarından keyifli bir şekilde ayrıldıklarını görmeye katlanmayacağını belirtti. Poker kardeşlere hak ettikleri gibi davranmak istiyordu. Şapkacı etrafındaki mırıltıları duymazdan gelerek elindeki kâğıtları Tilki’ye uzattı.

Rakibi ise eline vurarak kâğıtları savuşturmak istedi. Kâğıtlar sıkıca tutulduğu için bunu yapamadı ve sinirden ortadaki masayı kucaklayıp sağına attı. Yerdeki kâğıtları toplayan kardeşleri, işleri bitince Tilki’nin yanına geçti. Şapkacı olanlardan dolayı mutluydu, Kirpi ve Sakal gergindiler, sorgulayıcı gözlerle ona bakıyorlardı. Poker kardeşler ellerini sırtlarına götürerek karşılarındaki üç adama doğru adım attılar. Bu hareketin kurşuna hazırlanın mesajını taşıdığını herkes biliyordu. Hamleleri sadece buydu ve bu her zaman tam isabetti. Ama onlar Şapkacı’nın çok iyi kart dağıtabildiğini ve son iki yıldır yaptığı çalışmaları bilmiyordu. Şapkacı elini pantolonunun cebine götürdüğü an Poker kardeşler silahlarını üç arkadaşa doğrulttular. Sakal da onların tehlikeli olduğunu ve dikkatli davranmaları gerektiğini söyledi. Şapkacı telaşlanan arkadaşlarına sakin olmalarını, kardeşlerin kendilerini öldüreceklerini belirterek geçiştirmeye çalıştı.

Şapkacı’nın rahatlığı herkesi olduğu kadar Poker kardeşleri de ürkütmüştü. Biraz telaşa kapılmış olduklarını fark etmek Şapkacı’yı gülümsetti. Pantolonunun cebinden çıkardığı poker kâğıtlarını, oyuna başlamaları gerektiğini söyleyerek karşısındakilere uzattı. Tilki bu kadar saçmalığa daha fazla dayanamayacağını kızgınlıkla belirtti. Şapkacı ona katıldığını söyledi ve elindeki kâğıtları, boğazlarına doğru nişan alarak fırlattı. Kardeşler şaşkınlıktan bir şey yapamadılar. İki poker kâğıdı arasına yerleştirilen, inceltilmiş ustura ağızları hemen etkisini gösterdi. Üç kardeş elleri boğazlarında, dizlerinin üzerine çöktü. Boğazlarından sızmaya başlayan kan, bir süre sonra akış şiddetini arttırdı. Kendi kanlarında boğulmak üzere olan kardeşlerden yüzünü çeviren Şapkacı, onları izleyenlere döndü. Şaşkın bir şekilde kendisine bakanlara, sakin olmalarını söyledi. Korkutucu’nun gelmekte olduğunu haykıran gergin bir ses, herkesi yerinden oynattı. Üç arkadaş bardan ayrılmaları gereken uyarıyı duyduğu için çıkışa doğru hızlı adımlarla yürümeye başladılar.

Kasaba

Şapkacı çölün ortasındaki kasabasından bir gün ayrılmak zorunda kalacağını düşünmemişti. Hayat işte, işler kimi zaman planlandığı gibi gitmiyor. Gerçi Poker kardeşleri öldürmeyi de düşünmemişti. Sadece can yaktıkları poker kartlarıyla, canlarını acıtabilir miyim sorusunun cevabını merak ediyordu. Onları, poker kartlarının içine yerleştirdiği inceltilmiş ustura uçlarıyla öldürünce sorusunun cevabını almıştı. Kirpi, Sakal ve Şapkacı üçlüsü olarak artık bir adları olması gerektiğini düşünüyorlardı. Poker kardeşleri öldürmüş olmak bunu gerektiriyordu, ayrıca Korkutucu’nun da onları öldürmesini. Poker kardeşlerin tüm pisliklerine göz yuman Korkutucu, büyük bir para kaynağını kaybetmişti çünkü. Atının üzerindeki Korkutucu cinayeti kimin işlediğini sorduğunda, yaramaz bir çocuk gibi sadece kolunu kaldırdı Şapkacı. Korkutucu’ya yaklaşarak elini atın yularının altından kürek bölgesine doğru kaydırarak sevdi.

Korkutucu ona önüne düşmesini ve asıl sevgiyi kendisinin göstereceğini söyledi. Şapkacı ondan arkadaşlarıyla vedalaşmasına izin vermesini istedi. Kirpi ve Sakal’a sarılarak kulaklarına fısıldadı. Tabii ki onlara sizi seviyorum demedi. Kötüler böyle durumlarda sadece şimdi hapı yuttum derler, öyle dedi. Kasaba halkı ne olacağını bildiği için acıyan gözlerle üç arkadaşı izliyordu. Oysa Şapkacı onlara acıyordu. Çünkü havanın yakıcılığı gitmiş, yerine yumuşacık, tatlı esintisi olan bir nefes gelmişti ve oradakiler bunu hissedemeyecek kadar ölüme odaklanmıştı. O güneşin yakıcı sıcaklığı ve kumlardan yüzüne çarpan ateşi bugün hissetmeyeceğini düşündüğü için mutluydu. Önde yürüyordu. Atı üzerindeki Korkutucu elindeki tabancasını Şapkacı’nın ensesine hedef almış bir şekilde arkasından geliyordu. Kimsenin içinde kendisini öldürmeyeceğini bildiği için hızlı hareket edip hayatta kalmanın bir yolunu bulması gerektiğini düşünüyordu. Bir kelebeğin gelip onu kurtarması mümkün değildi, nihayetinde çöldeydiler.

Tabancayla yapılan yarım daireden, arkana dön ve son kez bak, mesajını aldı.
Tabancayla yapılan yarım daireden, arkana dön ve son kez bak, mesajını aldı.

Belki bir akrep yardımcı olabilirdi. Şapkacı düşünürken kasabadan epeyce uzaklaşmış, kasabalıların ölülerin bedenlerini attıkları çukura gelmişlerdi. Korkutucu’nun ne yapacağını biliyordu. Korkutucu atından inerken, ondan ceplerini boşaltmasını ve ellerini havaya kaldırmasını istedi. Şapkacı’nın cebinden sadece poker kâğıtları çıktı. Uslu durmalarını söylemesine rağmen, neden onu dinlemediklerini bir türlü anlamadığını belirtti. O ise sadece arkasına dönüp kasabasına son kez bakmak istediğini söyledi. Tabancayla yapılan yarım daireden, arkana dön ve son kez bak, mesajını aldı. Arkasını dönen Şapkacı kep şapkasını kafasına taktı. Nasıl dua edileceği hakkında bir fikri olmamasına rağmen, dizlerinin üzerine oturarak dua etti. Biraz daha zaman kazanmak için dudaklarını kıpırdattı. Ölüm mahkûmları zaman kazanmak için bunu hep yapar. Lanet olası akrep gelmediği için işini kendisi halletmek zorundaydı. Korkutucu’nun karşısına çıkmaya kimsenin cesaret edemeyeceğini bildiği için kurtarılmayı beklemesi hayaldi. Korkutucu’yu temizlemek, daha büyük bir belayı davet etmekti çünkü.

Korkutucu süresinin dolduğunu söyledi. Yanı başındaki mırıltıyı duymazdan gelmeye çalıştı. Ama tabanca sırtı ile buluşunca ayağa kalkıp çukura yaklaşması gerektiğini anladı. Hala vakit kazanmaya çalıştığı için hareketleri oldukça yavaştı. Korkutucu’nun emir veren sesi ile çukura yaklaştı ve yüzünü ona doğru çevirdi. Şapkacı son bir dilek hakkı olup olmadığını sorarak konuşmak üzere olan onun sözünü böldü. Korkutucu lanet birisi olduğunu söyledi ve ne istediğini bağırarak sordu. Çünkü daha kasabaya gidip, arkadaşlarını bulup, onları da temizlemesi gerekiyordu. Şapkacı bunun harika bir haber olduğunu, zaten onlara bir mesaj iletmek istediğini belirtti. Şapkasını eline aldı, onu arkadaşlarına götürmesini rica etti. Şapkacı’nın iki metre kadar ilerisinde olan Korkutucu, ayağına gidemeyeceği için şapkayı fırlatmasını söyledi. O şapkayı fırlatmasını gerçekten isteyip istemediğini sordu. Korkutucu lafı daha fazla uzatmamasını ve acele etmesini söyledi. Denildiği üzere elindeki şapkayı önüne eğilerek fırlattı. Korkutucu çok naziksin diyordu ki, cümlesi yarım kaldı. Çünkü şapka boğazına nişan alarak fırlatılmıştı ve içindeki inceltilmiş ustura ağzı gırtlağına isabet etmişti.

Şapkacı çukuru oluşturan tepenin arkasından gelen arkadaşlarının seslerini duyunca, sağ olarak yanına gelebilmiş olmalarına sevindi. Kirpi ona bir an yapamayacağını sandığını söyledi. Nihayetinde bugün yaptıklarını daha önce bir canlının üzerinde denememişti. Ama son iki yıldır çalışmaları, bu gibi cinayet çeşitleri üzerineydi. Şapkacı kasabalıların öcünü aldığını düşünerek sevindi ve sahibinin ölüsünü sırtından düşüren atın yanına gitti. Çocuklardan Korkutucu’yu çukura atmalarını istedi. Bunu büyük bir zevkle yapacaklarını söylediler ve şimdiki planının ne olduğunu sordular. Aslında ortada plan yoktu. Sadece kasabanın biraz ilerisinde yaşayan Duacı’ya gitmelerinin, günahlarının affı için nasıl dua edebileceklerini sormalarının iyi olabileceğini söyledi. Arkadaşları bu fikri mantıklı buldular ve tek atı olan, üç kişilik çetenin adının ne olacağını konuşarak yola düştüler. Ve havada hala hafif esintisi olan rüzgâr, vücutlarında tatlı tatlı dans ediyordu.

O, kelebeğin varlığından ve derede yüzülebileceğinden, çölü aşmaya çalıştığında haberdar olmuştu.
O, kelebeğin varlığından ve derede yüzülebileceğinden, çölü aşmaya çalıştığında haberdar olmuştu.

Çöl

Duacı’nın çölün ortasında yaşadığı evden bozma dua mabedinin içindeydiler. Aslında ne kadar ortada olduklarını bilmiyorlardı. Çünkü Şapkacı dışında hiçbiri çölü geçmeyi denememişti. O, kelebeğin varlığından ve derede yüzülebileceğinden, çölü aşmaya çalıştığında haberdar olmuştu. Şapkacı o zaman daha çocuk sayılabileceği için pek bir şey hatırlamıyordu. Duacı, salonun köşesindeki masaya kendince ziyafet hazırlatmıştı. Üç arkadaş masada, dans eden mumun gölgesi de duvarda bekliyordu. Her ne kadar Duacı, Yanaşma olarak seslendiği yardımcısından başka kimsenin olmadığını söylediyse de, evdeki seslerden dolayı başkalarının olduğunu hissediyorlardı. O kadar açtılar ki, yemeklere saldırmamak için kendilerini tuttukları muhtemelen belli oluyordu. Duacı iki elinin ayalarını birbirine kenetlemiş, dirseklerini masanın üzerine dikmiş, gözleri kapalı şekilde dudaklarını oynatmaya devam ediyor, bekleme süresi de uzadıkça uzuyordu. Duacı’nın dudaklarının görüntüsü bir kedinin mırıldanırkenki haline benziyor diye düşündü Şapkacı.

Duacı onlara yemeğe başlamalarını söylemedi.
Duacı onlara yemeğe başlamalarını söylemedi.

Duacı gözlerini açıp ellerini rahat bıraktıktan sonra da bir şey söylemedi. Kendi tabağına yemeklerden koyup yemeye başladığında üç arkadaş ne yapmaları gerektiğini bilemediler. Bu durumu anlayamadılar, çünkü Duacı onlara yemeğe başlamalarını söylemedi. Ama açlığa dayanamadıkları için tabaklarına bir şeyler alıp çekinerek yemeye başladılar. Baktılar Duacı iyi ya da kötü bir şey demiyor, rahat rahat yemeye koyuldular. Bir an evin içinden gelen seslerin şiddeti artınca korktular ve yemeyi bırakıp birbirlerine baktılar. Ama Duacı gayet rahat bir şekilde yemeye devam ettiği için bir şey söyleyemediler. Şapkacı’nın, suçluları öldürmem suç mu diye sorduğunda gözlerinde oluşan donuk bakışını tekrar takınan Duacı, yemeğe devam etmelerini rica etti. Masadakiler içinde bulundukları durumu anlamayarak yemeye tekrar başladılar. Şapkacı, Duacı’nın cevabını vermediği sorusunu tekrar sormak istedi. Suçluları öldürmek suç mu? Yemeğin ortasında söze nasıl başlayabilirdi? Ama konuşmasa sanki evden gelen sesler onu sinirden öldürecekti.

Duacı’nın sessiz olduğunu iddia ettiği evde ses çoktu. Şapkacı yan odaya geçse, sanki bir sürü insanla karşılaşacaktı. Böyle olsa şaşırmazdı, çünkü seslerin şiddeti gittikçe artıyordu. Sadece yanlarında değildi, o kadar. Bir şey ya da birileri evdeydi ve ses yapıyorlardı. Şapkacı seslerden çok rahatsız olduğu için yemeğe devam edemedi. En azından tabağındakileri yiyebilmiş olmayı çok istedi. Çünkü sabaha kadar açlıktan kıvranacağı aklına geliyor ve hayıflanıyordu. Arkadaşları ise Duacı’yla birlikte yemeye devam etti. Sesleri duymamaya karar verdi ve tam bir lokma ağzına atacakken Duacı yan odaya geçmelerini teklif etti. Şapkacı dışında herkes tabağındakini bitirdiği için doymuştu ve bu durumdan memnun bir şekilde yan odaya geçmek için ayaklandılar. O ise Duacı’ya hayır diyemeyeceği için ayağa kalktı ve onları takip etti. Seslerin geldiği odaya girdiler ve hiçbir şey görmediler. Duydukları sesleri çıkarabilecek bir şey gerçekten yoktu, boş bir odaydı.

Duacı geceyi burada geçirebileceklerini söyledi ve yemek yedikleri odaya geri döndü. Takur tukur seslerinden masanın toplandığını anladılar. Şapkacı buna çok üzüldü, çünkü hala açtı. Yan odaya gidip bir şeyler tırtıklama fikri yalan olmuştu ve sabahı beklemek zorunda kalmıştı. Kirpi ve Sakal çok hızlı geçen bir günün sonunun çok sönük olduğunu söylediler. Biraz sonra oturdukları yerde uykuya daldılar. Tüm işi kendisinin yaptığını düşünen Şapkacı, arkadaşlarının hem karınlarının doymuş hem de hemen uykuya dalmış olmalarına bozuldu. Ama onlara katılmaktan başka yapacak bir şey de bulamadı. Karın ağrısı ile geçen bir gecenin sonunda uyandığında, arkadaşlarını ağızlarından taşan köpüklerin içinde buldu. Muhtemelen yemekten zehirlenmişlerdi. Çünkü hallerini açıklayacak başka bir şey aklına gelmiyordu. Bulundukları odaya baktığında karşılaştığı manzarada, bedenleri ve üzerinde yattıkları koltuklar dışında bir şey yoktu. Odadaki birkaç parça eşyanın yerinde yeller esiyordu. Şapkacı yemekte duyduğu sesleri hatırladı.

Sonra buraya ilk geldiklerinde yemek hazırlamak için mutfağa giden Duacı’nın yardımcısını bir daha görmediklerini anımsadı. Karnı ağrıyordu. Daha sonra yardımcının bir çetenin yanından yeni ayrılan, tövbe etmiş günahkâr olduğunu hatırladı. Mide bulantısı da artmaya başlamıştı. Duacı onun kısa bir süre sonra yanından ayrılacağını söylemişti. Duacının odasına doğru yöneldi. Duacı odasında yoktu, tabii eşyaları da. Yemek yerken sık sık duyduğu seslerin aslında yardımcı tarafından toplanan eşyalara ait olduğuna hükmetti. Duacı neden zehirlenerek ölmedi sorusunun cevabını bulamadı. Fakat tabağına yemeklerin belli olanlarından aldığını anımsadı. Midesi çok bulanıyordu. Duacı’ya sorduğu sorunun cevabını artık bildiğini hissetti. Dışarıya çıktı, at bıraktıkları yerde duruyordu. Belli ki o da akbabalara yem olmak üzere bırakılmıştı, ama şansına Şapkacı düşmüştü. Sonra ikisi çölün içine, belki de dışına doğru yol almaya başladılar. Şapkacı yön bilmiyordu. Ama ilk kez gerçekten çölü geçeceğini düşündü. Belki bir kelebekle karşılaşırsa, ona derenin yolunu sorardı ve yüzerdi. Bol güneşli ve Şapkacı’nın karın ağrısı yaşadığı bir gündü.